10 Ağustos 2014 Pazar

Tatil nasıl gidiyor?

Tatil nasıl gidiyor? Sahilde bütün hamile kadınlar ve minik bebekli anneler yakinima denk geliyor, Önümde oynayan erkek çocuklardan birinin adı Ege oluyor, hatta bugün Deniz'i sevip benimle konuşan 14 yaşında bir kızın ilk sorusu "Başka çocuğunuz var mi" oldu... Gnelde iyi gidiyor tatil ama böyle tesadüfler o an gözlerimi yaşla dolduruyor. Annemin "fotoğraf çekelim de facebooka koyalim" demesi o fotoğraftaki eksikliği hatırlatıyor. Bir de en yakınlarımin "Oh, ne guzel, cok mutluyum" veya " Allah evinizi, tatilinizi içinize sindirsin" veya "En kötü günümüz böyle olsun " demeleri acayip geliyor. Demek herkes unuttu gitti diyorum. Bir tek ben bunları söyleyemiyorum.Telefonda Emin birilerine "Iyiyiz, bir yaramazlik yok" dediginde "Daha ne yaramazlik olsun, bir eksik geldik buraya" demek istiyorum. Ama daha iyiyim tabii. Bir eksiğimizi unutup iyi vakit geçirdiğim anlar git gide artıyor.Hatta çoğu zaman gayet iyiyim, ta ki bir şey içimdeki seli tetikleyene kadar.

Istanbul'a gelmek

Denizin soyleyisiyle: içimde ağlama hissi var. 2,5 ay öncesine kadar boşuna bir hevesle bebek hazırlıkları yaptığım şehre 1 ay sonra tekrar geldiğim ve hersey bana o günleri hatırlattığı için. Hürriyet pazarda röportajını okuduğum birkaç hafta sonra öleceğini bilen 5-9 yaşlarında 2 çocuk annesi kadın için. Manikür yapan kadın beni hamilemi yeni doğum yapmış mi olduğumu sorduğu için. Hatta ben cesmede günümü gün ederken annem yaşında kadın bütün yazı burada manikür pedikur yaparak geçirmek zorunda olduğu için. Kuafördeki çok güzel yüzlü oğlan çocuğu -ki bebek değil 12 yaşlarındaydı benim oğlum olmadığı için ağlamak istiyorum.

3 Temmuz 2014 Perşembe

Yaz tatili

Yaz tatilleri çocukların geleceğe anılar biriktirdiği masalsı bir dönemdir.umarim bu yaz kızımın geleceğe güzel anılar biriktirdiği bir yaz olur. Ben kendi adıma co güzel anılar biriktirecek gibi hissetmiyorum. Kocam sayesinde çeşitli ek seyahatler ve aktivitelerle çok güzel ve hareketli bir yaz olacak kesin ama ben her an bir yağmur bulutunun gölgesinde gibiyim. Gölgeden kurtuldugum anlar çok az. Kiraladığımız yazlığı bebeğimiz olacağı için kiralamıştik ve su an arabada bizimle bebeğimiz de yolculuk yapıyor olacaktı. Insan nereye giderse gitsin kendini de yanında götürüyor. Yine de Tuzlu suyun yorgunlugumu alacagini, toprağa yalınayak basmanın kotu elektrigimi akıtacaginı ve biraz spor yapmanın (terapistimin dediği gibi) antidepresan etkisi yapacağını umarak gidiyorum.

22 Haziran 2014 Pazar

Kötü şaka

Bir hamilelik, bir sevinç. 7. Haftada -Aaaaa, kalp atışı yok, neyse canım olur böyle şeyler, üzülmeyin bir daha yaparsınız, olur. Bir hamilelik daha, bir sevinç daha. 8. Haftada -Aaaaa, kalp atışı yok, neyse canım olur böyle şeyler, üzülmeyin bir daha yaparsınız, olur. Bir hamilelik daha, çok temkinli bir sevinç. 35. hafta, tamam artık, bu sefer oldu, Allah'ın hakkı 3 zaten, bitti işte mutlu son geldi, hastane çantası, bebek odası derken -Aaaaa, kalp atışı yok, neyse canım olur böyle şeyler, bu sefer de kordon kazası, üzülmeyin bir daha yaparsınız. Bir dahakine vallahi olur. Dalga mı geçiyorsunuz benimle? Bu nasıl bir aymazlık, bu nasıl safça bir iyimserlik! Her seferinde gördük "bir dahaki sefer"i. Lütfen kimse bana bir daha hamile kalmaktan bahsetmesin!

