11 Temmuz 2009 Cumartesi

MİNİK MELEĞİMİZE KAVUŞTUK !!


İşte sonunda mutlu kavuşma gerçekleşti arkadaşlar!

Kızımız Veronika Deniz 07.07 tarihinde akşam 19:25 saatlerinde aramıza katıldı.

Tahmin edileceği üzere bütün vaktimizi minik meleğimiz aldığından ondan ve kendi bakımımdan biraz vakit bulduğum şu sıralar tebriklere cvp vermek, ailenin yurtdışındaki fertleriine foto yollamak, maillere ve bloga göz atmak, açılamamış telefonlara cvp vermek gibi biçok işim var :) Daha sonra detay anlatmaya çalışacağım şimdilik kısaca bilgiler:

Yalancı doğum ağrılaı geçen cumartesi başladı, Dr ile konuştuk dikiş alma tarihini çarşambadan pazartesiye aldı. Dikişler alınır alınmaz sancılar sıklaştı. Pzrtesi akşam 5 dakkada bir oldu, Dr hastaneye gidin dedi. 22:00 civarı hastanede olduk. Açılma 3 cm'di fakat bebğin başı büyük olduğu için henüz kanala oturmamıştı. Odamıza yattık, bütün gece kasılmalar devam etti. Sabah açılma artmıştı ama baş hala kanala girmemişti. Öğleden sonrayı bekledik, gene değişiklik olmayınca suni sancı verildi ve su kesesi patlatıldı. Sonra baş hızla ilerledi, 18:00'de doğumhaneye girdik. Canım kocam da benimle elde foto makinesi geldi tabii.. Ikınma safhası 1,5 saat kadar sürdü ve sonunda biraz da Dr müdahalesi (minik bir el vakumu) ile Denizcik pespembe doğuverdi. Kucağıma verdiklerinde ilk şaşırdığım şey "me kadar pembe" ve "ne kadar ağır" oldu !! :)

Bebeğimizin doğum kilosu tam 4 KİLO 170 GRAM !!! Oysa doğumdan önceki gün ultrasonda 3750 civarı görünüyordu topacım benim! :)

İkimizin de sağlığı iyi. Ben çok zor bir doğum olduğu için biraz bitap düştüm. (Neyse ki epidural anestezi var yoksa hayal bile edemiyorum!) Kızımı doya doya sevmem, emzirebilmem ve kendime gelmem ancak gece geç saatlerde oldu..

şimdi ağlamaya başladı, dünyanın en keyifli görevi beni bekliyor! Bekletmeye gelmez...

5 Temmuz 2009 Pazar

Neden Blog Yazıyorum?

GÜNLÜK YAZMAK

Kitubi'nin çağrısı ve Özgür Anne'nin yazısı üzerine ben de kolları sıvayayım dedim.

Aslında gerçekten de blog yazmayan insanların, hele hele hiç birşey yazmayan insanların anlamakta zorluk çekebilecekleri birşey blog yazarlığı. Mesela benim annem, blog yazmaya başladığımı söyleyip nasıl birşey olduğunu anlattığımda olaya oldukça süpheli yaklaşmış ve "aman kızım, bu kadar özelini neden internette yazıyorsun? Kimler okuyacak bunu, herkese açık mı olacak yani?" diye tedirgin olmuştu.

Ama ben yazmaktan keyif alan biriyim. Belki pek çok kişi gibi ergenliğin biraz zor geçen isyankar günlerindeki tek dert ortağım günlüğümdü. Sonradan daha hareketli ve eğlenceli olan üniversite yılları başlayınca bu güzel alışkanlığa vakit ayıramaz oldum. İnceden bir keyifle "iyi kızlar günlük tutar, kötü kızların buna vakti yoktur" sözünü bana hatırlatan, hareketli yıllardı doğrusu bunlar... Fakat ne olursa olsun tatillerde yaptığım seyahatlerde günlükleri tutmaya özen gösterdim. (Çoğunda tatilin son günleri eksik olsa da! )
Asıl zevki bu yazdığım yarım yamalak günlükleri uzun zaman sonra geri dönüp okuduğum zaman yaşadığımı söylemeliyim. İnsanın hafızası kendisine bir sürü oyunlar oynuyor, o en güzel ve anlamlı anılar bile yıllar geçtikçe unutuluyor. Yazılanlar ise, bir çekmecede okunup hatırlanmayı bekliyor ve asla yok olmuyorlar.

