17 Haziran 2009 Çarşamba

Hafta oldu 36 kızım mı ben mi, hangimiz daha çok büyüdük :)


Geçen haftaki doktor ziyaretimizi yazmadım çünkü artık haftada bir gitmeye başladığımız kontrollerde çok da büyük bir yenilikle karşılaşmıyoruz. Hep aynı şeyler aslına bakarsınız, sadece kızım bikaçyüz gram, ben ise bir kilo almış oluyoruz. O yüzden gene 2 kontrolde bir bilgi vermek yeter diye düşündüm. (sanki herkes her gün, sabah kalkar kalkmaz "Deniz bebek ve annesi kaç kilo oldular acabaaa" diye merakla bloga bakıyor da!)

Neyse, geçen hafta, 35 bitmişti ve kızım 2760 gram civarı görünüyordu. Kafa çapı, göbek çevresi ve bacak boyu, Dr. hangisini ölçse kimi 7 gün kimi 10, hatta 11 gün önde gidiyordu(devam etmeden önce tam burda hep beraber "MAAŞŞŞAALLAAHHH" çekiyoruz)
Ya 2 hafta sonra (24 Haziranda) ya da 3 hafta sonra (1 Temmuzda) dikişleri alacağını söyledi doktorumuz. Bebek nasıl olsa önden gidiyor diye kendisiyle 24 Haziranda alsın diye pazarlık yaptım biraz ama o temmuz başına daha sıcak bakıyordu.

Bugün 36.hafta kontrolümüzde kızımız gene 1 hafta-10 gün önde. 3100 gram dolaylarında! Artık prematüre bebek sayılmıyor. (Normalde prematürelikten çıkış 37. hafta kabul ediliyor ama bizimki iri olduğundan şimdiden sınırı geçti) Ben ise maalesef kızımdan da ileride gidiyorum, şimdiden 20 kilo aldım!!! Eğer kızıcığımın çıkmayacağı tutar da 40- 41. haftaları beklerse kilo almaya devam edip 3 basamaklı kiloları göreceğim diye korkuyorum!!! Gerçi kendileri kafa aşağıda, çıkışa dayalı şekilde duruyor (5,5 aylıktan beri olduğu gibi!) ama bu illa serklaj dikişlerini alır almaz fırlayacak anlamına gelmiyormuş. Doktorumuzun dediğine göre bazıları böyle çıktı çıkacak şekilde bekler bekler, dikişlerle falan içerde zor tutulur ama dikiş alınınca 2 hafta daha yerinden kıpırdamazmış! Eğer bizim Deniz de böyle yaparsa aramıza baya oyuncu, şakacı, haylaz bir kız geliyor diye düşüneceğim!! :)

(Tabii ki bütün bu "bebek gelmek istiyor, çıkıyor, çıkmıyor, fırlama olacak galiba" gibi konuşmaların aslında saçma olduğunu, çünkü erken veya geç doğmanın çocukcağızın değil annenin rahminin, yapısının vs. sonucu olduğunu hepimiz biliyoruz. Değil mi? Yani kızıma laf söylettirmeeeem )

Neyse doktorumuz ne yazık ki benim beklentimi boşa çıkardı ve dikişleri kesin 1 temmuzdan önce almayacağını bildirdi. "Hadi şimdi git bir hafta daha büyüt gel bakalım" diyerek beni yolladı. Benim bi hafta erken olsa ümidimin nedeni ise hayatın şu son haftalarda oldukça zorlaşmış olmlası. Özellikle el bileklerim, ayak tabanlarım, akşamları bütün parmaklarımın kemikleri, oturup kalkarken dizlerim acayip ağrı vermeye başladılar. Durum öyle ki...

Kavanoz açmak
Gazoz açacağı ile şişe açmak
Pimapen pencere-kapı kollarını çevirmek
Sertçe bir şey (bayat ekmek, eski kaşar) kesmek
Deodorant sıkmak
Salata kasesi gibi ağırca şetleri tek elle kaldırmak
Gece ve sabah kalkıp tuvalete gidiip gelmek
Çömelmek...

