13 Aralık 2010 Pazartesi

Geriye Dönük Otomobil Koltuğu






Deniz ana kucağına sığmamaya başlayıp bir otomobil koltuğu almak gerektiğinde tabii ki sıkı bir araştırma yapmam farz oldu. Daha güvenli olduğu için izofiksli (arabanın koltuğunun içinde bu amaçla yapılmış olan izofix demirine kancalarla bağlanan) bir model alacağım belliydi. Ama internette araştırınca karşıma hiç bilmediğim bir seçenek olan geriye dönük koltuklar çıktı. Bildiğiniz gibi ana kucakları geriye dönük bağlanıyor, ama sonra alınan koltuk öne bakan oluyor. Şu sitedeki araştırmalar ise bebek büyüse de, 4 yaşına kadar çocuklar için geriye dönük koltuğun çok daha güvenli olduğunu göster
yor. Çarpışma testlerinden durum açıkça ortada. Bebek ve çocuklarda omurga ve boyun hassas, kafalar büyük ve ağır olduğundan öne dönük oturan çocuğun sert bir frende veya çarpmada kafası öne gidiyor, boyun zedelenme riski artıyor. Oysa geriye dönükse kafa koltuğa yaslandığından hiçbir zorlayıcı hareket yok. Bana .ok mantıklı geldi, bulunması zor bir ürün olduğu için biraz araştırıp Volvo servisinden Britax marka geriye dönük koltuk aldım. Deniz doğrusu arabada gitmekten pek hoşlanmayıp ağlıyor çok zaman, ama öne dönük oturup aynı şekilde ağlayan çok bebek var. Sıkça arabaya binince alışıyor, bir de şimdi nereye gittiğimiz söyleyince gitmek istediği bir yerse sesini çıkarmıyor artık. Koltuk yüksek olduğu için yan camdan ve arka camadan etrafı izliyor, arkadaki arabaların şoförlerine el sallamak en büyük eğlencesi oldu.

Dezavantajları ise gece yolculuklarında arkadan gelenlerin farları gözünü alıyor, bir de öne dönüklere göre yatma mesafesi biraz az, uyuyunca başı önüne düşüyor. Farlar için arka cama karartma filtresi, uyku içinse boynun etrafından dönen yastıklardan kullanılabilir. İşte bunlar da fotoğraflarımız.

7 Aralık 2010 Salı

MEMELERE VEDA! Sütten kesilme hikayesi..

Bizim hikayemiz mutlu sonla biten bir hikaye. Aynı yöntemi tavsiye ettiğim iki arkadaşımın hikayeleri de mutlu sonla bitti. Hem de ikisi de bebeklerinin meme düşkünlüğü had safhada olduğu için bu meseleden ölesiye korkan ve ümitsiz olduğunu düşünen arkadaşlarımdı. Zaten bebeğini bir seneyi aşkın zamandır emziren hangi anne için bu konu korku ve endişe verici değildir ki! Üstelik emzirilmeye alışan bebekten başka, ortada bir de emzirmeye alışmış anne vardır. İşin içine kriz anlarında meme verip histeriden kurtulmanın ve her an ideal mamayı yanında hazır bulundurmanın rahatlığı eklenir. "Acaba bebeğime haksızlık edecek miyim, biraz daha emsin yavrucak" gibisinden suçluluk duyguları da, etraftan (özellikle anneanne babaannelerden) gelen tepkiler de cabası. Ama işte geceleri uyanmalara devam etmek, olur olmaz yerlerde elini bluzünüzün içine sokup meme diye ağlayan bir çocuğun sebep olduğu zor durumlar, artık anne sütünün besleyiciliğinin azaldığını bilmek, emzik olmaktan bıkıp memelerinizi eski cinsel kimliklerine kavuşturma isteği ve belki çocuğunuzdaki iştah azalması sizi bu kararı vermeye iter. Asıl sorun başlar, bu kadar memeye düşkün çocuğu ne yapıp vazgeçireceğim?