Rapor Sonuçları

Rapor sonuçları çıkmış. Hiçbir şey bulunamamış. Ne bebekte, ne de bende. Hiçbir geçerli sebep yok. Sadece bir kaza. Hayata karşı kalbim kırık. Hayata karşı kalbim ÇOK kırık.

6 Haziran 2014 Cuma

Haziran

Yağmur durmuyor. Etraf kapkaranlık. Haziran için ne beklenmedik bir hava! Ne beklenmedik bir haziran! Oysa iple çektiğimiz aydı. Başında veya ortasında kucağımıza alacaktık Ege'yi. Şimdi Haziran geldi, ama Ege yok. Yaz başında güneş tatlı tatlı ısıtırken pusete koyup gezdirecektik onu. Parkta ablası fıskiyede ıslanırken o da ana kucağında uyuyacaktı. Haziran geldi, Ege yok. Güneş de yok. Yağmur var, gözyaşı var. Ben de doğursam ileride bir gün, evlat da edinsem fark etmez, o bebek Ege Bebek olmayacak. 2013 yaz fotoğraflarına baktım. Mutlu, güzel günler. Deniz Sakız Adası'nda, elinde mum, gittiği her kilisede mum yakıp erkek kardeş diliyor. Hayat gene öyle mutlu ve umut dolu olacak mı? Başka albümlere yeni doğmuş oğlumuzla çekilmiş 4 kişilik aile fotoğraflarımızı dizebilecek miyiz? Bu günleri çok geride kalmış ve atlatılmış günler olarak hüzünlü bir gülümsemeyle hatırlayıp geçebilecek miyiz? Bebek oğullarıyla beraber bizi ziyarete gelenler oldukça görüyorum ki ben bu bebeği fazlasıyla istiyorum. Öyle veya böyle, (en az) iki çocuklu olmaktan vazgeçmeyeceğim. Kızımı büyüyüce aile toplantılarında kardeşiyle anılarını (defalarca) gülerek anlatıp durmaktan, kötü gününde kardeşinin (veya kardeşlerinin) desteğini hissetmekten, hala veya teyze olup yeğenlerini sevmekten alıkoymayacağım. Bu haziran olmadı. Başka bir ayda öyle veya böyle olduracağım.

1 Haziran 2014 Pazar

Acıyı Paylaşmak

Bugünlerde neden insanın böyle zamanlarda bir terapiste ihtiyaç duyduğunu çok iyi anlıyorum. Çünkü çevrenizdeki insanlar, aileniz, arkadaşlarınız, çok da yakın olmayan arkadaşlarınız; sürekli yanınızda olanlar veya kısa-uzun ziyaretlerde bulunanlar, bir geçmiş olsun deyip hiçbirşey olmamış gibi başka başka konulardan konuşuyorlar. Bakalım ben başka şeylerden konuşmak istiyor muyum? Hiçbir şey yokmuş gibi yapmak bana iyi mi geliyor yoksa tersi mi? İnsan en yakınıyla bile konuşup acısını paylaşamıyor. En iyi ihtimalle onu üzmemek için. Ege bebek ve acı kaybımız git gide konuşulmayan bir tabuya dönüşüyor. Özlem gizli gizli ağlıyor, herkes onu "iyi" sanıyor. Doya doya konuşup acıyı paylaşmak ancak bir terapistle mümkün.

Sahipsiz Kapı Süsü

Bir telefon çaldı. Biliyordum kimin aradığını, tahmin ediyordum. Açtım. Duyguları boşaltılmış halimle 2 kelime konuştum. "Tamam, teşekkürler" Telefonu kapatınca bir iki dakika oturmaya ve bakmaya devam ettim. Emin sordu: "Kimdi?" "Hiç, bebek odası için sipariş ettiğim süs hazırmış." Cümle bitince yıkıldı baraj. Önce bir iki damla su, minik bir çatlaktan yolunu buldu. Sonra daha büyük bir çatırtı. Duvarlar yıkıldı, dev kapılar açıldı. Duygular hıçkırık ve gözyaşı seli olarak geri döndüler. Duşun sağladığı mahrem ortamda, kimsenin görmesini istemediğim kadar çok ağladım. Çok şükür...