...benim için çok acı veren imkansız hareketler oldular. Biraz da yürürsem, veya eğil-kalk yaparsam kızımın koca kafasını rahim çıkışına yaptığı baskıyı hissetmeye başlıyorum. Eh yavrucağın da kafa çapı durmadan büyüyeceğine göre, kendisini doğurmak da git gide zorlaşacak tabii :)

Neyse, annelik işte bölye bişeymiş arkadaşlar. Bütün bunlara bir hafta daha bir hafta daha, ne kadar gerekirse o kadar daha katlanacağım kızım için. Ama doğup biraz aklı ermeye başladığında sık sık "aah ah ben seni ne zorluklarla 9 ay karnımda taşıdım" gibisinden çileden çıkarıcı başa kakmalar da yapacağım gibi görünüyor :))

7 Haziran 2009 Pazar

Komşuluk ne güzel!


Aslında blogumun yorumlarına, maillerime falan bir göz atıp bilgisayarı kapatmak niyetindeydim. Hafta sonlarını sanal alem yerine kocamla geçirmeyi tercih ettiğimden, internetteki okuma-yazmalarımı daha çok hafta içi onun yokluğuna saklamaya çalışıyorum.
Ama çalan kapınının ardındaki kişi beni duygulandırdı, mutlu etti ve bekleyen akşam yemeği hazırlıklarına rağmen hemen sıcak sıcak paylaşmak için bu yazının başına oturdum.

Yarım saat önce, evimizin sokak tarafına bakan küçük balkonundaki birkaç çiçeği suluyordum. Sokağın karşısındaki bahçeli evde oturan komşumuz bahçesinde asmaların altında mangal yakıyordu. Göz göze gelince el sallayıp selamlaştık, o da bana "buyrun gelin" dedi, tabii usulen. Teşekkür edip afiyet olsun dedim, içeri girdim. Daha önce biz balkona ekmek için kasa kasa çiçek yüklenmiş gelirken tanışmıştık çok bahçe meraklısı olan komşumuzla. O gün bu gündür geçerken iki sohbet eder, genelde çiçek ve bahçe konusunda laflarız.

O arada zemin kattaki hem komşumuz hem dostlarımız Engin ve Gökçe ile balkondan balkona (balkondan terasa desek daha doğru olur, zira biz 2. katta balkonda, onlar zeminde büyükçe bir terastalar) konuşup yemek planı yapıyorken çamaşır toplamaya çıkan bir alt komşumuza kendisini bulamadıkları için kargonun bize getirdiği bir paketlerinin olduğunu haber verdim. Yukarı gelip paketini aldı, böylece hafif kırık Türkçeli Azeri komşumuzla da ilk kez kısa da olsa muhabbet etme fırsatımız oldu.

Böyle onunla bununla sohbet ederken ve "komşuluk ne güzel şey canımmm" diye kendi kendime düşünürken kapı çaldı. Diyafondan "kim o" ma karşılık bir erkek sesinden "pardon, burada bir hamile bayan oturuyordu, o kaçıncı katta acaba" diye bir karşılık aldım. Dedim "tam isabet, 2. kattayım" Gelen, yakışıklı bir gençti. Karşıdaki bahçesinde mangal yakmış olan komşumuz bir tabak mangalda pişmiş tavuk ve mezeler göndermiş bana meğerse!

E ben daha ne diyeyim, "ev alma komşu al", "komşu komşunun külüne muhtaçtır" falan diyeyim. Haa ha hayyttt, yaşasın iyi komşuluk ilişkileri ve tabii yaşasın hamilelik !! O gökdelen gibi, balkonsuz, komşuluk ilişkisiz, mahallesiz dev sitelerin en lüksüne değişmem valla sokağında çocukların koşup oynadığı, büyük balkonunda domates bile yetiştirdiğimiz, mahalle kültürünün içindeki küçük evimi!