Ben bu kararı Deniz 13 aylıkken, kazara gelen 2. hamilelik yüzünden vermek zorunda kaldım. Doktorum emzirmenin düşük riski oluşturabileceğini söyledi. Ben de acilen kararımı verip uygulamaya koymak zorunda kaldım. O sırada İstanbul Parenting Class'ta Sinem hanımın 1-3 yaş Çocuklarla ilgili 4 derslik eğitimine katılıyordum. Dolayısıyla kendisine tavsiyelerini sordum. Şu yazısındaa bahsettiği yöntemleri söyledi. Ben forumlardan okuduklarımdan ve bize uygun olacağını düşündüğümden, kahve telvesi sürme yöntemini denemeye karar verdim (iğrendirme yöntemi diye geçiyor).

Türk kahvesini suyla çamur kıvamına getirip memeye sıvadım. Bir daha emmek istediğinde Deniz'e gösterip "bak canım meme uf olmuş gördün mü" dedim. Bir yüzüme bir memeye şaşkınlıkla bakıp sonunda şevkatle memeyi okşadı, yanağını temiz yerine sürdü, ve gitti. Bir daha istediğinde tekrar ve tekrar aynı sahneleri yaşadık. Sonra göstermeden "meme" dediğinde "uf olmuş Deniz'cim hatırladın mı" deyip dikkatini başka şeylere çektim. Tahminimden çok daha sancısız oldu. Israr etmedi. Sadece Deniz o sırada meme emerek uyuduğu için uykuya dalmakta çok zorlandı. Kucağımda çeşitli pozisyonlarda gezdirip sallasam da tam uyuyacakken birden ağlamaya başlıyordu. Neyse ki meme bırakma girişimimizi hafta sonu yapıyorduk ve babamız evdeydi. Baba uyutma görevini üstlendi, ama bana alıştığından babayla uyuması da hiç kolay olmadı. Hatta ağlama krizlerini durduramayıp sokağa çıkıp sokakta ileri geri yürüyerek uyuttuğu bile oldu Emin'in. Ama bu ilk 2 gün böyle oldu. 3. gün benimle memesiz uyumayı da kabul etti. Bu sefer de ben onu uyuturken ağlama krizine girdim, "ah benim canım kızım meme emmeden de uyurmuş, ne uslu, ne uyumlu bebek bu canım kızımmmmm" şeklinde bir duygu seli yaşadığım için. Kadın milleti acayip işte, hele de anne ise...

Böylece kahve telvesi sayesinde ilk denemede, çok sancısız sayılabilecek bir şekilde, sadece 2 gün uyku sıkıntısı ile bu süreci atlattık. Ben bir hafta kadar daha emin olamadığım için "ya meme krizi tutarsa" diye yanımda bir poşette suyla karışık çamur kıvamında kahve taşıdım. Ama hiç gerek olmadı. Gene ne olur ne olmaz diye uzunca bir süre memeleri çıplak görmesin diye özen gösterdim. Emen bebeklerden uzak tuttum, hatırlatmayalım diye düşündüm. İlginç bir şey fark ettim ki, meme emdiği günleri tamamen unutmuş gibi görünüyor. Oyun oynarken annelerinin kucağına çıkıp meme emmeye başlayan arkadaşlarını gördüğünde şaşkınlıkla izliyor. Sonra evde benim mememi açıp gülerek "meme" diyor ve öpüyor. Ağzıyla emme hareketi gibi bişeyler yapıyor, ama kesinlikle meme ucunu emmek, ağzına almak falan yok. Nasıl yapıldığını, ne yapıldığını tamamen unutmuş gibi.

Bu yöntemi günün her saatinde her krizde meme isteyen, gece boyunca memeye yapışık yatmak isteyen Deniz yaşında bebekleri olan iki arkadaşım da uyguladı benden sonra. İkisi de çok korkuyorlardı, yaşayacakları krizlerden, geçirecekleri zor gecelerden. Bir tanesinin korkusu oğlunun memeden iğrenmesinin onun gelecekteki cinsel hayatını kötü etkileyeceğiydi. Sinem hanıma ilettim bu sorusunu, onlar için meme cinsel bir obje olmadığı için bir şey olmayacağını söyledi. Diğer arkadaşımınki ise ilk gördüğünde çok korkup gerisin geri kaçarak korkutmuş annesini. Çocuk bu sefer benden korkmasın diye vazgeçmeye yeltendi ama bir daha göstermeye bile gerek kalmadan sorun çözülmüş. Şimdi ikisi de emzirmeyi bırakmış durumda.