29 Mayıs 2014 Perşembe

Bebeksiz Lohusa

Günler bomboş. B O M B O Ş. Ben bir lohusayım. Vücudum lohusa. Sezeryan izi taze, acısı da öyle. Dikişle rhareketimi kısıtlıyor. canım acıyor. Acaba diyorum isteyerek sezeryanla bebek dünyaya getiren her kadının canı bu kadar acıyor mu? Herhalde kucağında bebeği olunca mutluluktan hissetmiyorlardır. Ama ben böylece kaldım. Bozuk bir vücut, aynada tanıyamadığım bir yüz, karnında acı, içinde gözyaşı denizi. Ev bomboş. Benim içim de öyle. Her gün farklı yaşıyorum acımı. Ama bugünkü duyguyu hiç sevmedim. Boşluk duygusu. Yüzümde ifadesizlik, ne ağlayabiliyorum ne gülebiliyorum. Beni en çok kahreden düşünceleri özellikle aklıma getiriyorum. Bebeğim nerede? Bir mezarı bile olamayacak. Otopsi yapıp onu hastane çöplüğüne mi atacaklar? Ama o benim BEBEĞİMDİ! Kızıma istediği kardeşi veremedim. Memelerim süt gelmesin diye sargılı. Oysa ben şu an bebeğimi emzirecektim! Herşeyi hazırdı. Herşeyi hazırdı. Herşeyi hazırdı.... Gene bir damla yaş yok. Dün psikoloğa gitmeye başladık Emin'le. Travma uzmanı. Konuştuk anlattık. Doğru bir tespit yaptı. Biz bu hamilelikte tam hayata karşı gardımızı indirmişken darbe yedik. Gardımızı indirmiştik. Endişelerim benim gardımdı ve onları daha birkaç hafta önce tamamen indirmiştim. Şimdi bana "gençsin, bir daha denersin" diyorlar. Aslında onlar da korkuyorlar. Kimse bunu bir daha yaşamak istemez. Daha bitsin istemiyorum. Gözyaşı akıtmam, bağıra bağıra ağlamam gerek. Bugünkü boşluk neden? Kullandığım sakinleştiricidense onu istemiyorum.