Neyse, kısa kesip gitmem lazım çünkü zemin kat komşularımız Engin'lerle onların terasında yiyeceğimiz yemeğin hazırlığına yardım etmem lazım... Bir de salata malzemelerini sepetle aşağı sarkıtayım ki onlar da salatayı hazır etsinler :))

Yarın da bir kek, börek falan yapıp karşı komşunun tabağını iade etmeye giderim! Ee, tabak boş geri verilmez di mi ama :)

4 Haziran 2009 Perşembe

Öylesine..

Yazılacak konular aklımda birbirini kovalıyor. Ayrıca git gide azalan zamanım, doğumdan önce yapıp bitirmek istediğim bazı şeyleri yetiştiremeyeceğim endişesi yaratmaya başladı. Çok önemli şeyler değil bunlar aslında. Kızımın yatağının başucuna asmak istediğim Nazım Hikmet'in Vera Uyandı şiiri için bir resim-illüstrasyon yapmak, bebekler ilk ayda ancak kırmızı, siyah beyazı net görebildikleri için Deniz'in yatağına asılacak bir el yapımı dönence benzeri oyuncak hazırlamak, salondaki kocaman boş duvara asmak üzere başladığım tabloyu bitirmek (bu en zoru! ) gibi şeyler. Biliyorum ki şu an hayatta bir daha kolay kolay yakalayamayacağım bir "boş zaman" yaşıyorum. Benden tek beklenen huzurlu, sağlıklı, mutlu olmam. Benim iyiliğimi çok istediklerinden değil haaa! İçimde büyüyen bebeğimizin de böyle olmasının tek yolu bu olduğu için :) Ben ne kadar iyi (sağlıklı) beslenip sol tarafıma yatıp dinlenirsem bebiş o kadar büyüyor, ben ne kadar mutlu huzurlu olursam o da o kadar iyi hissediyor. Dinlediğim güzel müzikleri o da iyice duyabilsin diye sesini iyice açarak dinliyorum artık. Göbeğimi bol bol okşayıp Deniz'ciğimile bol bol konuşuyorum. O da deli deli hareketleri ve tekmeleriyle karşılık veriyor. Bunu hissetmek ne müthiş birşey! Doğduktan sonra göbeğimdeki sürekli gerginlik hissi, eklemlerimdeki ağrılar, ağırlık taşıyor olma hissi gibi şikayetlerim bitiverecek diye seviniyorum ama bu içimdeki hareketleri özleyeceğimi de hissediyorum.
Kocam eve erkenden geliyor, kedi gibi yanımıza kıvrılıp kızımızla konuşuyor o da. Bir kucaklayışta hem beni hem kızını sarmalayabilmenin çok güzel ve babalara özel bir şey olduğunu söylüyor :) Bir de tabii o sıkıcı toplantılarda ter dökerken ben evde keyif yaptığım için "oohh, hamilelik ne kebap işmiş, ben de hamile olmak istiyorum yaa!" diyor arada bir :) Çocukluğumdan beri hamileliği ve anneliği seveceğimi biliyordum ve kendi kendime "iyi ki kız olarak doğdum, böylece büyüyünce hamileliği, doğumu, anneliği yaşayabileceğim" diye düşünürdüm. Erkekler alınmasın ama şimdi bunun için daha da çok şükrediyorum. Benzer duygularla doğumumu da normal olarak yapmak, hatta eğer mümkün olursa, çok ihtiyaç duymazsam uygun nefesler ve kocamın desteğiyle ağrı kesici bile almamak istiyorum. Anne annlerimiz, babannelerimiz, annelerimiz bizi nasıl doğurdularsa öyle. En doğal şekilde, her anını yaşayarak dünyaya getirmek isterim kızmı, eğer tıbbi bir engel olmazsa tabii...
İşte böyle, günlerimi yeni yeni keşfettiğim ve acayip zevk aldığım bloglar aleminde bir sürü ilgili-ilgisiz şey okuyarak, dinlenerek, kızımla iletişim kurmaya çalışarak geçiriyorum. Bu yalnızlık ve sükun hali ilginç bir şeklide kendi içime bir dönüş hali yaratıyor bende. Tarifi zor bir duygu, bir nevi "farkındalık" . Keşke herkes bu büyülü süreci yaşayabilse. Bu büyülü süreci de böyle benim gibi rahat, stressiz, minimum fiziksel sıkıntıyla, dünyevi koşuşturmadan ve dertlerden uzak geçirebilse.
Bütün hamilelere ve hamile olacak olanlara dileğim budur.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Çılgınca Puset Arayışım Sona Erdi (mi?) :)