Bir de işin anne boyutu var tabii. Memelerin sahibi de bu değişiklikten bebeler kadar etkileniyor. Hatta fiziksel etkisi çok daha fazla oluyor. Çünkü vücut bir süre süt üretmeye devam ediyor ve memeler şişip korkunç boyutlara ulaşabiliyorlar. Ağrı verici bir deneyim. Böyle olunca pompayla sütü boşaltmak gerek çok beklemeden. Ama bu işlemi çok sık yapmayın. Sadece memeler şiştikçe. Çünkü emilmek, veya sağılmak, süt üretimini arttıran bir olay. Ben hatırladığım kadarıyla ilk gün iki kere, sonraki günler birer kere sağmıştım. Bir de göğüsleri bir tülbentle sıkıca sarmak süt üretimini azaltıyor. Ama bunların yetmediği bir arkadaşıma doktoru sütü kesen bir hormon ilacı vermiş.

Sonuçta kızımla hayatımızda önemli bir dönem sonra erdi. Güzel bir deneyimdi. İlk haftaları çektiğim acılar dışında her anından çok zevk aldım. Bence anne bebek arasında müthiş bir paylaşım, çok eşsiz bir deneyim. Denizin aç ağlarken memeyi görünce ağzını kuş gibi iştahla açıp yapışması ve yüzüme bakarak mutlulukla karnını doyurması hayatımdaki en güzel anılardan biri olacak.

Konuk yazar: Seniz'İn yazısı ve benim cevabım

Fitanne.com'dan takip ettiğim seniz'in bu yazısını nasıl olduysa kaçırmışım. Şimdi karşıma çıktı, tam da ben de benzer konuları düşünürken. Bu yüzden işin kolayıına kaçıyorum ve müsaadeleriyle Seniz'in yazısını ve benim ona cevabımı aynen buraya kopyalıyorum.

Mutlu olan kaleye mum diksin!
Seniz, 21/04/2010 10:14 am
Bugün yazacaklarımdan dolayı mutsuz, umutsuz olduğum zannedilmesin. Tam tersi, öğlen yarım saatliğine yüzüp boyun ağrımı bertaraf edebildiğim için son derece pozitifim. Ama bir süredir kafamı taktığım konuyu yazmak için de bugünden daha iyi bir gün olamaz. Sebebine gelince… Yazacaklarım iç açıcı değil. Aslında yazıp yazmamakta bir süredir tereddüt ettiğim bir konu. Sadece şu anda, günün nihayetlenmekte olduğu akşamüzerinde, sevgili dostumu akşam yemeği için beklerken yazmaya başlayabileceğim türden birşeyler…

Aile nedir? Aileyi kurmak için ilk adımlar ne düşünülerek ve hissedilerek atılır? Evlilik aşk ile başlaması gereken bir kurum mu? Yoksa evlilik ileride iyi bir ortaklığı kurabileceğiniz birini bulmakla başlaması gereken bir başlangıç mı? Ortaklık diyorum çünkü biz çalışan, eğitimli kadınlar erkeklerin masaya ekmek koyan aile ferdi olma onurlarını onların ellerinden aldık. Sonra çocuk yaptık ve dedik ki: “Eti senin kemiği benim. Ebeveynlik ortaklığımızın bir parçası, çocuk bakımı ortak olacak. “ Ama ne oldu? Hangimiz babaya bıraktığımız işin yapılışını beğendik? Burun kıvırmaktan başka ne yaptık? Teşekkür kaç kere ettik? Çalışan annenin boynu niye kalın, her işi kendi yapar da öyle diye yeni bir tarzla herşeyi aynı anda kendi başımıza yapmaya çalıştık. Sonra dönüp baktık, girdiğimiz ortaklığın ana kuruluş sözleşmesinde böyle yazmıyordu diye mutsuz olduk.

