29 Mayıs 2014 Perşembe

Bebeksiz Lohusa

Günler bomboş. B O M B O Ş. Ben bir lohusayım. Vücudum lohusa. Sezeryan izi taze, acısı da öyle. Dikişle rhareketimi kısıtlıyor. canım acıyor. Acaba diyorum isteyerek sezeryanla bebek dünyaya getiren her kadının canı bu kadar acıyor mu? Herhalde kucağında bebeği olunca mutluluktan hissetmiyorlardır. Ama ben böylece kaldım. Bozuk bir vücut, aynada tanıyamadığım bir yüz, karnında acı, içinde gözyaşı denizi. Ev bomboş. Benim içim de öyle. Her gün farklı yaşıyorum acımı. Ama bugünkü duyguyu hiç sevmedim. Boşluk duygusu. Yüzümde ifadesizlik, ne ağlayabiliyorum ne gülebiliyorum. Beni en çok kahreden düşünceleri özellikle aklıma getiriyorum. Bebeğim nerede? Bir mezarı bile olamayacak. Otopsi yapıp onu hastane çöplüğüne mi atacaklar? Ama o benim BEBEĞİMDİ! Kızıma istediği kardeşi veremedim. Memelerim süt gelmesin diye sargılı. Oysa ben şu an bebeğimi emzirecektim! Herşeyi hazırdı. Herşeyi hazırdı. Herşeyi hazırdı.... Gene bir damla yaş yok. Dün psikoloğa gitmeye başladık Emin'le. Travma uzmanı. Konuştuk anlattık. Doğru bir tespit yaptı. Biz bu hamilelikte tam hayata karşı gardımızı indirmişken darbe yedik. Gardımızı indirmiştik. Endişelerim benim gardımdı ve onları daha birkaç hafta önce tamamen indirmiştim. Şimdi bana "gençsin, bir daha denersin" diyorlar. Aslında onlar da korkuyorlar. Kimse bunu bir daha yaşamak istemez. Daha bitsin istemiyorum. Gözyaşı akıtmam, bağıra bağıra ağlamam gerek. Bugünkü boşluk neden? Kullandığım sakinleştiricidense onu istemiyorum.

Karanlık Günler, Sisli Düşünceler

Beyaz sayfaların önüne beni geçiren genelllikle duygularımdır. Ama sanırım ilk kez bu kadar yoğun bu duygular. O kadar yoğun ve keskin ki kaç gündür değil yazmak, konuşarak veya doyasıya ağlayarak bile dışa vuramıyorum. 35. haftaya kadar karnımda taşıdığım, artık aileden bir birey olarak görmeye başadığımız, doğumuna 3 bilmedin 4 hafta kaldığı için her şeyi, adı, odası, eşyası, ailedeki sevgisi ve yeri hazır olan bebeğimizi kaybettik. Kolay katlanılır bir şey değil. Daha 3 gün önce hamileydim. Tekmelerini hissedip oğlumla konuşuyordum. Bugün ise karnımda canıım acıtan bir sezeryan dikişiyle bebeksiz bir lohusalık yaşıyorum. Özenle yıkanıp katlanmış bebek giysileri gardıroptan kaldırıldı, bebek odası ailem tarafından ben hastaneden dönmeden toparlandı. Evde bebek beklendiğine dair izler benden önce yok edilmişti. Ama tabii onlar sadece kendi gözlerine görünen izleri saklayabildiler. Oysa ben, Ege bebek için boş bırakılmış bir fotoğraf çerçevesinde, kızımın bana yaptığı "kardeş için teşekkürler" yazılı anneler günü kartında ve bir sürü detayda o eksikliği görüyorum. Odasına girmeme gerek yok, koridorun o ucuna yaklaşmak, bizim yatak odamıza girmek bebeğimizin yokluğunu yzüme vuruyor. En çok da kızımın bu kadar çok istediği kardeşi ona verememek üzüyor. "Ama ben kardeş istiyordum..." deyişi, yüzündeki ifade gözümün önünden gitmiyor. Onu daha bu yaşında hayal kırıklığına uğratan hayata lanet ediyorum. Eşime, canım hayat arkadaşıma bakınca da suçluluk hissediyorum. Onu istediği oğula kavuşturmadım. Bir de benim ağlamalarıma, acıma bakıp bakıp destek olmak için güçlü durmaya çalışıyor. Deniz biraz şaşkın, özellikle benim karnımın acıması, tam yürüyememem, oturup kalkamamam konusunda ne yapacağını bilemiyor gibi. Yüzü asık. Gelip yanımda oturuyor, beni yanına çağırıyor, arada bir yanağımdan öpüyor ama normal sıcaklığı ve doğallığı yok. Benim ne kadar değişip ne kadar aynı kaldığımı anlamaya çalışıyor gibi. Hasar tespiti yapmaya çalışıyor. Karnıma ne kadar hızlı vurursa ne kadar acır, onu soruyor ve denemek isteğiyle elini kaldırıp gözlerime bakıyor. Bana bakıp "artık hamile değilsin, ama karnın hala hamile gibi görünüyor" dedi bana. Başka da yorum