Hikayeye en baştan başlayacak olursam, aslında biz abimlerin kızından kalma puseti ve anakucağını kullanmayı düşünüyorduk. O dönem sakin sakin "alırız puseti, kılıfını çıkarır yıkar, tekerlerini falan gerekiyorsa yağlam mağlar kullanırız nolcak" diye düşünüyorduk. Hatta böyle bir masrafımız olmayacak diye de kendimizi şanslı hissediyorduk. Herşey annem ve babamın (yani müstakbel anneanne ile dedenin) "ilk torunumuza almıştık, bu torunumuzun da bebek arabası bizden hediye!!" şeklindeki duyurusu ile başladı. Biz araştırıp istediğimiz modeli bulacaktık, onlara bildirecektik, gerisine karışmayacaktık. Eh, biz de tabii seve seve kabul ettik ve bundan sonra benim geceleri kabuslar gördüren araştırmalarım başladı :)


Öncelikle tasarımla alakalı bir iş yapmamın ve modern görünüşlü "tasarım" objelerini sevmemin sonucu şu 3 tekerlekli modeller dikkatimi çekti. Bunların arka tekerlekleri büyük, çoğunda dolgu değil şişme, ön tekerler daha küçük oluyor. Bazıları da 4 tekerlekli ama boyut vs olarak aynı mantık.


İlk olarak bunları mercek altına aldım, ve gördüm ki sürüş keyfi açısından gerçekten de klasik 4 küçük tekeri olanlara göre çok öndeler. Farkı bir alışveriş merkezinin zemininde bile hissedebiliyorsunuz, demek ki İstanbul'un yamuk yumuk parkeli kaldırımları, delikli engebeli yollarında bunlarda çok rahat edileceği kesin! Zaten tasarımcıların bu tipe yönelmesinin bir amacı da (artistik görüntüsünden başka:) kaldırımları kolay inip çıkmak.


Ne var ki bu tip modeller arasında yaptığım onnnnlarca açma-kapama denemesi sonucu gördüm ki bunların en büyük handikapı gerçekte çok pratik katlanmamaları ve katlandıklarında baya çokça yer kaplamaları, ayrıca bir de büyük tekerlek ölçülerinden dolayı ağır olmaları.


Çok popüler olan ve bu yüzden "bu kadar insanın bir bildiği vardır herhalde" mantığıyla baktığım Chicco 4 tekerlekli pusetlerde beni rahatsız eden tek şey ana kucağının puset iskeletinden sökümünün yeterince pratik olmayışıydı. Kullanımını gösteren mağaza çalışanları bile (genç erkekler olmalarına ve bu işlemi çok kez yapmış olmalarına rağmen) bu aşamada zorlanıyordu. Ana kucağının taşıma kolunun pozisyonunu değiştirmek için de komple iskeletten ayırmak için de iki elinizle birden yanlardaki düğmelere bastırmanız ve aynı anda büyük yuvarlakları kavrayıp bilekten bir çevirme hareketi yapmanız gerekiyor. Bu bana çok kullanışsız geldi, çünkü sonuçta ilk 6 ay (satıcılara sorarsak ilk 9-12 ay, tecrübeli annelere sorarsak 4-5 ay) kullanacağımız ana kucağı ile gezmelerde en az 2 kere bu işlemi yapmamız gerekecek. (Biri arabadan inince puset iskeletinin üzerine oturtma, bir de dönüşte iskeletten sökme ve iskeleti katlayıp bagaja koyma).