Karanlık Günler, Sisli Düşünceler

Beyaz sayfaların önüne beni geçiren genelllikle duygularımdır. Ama sanırım ilk kez bu kadar yoğun bu duygular. O kadar yoğun ve keskin ki kaç gündür değil yazmak, konuşarak veya doyasıya ağlayarak bile dışa vuramıyorum. 35. haftaya kadar karnımda taşıdığım, artık aileden bir birey olarak görmeye başadığımız, doğumuna 3 bilmedin 4 hafta kaldığı için her şeyi, adı, odası, eşyası, ailedeki sevgisi ve yeri hazır olan bebeğimizi kaybettik. Kolay katlanılır bir şey değil. Daha 3 gün önce hamileydim. Tekmelerini hissedip oğlumla konuşuyordum. Bugün ise karnımda canıım acıtan bir sezeryan dikişiyle bebeksiz bir lohusalık yaşıyorum. Özenle yıkanıp katlanmış bebek giysileri gardıroptan kaldırıldı, bebek odası ailem tarafından ben hastaneden dönmeden toparlandı. Evde bebek beklendiğine dair izler benden önce yok edilmişti. Ama tabii onlar sadece kendi gözlerine görünen izleri saklayabildiler. Oysa ben, Ege bebek için boş bırakılmış bir fotoğraf çerçevesinde, kızımın bana yaptığı "kardeş için teşekkürler" yazılı anneler günü kartında ve bir sürü detayda o eksikliği görüyorum. Odasına girmeme gerek yok, koridorun o ucuna yaklaşmak, bizim yatak odamıza girmek bebeğimizin yokluğunu yzüme vuruyor. En çok da kızımın bu kadar çok istediği kardeşi ona verememek üzüyor. "Ama ben kardeş istiyordum..." deyişi, yüzündeki ifade gözümün önünden gitmiyor. Onu daha bu yaşında hayal kırıklığına uğratan hayata lanet ediyorum. Eşime, canım hayat arkadaşıma bakınca da suçluluk hissediyorum. Onu istediği oğula kavuşturmadım. Bir de benim ağlamalarıma, acıma bakıp bakıp destek olmak için güçlü durmaya çalışıyor. Deniz biraz şaşkın, özellikle benim karnımın acıması, tam yürüyememem, oturup kalkamamam konusunda ne yapacağını bilemiyor gibi. Yüzü asık. Gelip yanımda oturuyor, beni yanına çağırıyor, arada bir yanağımdan öpüyor ama normal sıcaklığı ve doğallığı yok. Benim ne kadar değişip ne kadar aynı kaldığımı anlamaya çalışıyor gibi. Hasar tespiti yapmaya çalışıyor. Karnıma ne kadar hızlı vurursa ne kadar acır, onu soruyor ve denemek isteğiyle elini kaldırıp gözlerime bakıyor. Bana bakıp "artık hamile değilsin, ama karnın hala hamile gibi görünüyor" dedi bana. Başka da yorum yapmıyor, soru sormmuyor. Yavaş yavaş eski doğal sevgisi aralardan kendini göstermeye başladı gibi. Onun yanında hep sağlam durmam ve günlük rutinlerimizin devam etmesi sayesinde nispeten iyi atlatıyor gibi. Peki ya ben? Daha dün gece konuyu düşünmek bile acı gözyaşlarına sebep olurken, kafam dağılsın diye yemek programlarına ve belgesellere kendimi verip ailem ve ziyarete gelen eş dostla başka konulardan konuşurken ne oldu da bu sabah beş buçukta birden kağıda kaleme sarıldım? Neden yatakta dikiş acısından sağa sola dönemeden yatarken kendime acıma seliyle gözyaşlarına boğulmadan bu konuyu enine boyuna düşünebildim? Çünkü 1-2 gündür ağlama krizlerinin sisleri arasından kendini bana gösteren bir fikri ilk kez pırıl pırıl gördüm. Evet, Deniz'den sonra 3 hamilelik denemem oldu. Birinin kalbini hiç duyamadık, ikincisinin kalbini 7. haftada duyduk, ama 8. haftada gitmişti. 2 mecburi kürtajın etkisiyle olmalı (tahminden öte bir kayıp sebebi yok elimizde) sonuncusu doğabilecek kadar gelişmişken karnımda can verdi. Oysa doğsa küveze bile girmeden yaşayacaktı. Toplam 4 hamilelik, 4 git gide kötüye giden sonuç. Burdan bakınca doğrusu 5. kez bu maceraya kalkışabileceğimi hiç sanmıyorum. Bu son denemede önceki iki kayıp yüzünden peşimi son haftalara kadar bırakmayan "ya yine kötü birşey olursa, bakalım bu sefer hangi aşamada başımıza kötülük gelecek" korkusu, olabilecek en kötü zamanda, doğuma bu kadar yakınken ve aslında artık bu endişeden tamamen kurtulmuşken gerçek oldu.. Tabii ki doğum yapıp yüzünü görüp memesiyle besleyip sonra bebeğini kaybedenler kadar vahim değil, ama bir dahaki sefere başıma bunun gelmesinden, hatta benim kızımı annesiz bırakma ihtimalimden ölesiye korkuyorum. Terapilere de katılsam, çok zaman da geçse bundan kurtulabileceiğmi sanmıyorum. Sezeryana girerken sevgili kocamın ameliyathane kapısında bana bakışının son bakışmamız olma ihtimalini yaşadım. Filmlerdeki gibi"bana birşey olursa kızımıza iyi bak" demek, onu ne kadar çok sevdiğimi söylemek istedim. Yapamadım. Ama o korkuyu çok derinde hissettim ve bu bana yetti. Şu an en büyük avuntum Deniz gibi harika bir çocuğum olması (insanların başına böyle işler hiç çocukları yokken de geliyor!) ve bu badirelerden sağ salim çıkmış, onu annesiz, kocamı ve ailemi bensiz bırakmamış olmam. Peki ama benim 2. bebeğe duyduğum önüne geçilmez arzum ne olacak? Hayatım boyunca, kendimi bildim bileli 3 çocuklu olmaya, tek çocuk annesi olmaktan daha yakın durdum. İki kesindi, kim bilir, belki 3 olabilirdi. Bakma gücü olup da 1 çocuk yapanlar bencildi, kardeş büyük bir hazineydi, yeğenler ve kuzenlerle dolu büyük bir aile çok değerliydi. İkinci