yapmıyor, soru sormmuyor. Yavaş yavaş eski doğal sevgisi aralardan kendini göstermeye başladı gibi. Onun yanında hep sağlam durmam ve günlük rutinlerimizin devam etmesi sayesinde nispeten iyi atlatıyor gibi. Peki ya ben? Daha dün gece konuyu düşünmek bile acı gözyaşlarına sebep olurken, kafam dağılsın diye yemek programlarına ve belgesellere kendimi verip ailem ve ziyarete gelen eş dostla başka konulardan konuşurken ne oldu da bu sabah beş buçukta birden kağıda kaleme sarıldım? Neden yatakta dikiş acısından sağa sola dönemeden yatarken kendime acıma seliyle gözyaşlarına boğulmadan bu konuyu enine boyuna düşünebildim? Çünkü 1-2 gündür ağlama krizlerinin sisleri arasından kendini bana gösteren bir fikri ilk kez pırıl pırıl gördüm. Evet, Deniz'den sonra 3 hamilelik denemem oldu. Birinin kalbini hiç duyamadık, ikincisinin kalbini 7. haftada duyduk, ama 8. haftada gitmişti. 2 mecburi kürtajın etkisiyle olmalı (tahminden öte bir kayıp sebebi yok elimizde) sonuncusu doğabilecek kadar gelişmişken karnımda can verdi. Oysa doğsa küveze bile girmeden yaşayacaktı. Toplam 4 hamilelik, 4 git gide kötüye giden sonuç. Burdan bakınca doğrusu 5. kez bu maceraya kalkışabileceğimi hiç sanmıyorum. Bu son denemede önceki iki kayıp yüzünden peşimi son haftalara kadar bırakmayan "ya yine kötü birşey olursa, bakalım bu sefer hangi aşamada başımıza kötülük gelecek" korkusu, olabilecek en kötü zamanda, doğuma bu kadar yakınken ve aslında artık bu endişeden tamamen kurtulmuşken gerçek oldu.. Tabii ki doğum yapıp yüzünü görüp memesiyle besleyip sonra bebeğini kaybedenler kadar vahim değil, ama bir dahaki sefere başıma bunun gelmesinden, hatta benim kızımı annesiz bırakma ihtimalimden ölesiye korkuyorum. Terapilere de katılsam, çok zaman da geçse bundan kurtulabileceiğmi sanmıyorum. Sezeryana girerken sevgili kocamın ameliyathane kapısında bana bakışının son bakışmamız olma ihtimalini yaşadım. Filmlerdeki gibi"bana birşey olursa kızımıza iyi bak" demek, onu ne kadar çok sevdiğimi söylemek istedim. Yapamadım. Ama o korkuyu çok derinde hissettim ve bu bana yetti. Şu an en büyük avuntum Deniz gibi harika bir çocuğum olması (insanların başına böyle işler hiç çocukları yokken de geliyor!) ve bu badirelerden sağ salim çıkmış, onu annesiz, kocamı ve ailemi bensiz bırakmamış olmam. Peki ama benim 2. bebeğe duyduğum önüne geçilmez arzum ne olacak? Hayatım boyunca, kendimi bildim bileli 3 çocuklu olmaya, tek çocuk annesi olmaktan daha yakın durdum. İki kesindi, kim bilir, belki 3 olabilirdi. Bakma gücü olup da 1 çocuk yapanlar bencildi, kardeş büyük bir hazineydi, yeğenler ve kuzenlerle dolu büyük bir aile çok değerliydi. İkinci çocuğumuz da olunca ailenin "tam" olacağına dair hislerim, tekrar çok özlediğim bebek kokusu, bebek sevgisi, minik eller ve minik ayaklar,ilk yürüyüş, ilk kelimeler, ilkler, ilkler... Hem artık 5 yaşına gelmiş kızım bu kadar olumluyken, bu kadar istekli ve hevesliyken. Tek ihtimal bu ikisi mi? Sezeryan veya normal ? Bir kez daha kendi fiziksel ve ruhsal sağlığımı tehlikeye atmadan çocuk sahibi olamaz mıyım? Neden kimsesiz bir çocuğu evlat edinmiyoruz? Benim karnımda büyümemiş, mememi emmemiş olsa da daha ilk aylarında olan minik bahtsız bir bebeği alıp benimsememiz çok mu zor? Bana şu an çok çok mümkün görünüyor. Bilmiyorum, belki de bu fikrin sabahın kör karanlığında beni yatakta heyecanla ve umutla doldurup uykumu kaçırması sadece hamilelikten yeni çıkmış hormonlarımın etkisidir. Belki şimdi süt gelmesin diye memelerime sardıkları bandajı açıp başkasının terke ettiği bir bebeği kendi Ege bebeğimmiş gibi emzirebileceğim duygusu geçicidir. Ama şu an o kadar canlı ki! Beklenen mutluluğun eve birkaç ay gecikmeli olarak ve farklı bir yoldan gelmesi mümkün değil mi? Farzetsek ki hamileliğim