Demek ki ana kucağının çok pratik şekilde takılıp sökülmesi ve iskeletin kolay katlanması benim için ilk bakılacak özellik olacaktı.


Araba bagajımızın büyük olacağını düşündüğüm için (bir yandan kızımıza araba seçerken bir yandan da kendimize uygun bir SUV arıyoruz da!) katlanınca yer kaplama; güçlü bi kadın olduğum, evimiz de çok yüksek katta olmadığı için ağırlık problemlerini önemsemedim.
Bir önemli noktanın da pusetin ittirme kolunun tek parça olmasıymış anladım. Çünkü bu özellik puseti tam orta noktadan tek elle ittirmenizi ve tek elle rahatça idare etmenizi sağlıyor. Düşünsenize, bir elinizle cep telefonuyla konuşarak yürümek, bir elinizle büyümüş olan ilk çocuğunuzun elini tutup ikinciyi pusette ittirmek başta olmak üzere tek elle sürmek isteyeceğiniz pek çok durum olacaktır!


Bu düşüncelerle geçtiğimiz ilk etap sonucu Concord Neo adlı model bizi kalbimizden vurdu. Hem tasarımı, renkleri ve büyük arka tekerlekleri ile çok güzeldi, hem sürüş keyfi mükemmeldi, hem tek elle kontrol edilebiliyordu, en güzeli de ana kucağının kolunun pozisyonunu değiştirmek ve komple yerinden sökmek tek elle , hatta tek parmakla yapılabiliyordu! Ana kucağı
ile kullanımı diğer bütün modellere göre o kadar kolaydı ki hemen "işte budur" dedik. Daha büyük çocuklarla kullanılan oturma ünitesi de kolayca çıkartılabiliyor ve iki yönlü kullanılabiliyordu (arkaya veya öne bakar şekilde). Mağazadan içimiz rahat çıktık, "kararımızı annemlere bildirelim, oh oh ne kadar da kolay aradığımızı bulduk" diyorduk.
Fakat hikaye daha bitmemişti. Gittiğimiz yerlerde özellikle de alışveriş merkezlerinde ne kadar çok bebek arabası olduğunu daha önce fark etmemiş olan ben, geleni gideni, genelde bebek arbalarını nasıl kullandıklarını, ne boyutta çocukların ana kucağında ne boyuttakilerin pusette oturduklarını falan incelemeye koyuldum. Gördük ki pazar araştırması gerçekten de çok önemliymiş :) Mesela benim hiç önemsemediğim içine çok şey alan alt file konsu önem kazandı. Gördüm ki insanlar bebeğin yedek battaniyesi vs yanında kendi ellerindeki ceket, paket vs. yi de oraya tıkıyorlar. Sonra gördüm ki bebekler biraz büyüyünce insanlar genellikle McLaren marka, çok küçük ve hafif baston pusetlere geçiş yapıyorlar. Demek ki baştan kolay katlanır, hafif, hantal olmayan bir puset alıp sonradan hemen ikinci bir "hafif baston puset" daha almaya gerek kalmamasını sağlayabiliriz.


"Oturduğum yerden izleme" aşamasını hızlı geçmem, ilgimi çeken pusetlerin sahiplerini peşlerinden koşmak pahasına yakalayıp bütün şirinliğimle "pusetinizden memnun musunuz" şeklinde sorgulamaya başlamam çok sürmedi. Doğrusu çok faydalı olduğunu söyleyemeyeceğim, çünkü kimse kullandığı (bi sürü de para verdiği) ürünü kötülemek istemez. Herkes memnun, herkes memnun! Ama insanların baston pusete "diğerinin ağırlığından ve zor açılıp kapanmasından bıktıkları için" geçiş yaptıklarını, ve bunların 4 küçük tekerleğiyle de gayet rahat her tür İstanbul kaldırımında gezdiklerini öğrendim.