İşte sanal değil normal hayatta yazmaya motive eden şey bu düşünceydi. Kapağı kilitli, güzel renkli özel defterlere ihtiyaç duymayıp, nerede boş zaman bulursam, yanımda ne kalem-kağıt varsa onunla yazmaya başlamam, iş hayatı sırasında bir yurtdışı seyahati için havaalanında beklerken oldu. Ondan sonra da kimi zaman daha sık, kimi zaman seyrek de yazsam hiç durmadım. Yazdıklarımın kamuya ilk açılması ise geçen yaz sonunda yaptığımız ilk yelkenli seyahatimizi anlattığım yazının Yelken Dünyası dergisinde yayınlanması oldu. Bir ara o yazıyı da buradaki "gezme tozma" etiketi altına koymayı düşünüyorum.

BLOGA GEÇİŞ

Bilgisayar başı çalışmama ve internetle oldukça içli dışlı olmama rağmen henüz blog dünyasından habersizdim. Hatta gazetenin haftasonu ekinde bloglarla ilgili bir haber okuduğumu ve konuyu pek de anlayamadığımı bile hatırlıyorum.

Derken hayatımın bir daha eskisi gibi olmayacağını gösteren o çok heyecanlı süreç başladı; hamile kaldım. Kendimi hep hayal ettiğim bir rüyanın içinde bulmuş gibi oldum, ama aynı zamanda hem hamilelik hem de bebeklerle ilgili bilgisizliğimden dehşete düştüm. Kendimi bu konudaki internet sitelerinin denizinde kaybetmiştim ki yolum ilk kez bir blogla kesişti: babaolmak.com Büyük bir zevkle takip etmeye başladım ve oradaki linklerle başka bloglara, onlardan da gene linklerle daha da başkalarına sıçramaya başladım. Okuduklarım, öğrendiklerim bana çok büyük zevk verip çok güzel bir tatmin duygusu uyandırdı. Başta aç bir kurt gibi kendimi kaybetmiş birinden öbürüne atlarken, yavaş yavaş ne aradığımı ve nasıl bir blogu okumaktan daha çok faydalandığımı gördüm, elemeler yaptım. Bu sırada kendi hamileliğimi eski usul, kalem kağıtla yazıyordum hala, ama "ben de blog yazabilir miyim ki acaba" fikri yavaş yavaş gönlüme düşmeye başladı.

Hamileliğimin 24. haftasında doktorumun Servikal Yetmezlik (Rahim yetmezliği) tanısı koyması ve kendi küçük, sonucu büyük bir operasyon geçirmemle hamileliğimin gidişatı 180 derece değişiverdi. Hiç hesapta yokken çıkan bu tatsız sürpriz üzerine de bloglarda çok araştırma yaptım, fakat maalesef hiçbir şey bulamadım. Bulduğum 1-2 bilimsel yazı beni doyurmadı, çünkü ben doktorumdan da dinlediğim bilimsel gerçekleri değil, bu mereti bire bir yaşamış, benim hissettiğim korkuyu hissetmiş, operasyona girip çıkmış, bebeğini rahminde dikişle son haftalarına getirmiş birinin tecrübelerine ihyitaç duyuyordum. Herkesin blogunda ağır veya hafif, ama sağlıklı geçen hamileliklerini okurken, benim yaşadıklarımı yaşamış ve beni anlayacak birini bulamamanın sıkıntısını yaşadım. Operasyon sonrası evde oturmam gerekip çoğu blog yazarı annenin aksine boool bool boş zamanım da olunca, bilgisayarın başına geçtim. Günlüğümün hamilelikle ilgili kısmını bloga aktararak bir nevi antreman yaptıktan sonra güncel yazılara geçtim.