çocuğumuz da olunca ailenin "tam" olacağına dair hislerim, tekrar çok özlediğim bebek kokusu, bebek sevgisi, minik eller ve minik ayaklar,ilk yürüyüş, ilk kelimeler, ilkler, ilkler... Hem artık 5 yaşına gelmiş kızım bu kadar olumluyken, bu kadar istekli ve hevesliyken. Tek ihtimal bu ikisi mi? Sezeryan veya normal ? Bir kez daha kendi fiziksel ve ruhsal sağlığımı tehlikeye atmadan çocuk sahibi olamaz mıyım? Neden kimsesiz bir çocuğu evlat edinmiyoruz? Benim karnımda büyümemiş, mememi emmemiş olsa da daha ilk aylarında olan minik bahtsız bir bebeği alıp benimsememiz çok mu zor? Bana şu an çok çok mümkün görünüyor. Bilmiyorum, belki de bu fikrin sabahın kör karanlığında beni yatakta heyecanla ve umutla doldurup uykumu kaçırması sadece hamilelikten yeni çıkmış hormonlarımın etkisidir. Belki şimdi süt gelmesin diye memelerime sardıkları bandajı açıp başkasının terke ettiği bir bebeği kendi Ege bebeğimmiş gibi emzirebileceğim duygusu geçicidir. Ama şu an o kadar canlı ki! Beklenen mutluluğun eve birkaç ay gecikmeli olarak ve farklı bir yoldan gelmesi mümkün değil mi? Farzetsek ki hamileliğim normaldeki gibi sürmedi de bebek doğduktan sonraki lohusalık da bitip hatta ben zayıflayıp vücudum tamamen normale dönünce bebeğime kavuşacağım. Tabii emziremeyeceğim. Ama ne yapalım, o zavkten mahrum kalmayı kabul edebilirim. Hamileliğin güzelliklerini, mutluluğunu, gururunu, herkesten şevkat ve ayrıcalık gördüğüm tatlı bekleyişi Ege bebek bana yaşattı. Sonunda aramıza katılamamış olsa da o tekmeciklerini hissetmek, yediklerime tepki verdiğini hissetmek, bizi duyduğunu düşünerek onunla konuşmak harikaydı. Beni kısa bir süre de olsa çok mutlu etti ve gitti. Ama dediğim gibi, hamileliğin o çok sevdiğim ve özlediğim tatlarını onun sayesinde yaşadım. Artık onları yaşamadan, sanki bu hamileliğimin gecikmiş sonucuymuş gibi bebek sevgisini gene yaşayamaz mıyım? Tabii bilemiyorum, ilk aylarını kim bilir nasıl bir ortamda geçirmiş, başka nnenin kucağına doğmuş bir bebekle o kutsal ve doğal anne-çocuk bağını kurabilir miyiz? Emin ona karşı babalık hisseder mi? Deniz ile arasında abla- kardeş sevgisi oluşur mu? Bu durumu Deniz'e nasıl açıklarız? İleride Deniz bu gerçeği kardeşinin yüzüne vurur mu bir kavga anında? Yoksa unutur gider mi? Genleri bir çocuğun karakterinin, olacağı kişinin ne kadarını etkiler? Biz ona Deniz'e verdiğimiz tüm sevgiyi versek, aynı ilgiyi, aynı imkanları sağlasak, genleri yüzünden bambaşka, belki daha kötü, problemli, veya ne bileyim vefasız olabilir mi? Bizi sevmeyebilir mi? Peki biz ona gerçekten aynı sevgiyi ilgiyi ve şavkati büyüdükçe, sonuna kadar verebilir miyiz? O kadar çok, ve o kadar hayati sorular var ki! Daha önce düşünmek ve araştırmak zorunda kalmadığımız için hakkında hiç bir şey bilmediğimiz, tamamen yabancı bir konu bu. Yine de araştırmaya değer değil mi? İşte bu düşünceler beni umut ve heyecandan uyutmadı. Mutluluk veren güzel hayaller kurdum durdum yattığım yerde güneş doğarken. Güneş yükseldikçe içimde artan bütün bu soruları göz ardı etmiyorum tabii. Daa bu konuda Emin ve ailenin geri kalanı ne düşünür onu tahmin bile edemiyorum. Aslında benim coşmuş hormonlarımın da etkisiyle herkesten çok daha hevesli hissettiğimden, kimsenin bu hevesi paylaşmayacağından eminim. Hormanlarım, vücudum ve hayatım normale döndüğünde ben ne hissediyor olacağımdan da emin olmak mümkün değil. Biraz da o yüzden yazdım şevkle bu yazıyı. Fark ettim ki yazdıkça çok da iyi geldi. Kendi kendime bir terapi oldu, acımı hafifletti kelimelere dökmek. Ama asıl motivasyonum bu evlat edinerek özlediğimiz evlada gecikmeli olarak kavuşma fikrinin bende doğurduğu heyecanı kaybetmemek oldu. Bu fikri biraz nadasa bırakacağım. İyileşmeye bakıp önümüzdeki yazı ailemle tatil yaparak geçireceğim. Eğer iki üç ay sonra geri dönüp bu yazıyı okuduğumda aynı sıcak umudu ve heyecanı hissedersem, "saçmalamışım" demezsem tamamdır bu iş. O zaman araştırıp soruşturulacak konular pedagoglar, psikologlar ve avukatlar yardımıyla araştırılır. Yaşanmış örnekler bulunup konuşulur. Aile fertleri ikna edilir. Asıl önemlisi Emin'in ne düşüneceği zaten. Gerisi ikna olur. Asıl bizim çekirdek ailemizin uzun vadede mutluluğu önemli. Şimdiye kadar sağladığımız mutlu huzurlu aile ortamın katkısı mı olur böyle bir kararın, yoksa zarar verme ihtimali de var mı? Uzun vadede bunları görmek, doğru tespit etmek çok zor. Kimse gelecekte ne olacağını bilemez ve hiç bir şeyin garantisi yok. Hayat bana bugüne kadar bunu öğretti. Ama bu ihtimali de göz ardı edemiyorum. Belki de bir şanssız bebeğin hayatı kurtulsun diye yaşadık biz bu yaşadıklarımızı? "Kader, kısmet, takdir-i ilahi, her işte bir hayır vardır" gibi sözlerle beni avutanlardan kim bunu reddedebilir ki? Belki fallarda çıkan renkli gözlü oğlanı, ya da rüyama giren topaç gibi, sarışın, "Hayat" adlı kız bebeği kendi rahmimde değil bir yetimhanede bulacağım?