Anne olunca çalışmamayı seçenlerimizin evinde ne oldu? Bu sefer kocalar ailesine güvenli bir gelecek vermek çabasıyla, uzun saatler çalışmaya başladılar. Başta anlaştıkları bu değildi. Hani bir elin nesi iki elin sesi vardı? Karısı, çocuğu mutlu ve güvende olursa tüm bunlara değer diye düşündü belki de bu sorumluluğun altına girerken ve ses çıkarmadı. Peki karısı mutlu oldu mu? Olmadı. Tek kişilik gelir bazen ona yetmedi. Bazen yettiyse de üniversite sıralarında hayalini kurduğu hayat bu değildi. Kocasının tatminsizlik veya hayal kırıklıklarıyla uğraşamayacak kadar tatminsiz ve hayal kırıklığı içerisindeydi.

Kağıtlar dağıtıldığında, bakıyorum da artık kimsenin iyi bir eli yok. Hem kadın hem erkeğin çalıştığı evlerde kimsenin birbirine itina gösterecek zamanı yok. Sadece erkeğin çalıştığı evlerde ise kimse tatmin değil. Etrafımda gördüğüm çocuğu olan çiflerin sürekli bir savaş içerisinde oldukları. Herşey pazarlık konusu. Kronik ve yoğunluğu düşük olan bir çatışma bu. Kim Pazar sabahı gazetenin tümünü okuyabildi? Spora gitti? Banyoya yalnız girebildi? Kim daha fazla şeyden vazgeçti? Kim daha iyi bir anlaşmaya gidecek? Bugün? Bu hafta? Gelecek ay?

Bazen “tipik” anne görüntülü kadınları düşünüyorum. Niye çekici olmaktan korkar anneler? Niye kendilerini, kadın gibi hisetmeyi bir tarafa bırakırlar? İçlerinde hala bir tarafta olması ihitmali bulunan “şeytani” hisleri uyandırmaya karşı giyinilmiş bir zırh mı yoksa üzerlerindeki keyifsiz, köhne kıyafetler? Bu hislerin dile gelip eski zamanları, daha geniş ufukları, daha büyük hayalleri-ve daha mutlu evlilikleri hatırlatacağından mı korkarlar?

Çıkardığım kıssadan hisse, cinselliğimizi unutunca, tüm ihtiyaçlarımızın, arzularımızın düğmesini de kapalı konumuna çeviriyoruz. Kendimizi daha büyük hayal kırıklıklarından böyle koruyoruz. “Tipik” anne gibi gösterişsiz görünerek daha huzurlu ve güvenli hayatımızı sürdürebiliyoruz. Pandora’nın kutusunu açmak istemeyiz. Zaten bunun ne anlamı olur ki? Orada bulacağımızla uğraşacak ne vaktimiz ne de enerjimiz var.