VE MOTİVASYON!
Motivasyonum ise tam da bugün, bu yazıyı yazmaya başlamadan önce bana "iyi ki yazmaya başlamışım" dedirten bir yorum. Aslında baştan beri aldığım bütün yorumlar beni çok mutlu ediyor ve motivasyonumu arttırıyor. Fakat bugün gelen yorumda, benim gibi 24. haftasında servikal yetmezlikten dolayı operasyon geçirmiş bir hamile okuyucu benim blogumda teselli arıyor, bana sormak istediği soruları olduğunu söylüyor, endişelerini sanal ortamda da olsa benimle paylaşmaya çalışıyordu.

Fazla söze ne gerek var. Kendi zevk aldığım bir nevi hobim olan günlük yazma işinin burada hem kızıma kalacak güzel bir hatıraya, hem de başkalarıyla güzel bir paylaşıma ve belki de birilerine faydası dokunacak bir kaynağa dönüşmesini umuyorum.

2 Temmuz 2009 Perşembe

Doğumun yaklaştığının belirtileri - Ayşe Öner


Madem dört gözle doğurmayı bekler oldum, tabii ki Ayşe Öner'in kitabına "Doğumun yaklaştığını gösteren belirtiler" yazısını tekrar okuyup kendimde izler aramadan olmaz :) Özet bir alıntı:

- Gebeliğin son aylarında yukarı doğru büyüyerek göğüs kafesine baskı yapmaya başlayan rahim, bebeğin kafasını aşağı çevirmesi ve doğum kanalına yerleştirmesi ile 2-3 cm aşağı iner. Gebe kişi daha rahat nefes alıp verir, mide ve bağırsak sorunları azalır. Bunun yanısıra idrar torbasına basınç arttığından daha sık idrara çıkılır. (Nefes ve mide sorunlarım zaten hiç olmadı ve zaten 6.ayından beri kızımın kafası doğum kanalında )
- 28. haftadan itibaren olmaya başlayan antreman kasılmaları, rahimdeki sertleşmeler son haftalarda sıklaşır.(Bilmem ki sıklaştı mı?)
- Doğumdan 1-2 gün önce hormon düzeyindeki değişiklikler nedeniyle vücuttan su atılması ve iştah azalması meydana gelir. Bu nedenle 1-2 kg kilo kaybı görülür.(Nerdeeee? :)) )
- Doğumun gerçekleştiği gün, doğum sırasında kullanılmak üzere vücutta depolanan enerjinin bir kısmı doğuma yakın günlerde açığa çıkabilir. Kendini zinde hisseden anne adayının bu enerjiyi alışveriş, gezme, temizlik gibi işlere harcamayıp doğum için saklaması gerekir. (Tabii sezeryan olacak olanlarda çok önemli değil sanırım. Ben geçen hafta boyleydim şimdi azaldı tekrar enerjim!?))
- Vücudun bağırsakları temizlemesi için bazı hamilelerde son günlerde ishal görülür.(Bu da yok)
- Bu belirtiler her hamile kadında görülmeyebilir veya fark edilmeyebilir. Bu da normaldir.