28 Nisan 2014 Pazartesi

İlk ayrılık

24 Nisan 2014, ailemizin tarihine not düşmek gereken bir gün, bu gece büyük bir ilk. Deniz bensiz Manisa'ya gitti babasıyla. İlk kez gece ayrılığı demek bu. Hem 1 değil 2 değil, 3 veya 4 gece yoklar. Emin Manisa'dan Çesme'ye geçip bebeğimiz doğduktan sonra yazın ikinci yarısını geçirmek için kiralamak istediğimiz yazlığı seçecekti. Deniz'i götürmek hesapta yoktu. Tamamen kendisi istedi gitmeyi, son ana kadar da hiç fikri değişmedi. Ondan çok ben ilk kez bu kadar ayrı kalmanın endişesini ve hüznünü yaşadım. Son gece kızıma sarılıp yatarken "Hay Allah! Nasıl olacak yani, yarın gece kızımı uyurken koklayamayacak mıyım? " diye düşündüğümde çok zor gelmisti ayrılık fikri. Ama gördüm ki asıl zorluk ayrılana kadarmış. Vedalaştıktan sonra aklıma arabayla baba kız giderken bir kaza geçirmeleri ihtimali gülmeseydi baya kolay olacaktı ilk gün. Ama o ihtimal yok mu! Kafamdan atmam ve sakince normal hayatıma başlamam birkaç saat daha aldı. Iyilik haberlerini aldıktan sonra da özgürlüğün tadı çıkmaya başladı. Üniversiteli arkadaşlarımla bir sergi açılışında cook uzun zamandır özledigim bir buluşma, sonrasında yemek, en yakın canım arkadaşımla gece beraber kalıp 2 film üst üste izlemek, 2 lerde yatıp 11 lere kadar uyumak, hicbirsey yapmak zorunda olmamak. Sabah kahvaltı hazırlayacak kimsem olmadığı için kendime sadece 2 dilim ekmek hazırlayıp koltukta atıştırmak gibi basit şeylerle mutlu oldum. Deniz 'in odasının önünden geçerken veya vestiyerdeki montunu görünce içim hasretle cız etmedi degil, ama odama varana veya dolabı kapatana kadar. Bir de telefonda konuşmalar ve fotoğraf göndermeler daha da özlememe sebep oldu. Onun dışında hızlıca geçti başta upuzun görünen 4 gece. Yine de bir gece daha kalmayacakları için mutluyum ve bu akşamki gelişlerini iple çekiyorum artık. Allah kimseyi ailesinden kötü sebeplerle, uzun süreli ayrı düşürmesin! Ayrılığın Deniz cephesini merak edenlere söylemeliyim ki kızım böyle bir geziye benim tahminimden çok daha fazla hazırmış. İlk gece uyanıp beni istemiş, babası "Annen burada değil, istersen sabah telefon ederiz" deyince babasına sarılıp uyumuş. Ancak 3 gece sonra "Ben annemi özledim, ne zaman dönüyoruz?" diye sormuş, sonra aldığı cevabı kabul etmiş. Bütün yolculukta çok uyumlu ve mutluymuş kuzum. Babaannesine ve halasına "Ben sizi çok özlemişim" deyip durmuş. Çesme'ye gelince de "En sevdiğim yer Çeşme!" diye bildirmiş kararını :) Bunu duyduğuma sevindim, çünkü bu yaz ilk kez kendi kiraladığımız evde 1,5 ay gibi uzun bir süre orada olacağız. Minik kızımızın o kadar da minik olmadığını gösteren büyük adamlardan birini aşmış olduk böylece. Bilmiyorum, belki büyütüyor gibi görünüyor olabilirim ama biz pek çok başka ailenin tersine bunu hiç yapmamıştık ve Denizin normalde istanbuldaki hayatında bana olan düşkünlüğü nedeniyle gerekli bir ayrılıkta toleranslı olamayacağından korkuyorduk. Artık endişemizin boşuna olduğunu gördük, ne mutlu bize!