Yavaş yavaş arka tekerleği büyük 4 veya 3 tekerlilerden daha kolay katlanan, daha hafif, daha pratik bişeylere doğru kaymaya başladım.
Bir gün bir Joker mağazasında karşıma Bebe Confort diye duymadığım (aslında iyi bir Fransız markasıymış) bir markanın Loola-up modeli çıkıverdi. 4 küçük tekerlekli olmakla birlikte avantajları ve kolaylıkları say say bitmez:

Her modelde ön tekerlerin yönünü sabitlemek için o tekerlerin hemen üzerindeki düğmeye basmak için yere eğilmek gerekiyor, Loola-up'ta iskeletin üzerinde hiç eğilmeden ulaşılan düğmelere basmak yeterli.
Ana kucağını tek elle çok kolay takıp çıkarabiliyorsunuz.
Baston pusetler gibi küçücük olacak şekilde katlanıyor, üstelik müthiş kolay bir şekilde.
İtme kolu tek parça, yani tek elle kullanıma uygun.
Altında kocaman rahat kullanılan bir filesi var.
Ana kucağını arabaya sabitlemek için de her seferinde emniyet kemerini etrafından dolamanıza gerek yok, arabaya bir kez monte ettiğiniz bir bazası var, ana kucağı üzerine pıt diye tek hareketle oturuyor.

Yani bütün ihtiyaçları karşılayan tek bir tasarım. Üstelik pusette bebeğin oturduğu kısım yazlık veya kışlık olarak çift taraflı kullanılıyor, hem mevsime uygun kumaş, hem de iki farklı renk olmuş oluyor. Genişçe olması da bebeğin büyüse de kilolu da olsa rahatça içine sığmasına ve yatıp uyumasına uygun.

Ben tabii bütün bu pratikliğe rağmen ilk başlarda görüp etkilendiğim, tasarımı daha çok hoşuma giden ve sürüş keyfi çok daha yüksek olan Neo Concord alternatifini de aklımdan atmamıştım. Bir süre daha bu ikisi arasında gidip geldim, internette konuyla ilgili yabancı forum sitelerini okudum, demo videolarını izledim, konuyla ilgili bi sürü rüyalar gördüm ve sonunda kocamın ve anne babamın da oylarının baskınlığı ile Bebe Confort Loola-Up'a karar verdim!

Kocamın "ben kendimize araba bakarken bile bu kadar araştırma yapıp bu kadar kafaya takmadım, deli misin" diye dalga konusu oldum ! (Hatta bir ara kendisiyle bebek arabası seçmenin normal araba seçmekten daha zor olduğu konusunda fikir tartışması bile yaptım:)



Şimdi sadece rengini seçmem gerekiyor ki o artık sorun değil (mi acaba? ) :)

SONUÇTA BEBEK ARABASI SEÇMENİN PÜF NOKTALARI:

- Tekerlek boyutu konusunda hayat tarzınıza göre karar verin.
Yani doğaya sık sık giden, patikalarda kumda çakılda sık sık arabayı ittirecek olan bir aile misiniz yoksa daha çok şehirde mi gezeceksiniz? (gerçekçi oluuunnnnn)

- Eviniz üst katlarda ve asansörsüz mü? Haififliğe önem verin.

- Arabanızın bagajına tek başına değil, yaklaşık 2 valiz ve bir çantayla beraber sığmasına dikkat edin.

- Ana kucağının iskelete ve araba koltuğuna bağlanma-sökülmesi pratik olsun

- Boyunuz uzunsa dikkat edin, bazı pusetlerin ana kucağıyla kullanımı çok alçak. Mesela gayet güzel bi araba gibi görünen TFK Buggster benim diz hizzamda kaldı!! (boyum 175 cm)

- Nasıl bir hayat tarzınız olursa olsun pusetin alt filesi büyük ve kullanışlı olsun.