Peki kimdir bu Ayşe Öner derseniz...
Ayşe Öner şuradaki kendi sitesinden de görebileceğiniz gibi hayatının ciddi bir bölümünü çocuk-bebek bakımı ile ilgili eğitimlere ve uygulamaya varmiş bir bebek hemşiresidir. International, Alman hastanesi gibi iyi hastanelerin yeni doğan bakım bölümlerinde, kendi işlettiği kreşte, bakıcılığını yaptığı bir sürü bebekte ve tabii aldığı eğitimlerde öğrenip tecrübe ettiklerini şimdi başka hamilelerle paylaşıyor. Hem de bir çok ünlü isme doğum koçluğu yapmış olmasına rağmen bunu hiç de yüksek rakamlar talep ederek yapmıyor! Kendisine başta bir kere ödediğiniz kurs ücretinden sonra
-doğum (doğum nedir, nasıl başlar, doğuma girecek kocalar işinizi nasıl kolaylaştırı nasıl masajlar yapabilirler, nasıl nefes alınıp verişir nasıl ıkınılır)
-bebek bakımı (yeni doğanın özellilkleri, banyo, alt temizliği, huzursuz bebelere bebek masajı, gazlı bebeklere gaz masajı)
-0-8 yaş arası bebek ve çocuklara ilk yardım (tıkandı, nasıl nefesi açılır, koma hali nedir ne yapılır, kalbi durmuş birkaç aylık bebeğe kalp masajı nasıl yapılır, zehirlenme yaralanma yanıklar)
- evde alınacak güvenlik önelmleri, lohusalık, bebeklere yapılması gereken aşılar, emzirme (meme ucu yaraları olmasın diye ne yapılabilir, bebek doyuyor mu nasıl anlarız, anne sütünün faydaları)
-ve hamilelik egzersizleri...

..gibi daha birrr çok konudaki 11 derse istediğiniz günlerde istediğiniz kadar katılabiliyorsunuz. İsterseniz annenizi, baba adayını veya bebeğe bakacak olan birini getirebiliyorsunuz. Ve bildiğinizi zannettiğiniz pek çok konuda ne kadar da çok püf noktası olduğunu, annelerden duyulan ve memleketimizde uygulanan pek çok şeyin ne kadar yanlış olduğunu öğrenip şaşırıyorsunuz. Yeni doğmuş küçücük bebeğinizi tutmak, evirip çevirmek ve yıkamakla ilgili endişeleriniz, normal doğum ile ilgili korkularınız varsa yeniyorsunuz.

Ve en önemlilierinden biri, Ayşe Hemşire gibi güler yüzlü, pozitif, ne yaptığını bilen tatlı biriyle, doğumdan sonra da bir derdiniz olduğunda koşup yardım isteyebileceğiniz güvenilir bir profesyonelle tanışmış oluyorsunuz...

Ulus'taki yerine gidemeseniz de kursta anlattıklarının büyük kısmını oldukça detaylı, resimli anlattığı kitabını almanızı bütün gebeşlere öneririm!

38. Hafta - Dikişlerim ve ben...


38. Haftamız da doldu ve dün (1 temmuz çarşamba) haftalık doktor kontrolümüzdeydik. Bu sefer artık dikişlerimin alınması umuduyla gittik. Haftalar öncesinden doktorumuz dikişleri 38. haftada alacağını söylemişti, hatta bebek 1 hafta-10 gün önden gittiği için belki 37 bile olabilir demişti. Fakat 37. hafta kontrolünde bize plasentayı gösterdi ve normalde doğumdan önce başlayan plasenta "kireçlenmesi" nin bizde daha hiç başlamadığını anlattı. Bu da demek oluyordu ki bebek iri olsa da, önden gitse de onun boyundan posundan başka plasentanın doğuma hazır olması da önemliymiş. Öyle olunca dikişi 38. haftada "bellkiiii" alırım, belki de 39. demeye başladı!
Gerçekten de dün gene avucumu yaladım, dikişlerimle beraber tıpış tıpış eve döndük...
Bu durum (çok anlamlı olmasa da) baya canımı sıktı. Artık eklemlerimin ağrımasından, oturup kalkma, yatma, uyuma eylemlerinin zorluğundan, biraz yürüyünce kızımın kafasını karnımın altında top gibi hissetmekten ve bilumum zorluklardan sıkıldım. Bu kadar zamandır tekmeciklerini yediğim kızımla tanışmak, bir sonraki aşamaya geçmek istiyoruım. Hiç görmemiş olsam da onu özlüyorum.
Bir de tabii asıl sebep, haftalar öncesinden bizde oluşan "bu kız çok aceleci, 40 haftayı hayatta beklemez, Haziran sonu dedin mi gelir" beklentisi. Doktor kontrollerinde de hep bir hafta 10 gün ilerde olunca, 37 de diKiş alınır, en çok bir hafta içinde de doğar diye bir plan yapmıştık kafamızda (ne haddimizeyse!) O yüzden doktor dün beni gene eli boş gönderince sanki normalden daha uzun bir hamilelik yaşıyormuşum gibi hissettim!