22 Şubat 2014 Cumartesi

23. hafta ve ilk 12'ye dönüş

İkinci hamilelik farklı oluyor diyorlardı. Şimdi içinde bulunduğum "farklı" psikolojinin sebebi sadece bunun ikinci sefer olması mı, emin değilim. Sanırım Deniz'den sonra 2 tane bebeğimi gelişimleri devam etmeyip kaybettiğim için hamilelik ve doğum konusunda iyimserliğim ve rahatlığım azaldı. İlkinde nerdeyse sıfır olan endişe oranım bir hayli yükseldi. Öyle ya, hiçbir konu için "benim başıma gelmez canım" diyemeyeceğimi hatırlattı olanlar bana. Şimdi 23. haftaya girdik, hala bir diken üzerinde olma hali. 2 güm önce detaylı ultrasona girdim, bebek güzel gelişiyor, herşey normal. Bir şey hariç, ve o da bana huzur vermiyor. Doktor rahmimde 1-2 tane ( büyük ihtimalle geçirdiğim 2 mecburi kürtaj yüzünden oluşmuş olan) "yapışıklıklar" tespit etti. Bunlar rahmin iki çeperi arasında bağlı duran ince ipler gibi. Anladığım kadarıyla önemli olan yerleri dolayısıyla bebeğin hareketlerini ve büyümesini etkilememeleri. Doktorum uzun bir incelemeden sonra bende böyle bir durum olmadığını söyledi. Oğlumuz serbestçe hareket edebiliyormuş. Ama bu teşhis tam benim "bu çocuk neden hala şöyle sıkı bir tekme atmadı, Deniz bu haftalarda içerde horon tepiyordu, babası da dışarıdan rahatlıkla hissediyordu" şeklindeki düşüncelerimin tam üstüne gelince doktorun söyledikleri içimi çok da rahatlatamadı. Şimdi bol bol kendimi dinleyip (daha doğrusu bebeğimi dinleyip) hareketleri normal mi anlamaya çalışıyorum. Doktor 3 hafta sonraya randevu verdi ama ben 2 hafta dayanırsam iyidir... Bu arada hamileliğimin başlarında telefonuma yazdığım kısa notlar vardı, bir türlü buraya geçirip yazı haline dönüştüremediğim. İlk 12 haftaya küçük bir "flash back" yapıp onları oldukları gibi yayınlıyorum:

12. Hafta

Sonunda beklenen ve hiç gelmeyecek gibi görünen 12. hafta kontrolu geldi! Aslında gerçekten de gelmeme riski olduğu için korkuyordum. Şimdi ise 12yi tamamlamaya 2 gün kaldı. Bu cuma 2'li test için doktora gideceğiz ve herşey yolundaysa 1-2 gün sonra da serklaj. Şu meşhur 12. hafta kitaplarda ve makalelerdekine tam uyan tanımlarıyla gelişini her türlü hisssettirdi. Ne derlermiş ikinci trimester için: "Hamileliğin altın çağı". Gerçekten de 12 nin başından itibaren bulantılar azaldı, baş dönmeleri ve yoğun tadlardan kokulardan rahatsız oluşum da geçti. Tabii bu beraberinde 3 aydır canım istemediği için yanından geçmediğim tatlılara özlemi ve iştahı da beraberinde getirdi. Şimdiye kadar kendiliğinden oluşan tatlısız beslenme şekli için artık nefsimle mücadele etmem gerekecek demektir!Gazam mübarek olsun! Bir yandan da hormonların insan vücudundaki önemini ve değişikliklerden nasıl sorumlu olduklarını tecrübe ediyorum. Tam kitabına uygun şekilde bu hafta karnım belirginleşti (bu hafta rahim yukarı çıkarmış o yüzdenmiş) sık sık tuvalete koşturma maratonu hafifledi ve kendime bakışım, bedenimi görüş şeklim değişti. Şöyle açıklayayım: şimdiye kadar karnımda bir şişlik ile kendimi son derece şiş ve kilolu, seksapelden uzak hissedip ne giyinmeye ne makyaj yapmaya en ufak istek duymadım. Yapsam da kendimi hiç beğenmedim. 12. haftanın sihirli günleri bir başladı ben tekrar ben oldum. Acilen gidip üzerime oln (ve ileriki aylarda olacak olan) pantolonlar aldım, birkaç yeni takı, gözleri ortaya çıkaran bir makyaj ve bir de baktım ayna karşısında gayet kendinden hoşnut bir kadın. Hatta gece hangi geceliği giyse de XL olmuş yeni göğüslerini kocası fark etse diye düşünen bir kadın! 2 gün öncesine göre olsa olsa daha şiş bir karna ve sivilceli bir yüze sahip olduğuma göre (gerçekçi bir bakış) bendeki bu psikolojik değişiklikten hormonlarım sorumlu değilse nedir?