- Bence tek elle sürülebilen (yani itme kolları tek parça olarak birleşen) birşey olsun.

- Tabii ki bebeğin rahatı ve güvenliği ön planda olmalı! Bazı modellerde 2 yaşında irice bir çocuk nasıl rahat eder hayal bile edemiyorum!

- Ve sonuçta siz bunu biraz da kendinize alıyorsunuz. Tipini, görünüşünü rengini beğenmeniz ve içinizin ısınması da önemli : )

Not. Bu arada 2000 dolarları falan bulan Orbit veya Bugaboo gibi çok pahalı (bize göre) modelleri araştırmama hiç dahil etmedim. Ama onların da gerrrçekten bütün ihtiyaçlara cvp verir rahatlık ve pratiklikte olduklarını duydum, Orbitin öyle olduğunu kendi gözümle deneyerek de gördüm. Ayrıca bu Orbit denen ABD tasarımı arabanın ABD'den bütün aksesuarları dahil 800 dolara alınabildiğini öğrendim. Böyle bir imkanı olanlar değerlendirsin derim!

Araştırma yaparken faydasını gördüğüm yabancı forum ve tanıtım videosu siteleri için buraya veya buraya tıklayın. Burada da Kiddicare diye bir sitenin nefis tanıtıcı videolarını bulabilirsiniz (tabii You Tube yasağını delebilenlere! )


Loola Up'ı 3 ay kullandıktan sonra izlenimlerim:

Artıları:
- Katlanma açılma kolaylığından ve az yer kaplamasından çok memnunum.
- Tek parça tutma kolu olduğu için tek elle kolayca ittirilme özelliği gerçekten işe yarıyor.
- Kolunun iki yanında poşet vs asma yerleri var. Çok kullanışlı, alışvarişimi yapıp poşetleri oralara dengeli olarak asıp gezmeye devam edebiliyorum.
- Ana kucağının tek elle takılıp çıkarılması, taşıma kolunun tek elle hareket ettirilmesi çok kullanışlı oldu.
- Alt sepeti oldukça geniş, yedek battaniyeler, benim uzun kollum vs çok şey sığıyor, ellerim boş kalıyor.

Eksileri:
- Joker'de satılıyor ve Jokerin servisinden hiç memnun değilim. Ana kucağının taşıma kolunda bir arıza oldu, tek elle hareket ettirmeyi sağlayan sistem çalışmıyor, iki taraftaki düğmeye aynı anda basmak gerekiyor. Joker mağazasına gittim, anakucağını alıp teknik servise gönderebileceklerini söylediler. Yaklaşık 1 hafta sürermiş geri gelmesi. Eee dedim bir hafta boyunca ben bebeğimi arabaya nasıl bindireceğim, dışarı nasıl çıkaracağım. Cevap yok. Bana bir haftalığına temin edebilecekleri bir ana kucağı yokmuş, yani "bize ne ne yaparsan yap" şeklinde bir tutum!
- Arnavut kaldırımlarında ve çok bozuk asfaltlarda (ki bunlar İstanbul'da ne kadar çokmuş, daha önce insan dikkat etmiyormuş) biraz sarsılıyor. BU da küçük tekerlerin dezavantajı. Bazen bütün dezavantajlarına rağmen büyük şişme tekerlilerden mi alsaydım diye düşündüğüm oluyor.

AMA GENEL OLARAK BAKTIĞIMDA ÇOK MEMNUNUM DİYEBİLİRİM :)