Neyse ki artık annem sürekli bende kalıyor, bana arkadaşlık ediyor, yemeklerimizi hazırlıyor bir de gerektiğinde bana şöförlük yapıp ordan oraya gezdiriyor. Bu gezmeler vaktin geçmesine birebir. Evlendiğimiz tarihten bugüne hala değiştirmeye fırsat bulamadığım nüfus cüzdanımı değiştirmeye çalışmak (ancak çalışmak diyebiliyorum çünkü hala işlemleri tamamlayabilmiş değilim!), boyacı çağırıp balkonu ne zamandır istediğim şekilde boyatmak gibi faydalı işlere de giriştik.

Ayrıca geçen hafta doğum yapan arkadaşım Ezgi'yi ve bebeği Defne'yi hastanede ziyaret etme fırsatım bile oldu! İyi ki doğdun, aramıza hoşgeldin tatlılar tatlısı Defne bebek! Kendisi 3,5 kilo kadardı, dolayısıyla karnımda bulunan Deniz'in o sırada ne boyutta birşey olduğunu birebir görmüş oldum :)

Kilo konusu açılmışken; dün itibariyle kızım 3800 gramdı. Haftaya 300 gram daha alacağını düşünürsek 4100 civarı bişey doğurmam bekleniyor. Normal doğum yapacağım düşünüşürse fazla büyümesi benim açımdan çok da iyi olmuyor! :)) Doktor beni her hafta gördüğünde kahkalarla gülmeye başlıyor, "Ooo Yunt Dağı gibi olmuş bu kız!" veya "Sen iyice Shrek'e benzemişsin" gibi espirilerine güleyim mi ağlayayım mı şaşırıyorum... "Biraz daha dursun, büyüsün, 39. hafta doğması için en ideal haftadır" dedikçe de "yaa tabii, siz doğurmayacaksınız 4 kilodan büyük bebeği, sizin için hava hoş! " diye isyan ediyorum. Ama yapacak bişey yok. Kitaplar, internet, araba gezmeleri vs ile bir hafta on gün daha geçireceğiz. Neyseki doktorumuzun dediğine göre dikişleri aldığı gün bile doğum başlayabilirmiş, çünkü bütün şartlar (bebeğin boyutu ve pozisyonu) doğuma hazırmış. Artık hastane çantamızı arabanın bagajına koyma vakti geldi yani. Hatta dün gece bir ara uyandığımda genelde olan kasılmalara bu sefer adet sancısı gibi bir sancı da eşlik ediyordu ilk defa...
Bir de kocamın ablası bu sabah telefon edip benim durumumdan haberdar olmayan bir tanıdığının kendisinin kahve falına bakıp "çok yakında doğuracak karnı burnuında biri var, çok yakında haberini alacaksın ama doğuma yetişemeyeceksin, çok az zaman kalmış" demesi de bizde "acaba haftaya çarşamba dikişlerin alınmasına kadar durmayacak mı" duygusu uyandırdı.... :)

Neyse, aldığımız dersi unutmayalım, kendimizi şu zaman doğar diye bir takım tarihlere alıştırmayalım. Zaten en kötü ihtimalle 15 temmuza kadar vakti var.