9. hafta

Günün özeti: 8'e doğru Deniz'le beraber kalkış, biraz çizgi film, kahvaltı ve 10 civarı okula gidiş. Dönüşte ayakta zor durma ve kendimi yatağa dar atma hali. l1 civarı uykuya dalış ve 14:20'de kalkış! Ne kadarı hamileliğin 8+6 sından, ne kadarı geçmekte olan gripten bilmiyorum ama uykuya doymuyorum. Yeni rutinim bu şekilde. Sonra bloglar aleminde veya ev işiyle 2 saat ve Deniz'i okuldan almamla annelik mesaisi gene başlıyor. Bu aralar hayatım 2 haftalık bölümlere ayrılmış durumda. Doktor kontrolü, bir 2 haftalık süreci bitirip diğerini başlatıyor. Her kontrolden sonra "bu 2 hafta nasıl geçecek şimdi!" duygusuyla ayrılıyorum hastaneden. Bugün mesela iki haftalık sürecin tam ortasındayım ve içimde endişe had safhada. İçimdeki bebeğin 9 haftalık kalbinin hala atıp atmadığını öğrenmem gerek. Sanırım yarın doktorun istediği rutin idrar ve kan tahlillerimi yaptırmaya hastaneye gittiğimde bir kadın doğumcunun (benim doktorum evden çok uzakta olduğu için başkasının) kapısını çalıp ultrasonla bakmasını isteyeceğim.

8. Hafta

Önceki 2 bebeği 7. e 8. haftalarda kaybettiğimiz için bizi en çok korkutan ve heyecanla beklediğimiz o 8. hafta randevusunu mutlu haberlerle atlattık. Kendi kalp atışlarımdan bebeğinkini duyamayacağız diye düşünürken onunkiler daha da kuvvetli, gümbür gümbür gelip odayı doldurdu. 1,3 cm boyunda bir canlının, bir insan müsveddesinin şimdiden kalbinin olması gene bize mucizesini iliklerimize kadar hissettirdi.Derin bir "oh" çekip rahatlamak üzereydik ki, doktorumuz risklerin 12. haftaya kadar devam ettiğini, bunun önemli bir dönemeç olmasına rağmen asıl 12. haftadan sonra rahatlayacağımızı hatırlattı. Olsun, bundan sonrası için içimiz daha rahat. Umarım hayat bizi haksız çıkarmaz, çok erken sevinmemizin öcünü almaz.

7. Hafta

4. hamileliğimin 7. haftasındayım. 13 kasımda gideceğimiz 8. hafta randevusu yaklaşıyor. Bütün umudum bu hamileliğin ilki gibi müthiş bir aşkla sonuçlanması. Bir anne ile bebeğin aşkı. Bugün Deniz'in okul arkadaşının evine gittiğimizde onun 1 yaşındaki kardeşi ile ilgilenen annesini izledim ve hafif bir dehşetle o yaş çocuklarının ne kadar yorucu olabildiklerini hatırladım. Hala bana oldukça bağlı olan ve çok ilgi bekleyen kızım da varken böyle bir meşgale nasıl olacak diye biraz gözüm korkmadı değil. Ben karakterim gereği olsa gerek bebek büyütmenin en büyük zorluklarını unutmuşum anlaşılan. Ama yapacak birşey yok! bebek özlemi aylardır bacayı sarmış durumda! Kendimi geçtim, kızım için bu kardeş yapılacak. Şimdi yapmam gereken tek şey, mide bulantısı ve bolca baş dönmesi olarak kendini gösteren bebeğimi beklerken çok sevdiğim hamilelik döneminin tadını çıkarmak.