normaldeki gibi sürmedi de bebek doğduktan sonraki lohusalık da bitip hatta ben zayıflayıp vücudum tamamen normale dönünce bebeğime kavuşacağım. Tabii emziremeyeceğim. Ama ne yapalım, o zavkten mahrum kalmayı kabul edebilirim. Hamileliğin güzelliklerini, mutluluğunu, gururunu, herkesten şevkat ve ayrıcalık gördüğüm tatlı bekleyişi Ege bebek bana yaşattı. Sonunda aramıza katılamamış olsa da o tekmeciklerini hissetmek, yediklerime tepki verdiğini hissetmek, bizi duyduğunu düşünerek onunla konuşmak harikaydı. Beni kısa bir süre de olsa çok mutlu etti ve gitti. Ama dediğim gibi, hamileliğin o çok sevdiğim ve özlediğim tatlarını onun sayesinde yaşadım. Artık onları yaşamadan, sanki bu hamileliğimin gecikmiş sonucuymuş gibi bebek sevgisini gene yaşayamaz mıyım? Tabii bilemiyorum, ilk aylarını kim bilir nasıl bir ortamda geçirmiş, başka nnenin kucağına doğmuş bir bebekle o kutsal ve doğal anne-çocuk bağını kurabilir miyiz? Emin ona karşı babalık hisseder mi? Deniz ile arasında abla- kardeş sevgisi oluşur mu? Bu durumu Deniz'e nasıl açıklarız? İleride Deniz bu gerçeği kardeşinin yüzüne vurur mu bir kavga anında? Yoksa unutur gider mi? Genleri bir çocuğun karakterinin, olacağı kişinin ne kadarını etkiler? Biz ona Deniz'e verdiğimiz tüm sevgiyi versek, aynı ilgiyi, aynı imkanları sağlasak, genleri yüzünden bambaşka, belki daha kötü, problemli, veya ne bileyim vefasız olabilir mi? Bizi sevmeyebilir mi? Peki biz ona gerçekten aynı sevgiyi ilgiyi ve şavkati büyüdükçe, sonuna kadar verebilir miyiz? O kadar çok, ve o kadar hayati sorular var ki! Daha önce düşünmek ve araştırmak zorunda kalmadığımız için hakkında hiç bir şey bilmediğimiz, tamamen yabancı bir konu bu. Yine de araştırmaya değer değil mi? İşte bu düşünceler beni umut ve heyecandan uyutmadı. Mutluluk veren güzel hayaller kurdum durdum yattığım yerde güneş doğarken. Güneş yükseldikçe içimde artan bütün bu soruları göz ardı etmiyorum tabii. Daa bu konuda Emin ve ailenin geri kalanı ne düşünür onu tahmin bile edemiyorum. Aslında benim coşmuş hormonlarımın da etkisiyle herkesten çok daha hevesli hissettiğimden, kimsenin bu hevesi paylaşmayacağından eminim. Hormanlarım, vücudum ve hayatım normale döndüğünde ben ne hissediyor olacağımdan da emin olmak mümkün değil. Biraz da o yüzden yazdım şevkle bu yazıyı. Fark ettim ki yazdıkça çok da iyi geldi. Kendi kendime bir terapi oldu, acımı hafifletti kelimelere dökmek. Ama asıl motivasyonum bu evlat edinerek özlediğimiz evlada gecikmeli olarak kavuşma fikrinin bende doğurduğu heyecanı kaybetmemek oldu. Bu fikri biraz nadasa bırakacağım. İyileşmeye bakıp önümüzdeki yazı ailemle tatil yaparak geçireceğim. Eğer iki üç ay sonra geri dönüp bu yazıyı okuduğumda aynı sıcak umudu ve heyecanı hissedersem, "saçmalamışım" demezsem tamamdır bu iş. O zaman araştırıp soruşturulacak konular pedagoglar, psikologlar ve avukatlar yardımıyla araştırılır. Yaşanmış örnekler bulunup konuşulur. Aile fertleri ikna edilir. Asıl önemlisi Emin'in ne düşüneceği zaten. Gerisi ikna olur. Asıl bizim çekirdek ailemizin uzun vadede mutluluğu önemli. Şimdiye kadar sağladığımız mutlu huzurlu aile ortamın katkısı mı olur böyle bir kararın, yoksa zarar verme ihtimali de var mı? Uzun vadede bunları görmek, doğru tespit etmek çok zor. Kimse gelecekte ne olacağını bilemez ve hiç bir şeyin garantisi yok. Hayat bana bugüne kadar bunu öğretti. Ama bu ihtimali de göz ardı edemiyorum. Belki de bir şanssız bebeğin hayatı kurtulsun diye yaşadık biz bu yaşadıklarımızı? "Kader, kısmet, takdir-i ilahi, her işte bir hayır vardır" gibi sözlerle beni avutanlardan kim bunu reddedebilir ki? Belki fallarda çıkan renkli gözlü oğlanı, ya da rüyama giren topaç gibi, sarışın, "Hayat" adlı kız bebeği kendi rahmimde değil bir yetimhanede bulacağım?