Loola Up'ı 2 YIL kullandıktan sonra izlenimlerim
Evet şimdi 2 yılı doldurduk seçtiğimiz puset ile.. Hala memnun musunuz sorusunun cevabı genel anlamda "evet". Ama artıları ve eksileri var tabii. Mesela: Evet anne kucağı kullanırken ve arabaya da bu anakucağını bağladığımız dönemde gerçekten rahat ettim, anakucağı montaj-demontaj çok rahat, anakucaksız şskletşn katlanması rahat ve az ye kaplıyor. Ama normal pusete geçtikten sonra katlanma işlemi biraz daha zorlaşıyor.
Bana son zamanlarda çok ağır ve hantal gelmeye başladı. Yani bu puseti katlamak arabanın bagajına kaldırıp koymak veya merd. indirip çıkarmak çok zor gelmeye başladı. "eskiden nasıl da rahat indirip kaldırıyordum, ben mi yaşlanıyorum" dedimse de sanırım baston pusete alim alıştığı için :) Sonradan abimin kızının kullanmadığı baston pusetine geçtik (yaklaşık 1 bucuk yaşta) - McLaren marka. İncecik, hafif, şamsiye gibi as omuzuna gez. En önemli dezavantajı, arkası yatmıyor. ikincisi o kadar hafif ki Deniz içinde yokken arkasına çantanızı asarsanız puset geriye devriliyor! Bir de şu gerçek var ki yere yakın ve daha az rahat bastondansa Deniz hala büyük kırmızı pusette oturmayı tercih ediyor! Ona hak vermemek zor çünkü kendi puseti daha geniş, daha yüksek, daha yumuşak.
Teknik olaraksa pek sorunu yok pusetimizin, ama bazen freni takılmaya başladı. Fren yaptıktan sonra fren kilidini açamıyorum, baya uğraştırıyor. Onun dışında merdiven inip çıkarken (içinde Denizle beraber) iskelet yaylanıyor, gıcırdıyor falan ama sanki bu yaylanma hareketi ona bir esneklik ve sağlamlık veriyor gibi. Kırılmıyor,bükülmüyor sadece esniyor. :) Yani ağır ve hantal olduğunu düşünmek dışında bir problem yaşadığımı söyleyemem. Hala tavsşye ederim, eğer daha hafif bir adayınız yoksa :)

2 Haziran 2009 Salı

Son durum, hafta 33


Gene günü geldi, gittik doktorumuzu görmeye. Daha da doğrusu kızımızı görmeye :) Hanfendi hızlı büyümesine aynen devam ediyor, 2 haftada nerdeyse 500-600 gram almış, 1900 lerden 2400-2600 arası bi yere gelmiş! Eh, 2,5 kilo doğan normal bebekler bile var. Yani kızım çıkış gününe git gide daha da hazır oluyor. O kendini fiziksel olarak hazırlarken ben de kendimi psikolojik olarak hazırlamaya çalışıyorum. :) Programa göre temmuz başında doktor rahmimdeki dikişleri alacak, sonra da artık kırmızı alarmda olacağız. Bir iki gün içinde de olabilir doğum, 2 hafta içinde de... Doğrusu o heyecanlı bekleyiş günlerinin bir an önce gelmesini istiyorum. Hem artık ağırlaşan yüküm, ısınan havalar, şişen ve ağrıyan eller-ayaklar-bilekler-dizler günlük hayatımı zorlaştırıyor, hem de o tekmeleyip duran ayacıkları artık tutup tutup öpebilmek istiyorum! Ama tabii öncelik bebeğimizin gelişimini tamamlaması ve sağlıklı olması. O yüzden ne kadar gerekiyorsa beklenecek!
Bu son kontrolde doktor ultrasonla bizimkinin yüzünü buldu, önden güzel görüntüler alıp bize o minik suratı göstermeye çalıştı. Kordonu tam yüzünün önünde olduğu için tam net bir görüntü alamsak da dudaklarını ve burnunu çok net görebildik. Ağzını açıp açıp kapatıyordu, doktorun dediğine göre emme refleksi gelişmiş olduğundan emme hareketi yapıyormuş :) Burnu da minicik delikleri olan minicik bi tümsek olarak çok şirin görünüyordu. Yalnız gözleri değil göz çukurları koyu koyu göründüğü için o kısım biraz korku filmi gibiydi :)


Çok da önemli değil, nasıl olsa çok yakında kendisiyle bizzat tanışacağız :)