Yapılacaklar listemiz o kadar uzun ki…


Özlem :
Tam da bir süredir hissetiklerime tercüman olmuşsun. 17 aylık kızım için doğumdan önce işi bıraktım ve hala full time annelik yapıyorum. İşi bırakmış olmaktan dolayı hiç bir zaman pişman olmadım. Kızımın bakımını minicik bebekken başka birine (babaanne anneanne bile olsa) bırakamazdım. Bütün ilklerini yaşamış olmaktan ve aramızdaki müthiş bağdan çok mutluyum ve her anın tadını çıkarmaya devam ediyorum. Fakat çalışmaya ve üretmeye alışmış, bunun için 4 yıl üniversite okumuş bir kadın olarak sosyal hayatımdan, üretkenliğin verdiği tatminden, çalışırken giyinip makyaj yapıp bakımlı olarak gezmenin kendine güveninden, eve para getirerek eşime destek oluyor olmanın huzurundan çok fazla fedakarlık yaptım. Tahmin ettiğiniz üzere başta derin bir "ooohhhhh" çektim, ama artık bunun yerine derin "oofffff"laldı. Eşimden, evlilik kararımdan ve bebek yapma kararımızdan hiç pişmanlık duymadım, şüphe bile etmedim yanlış anlaşılmasın. Ama bu iş iki ucu b.lu değnek maalesef. Hem karnım doysun hem pastam dursun olmuyor, olamıyor. şimdi ikisinin arasında bir düzen kurmak niyetindeyim eğer başarabilirsem. Ya bir part time iş, ya da evden yürütebileceğim kendi kuracağım bir iş. Projelerim var, ama bu sefer tembelliğe alıştığımdan mı, nasıl yapacağımı unuttuğumdan mı, bir türlü kolları sıvıyamıyorum. Eee dile kolay, 2 sene iş hayatından ayrı kalınca bir de böyle bir sorun oluyor. Sanki bildiğim herşeyi unutmuşum gibi hissediyorum. Kendime güvenimi geri kazanmam zaman alacak.
Bir de işi bırakıp full time annelik yapmanın bende şöyle bir etkisi oldu. Kızımla ilgili en ufak bir sorun yaşadığımda (örneğin uyku düzeni bozulduğunda) "ben işi gücü bıraktım bir tek iyi bir anne olmak için bütün enerjimi harcıyorum ama onu bile beceremiyorum" duygusu beni bitiriyor.
Pek karanlık bir tablo çizmiş olabilirim ama aslında dediğim gibi, bir yandan da hiçbir şeyden pişman değilim. Çünkü herşeye rağmen onun bir gülücüğü, bir sarılması herrr şeyi unutturuyor. Kimi severse sevsin, neyle kandırılırsa kandırılsın her zaman en çok sevdiği ve sonunda döndüğü kucağın benim kucağım olduğunu bilmek dünyadaki en değerli en mutluluk verici şey! Pazar sabahı gazeteyi asla okuyamamak, sakin sakin oturup bir kahve içememek veya geceleri hala uyanıyor olmak ise bunun yanında lafı bile edilmeyecek tatlı fedakarlıklar. Yeter ki her anne üretkenliğin sosyalliğin verdiği tatmin duygusunu bir şekilde gene hayatında tutabilsin ve cinselliğini, kadınlığını bir tarafa bırakmasın.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Geçmişten Bir Gün

Uzun zamandır ilk kez geçmişten bir gün çaldım. Kızımı anneannesine ve Nuran Teyzesine emanet bıraktım ve arabayı almadan karşıya geçtim. (Artık Anadolu yakasında oturduğumuz için bu karşısı Avrupa yakası oluyor) Üniversiteden arkadaşımla metroda geyik yapıp kahkahalarla güldüm, Beyoğlu'nda sergi gezdim, kalabalığa karıştım, hayatım üzerine planlar yaptım. Ama en güzeli neydi biliyor musunuz? Dönüşte bindiğim vapurun içindeki koku. Tünelle Karaköy'e inip o bildik alt geçitten yürümek de güzeldi ama oraları değişmiş geldi bana. Düzenlenmiş, aydınlatılmış, temizlenmiş. Çok iyi olmuş tabii ama değişmiş işte... Oysa vapur kokusu aynı kalmış. 50 kuruşa çayımı alırken, yüzümde tatlı hatıraların verdiği bir gülümseme vardı. Kıça gidip açık havaya otururken elimdeki dergiyi bir kenara kaldırdım. Manzaranın tadını çıkararak, mis gibi sonbahar başlangıcı serinliğini içime çekerek ve ilginçtir, her an bir tanıdık görecekmişim gibi insanların yüzlerine bakarak yaptım yolculuğu. Sanki o eski günlerdeki tanıdıklar hala oradalardı. Aralarında hala üzerlerinde öğrenciliğe özgü salaş giysiler, kulaklarında müzik, başlarında kavak yelleri vapurla bir yerlere gidip gelenler var mıydı? Birden bir duyguya kapıldım. Sanki o an o vapurdaki herkes birbirini simaen tanıyordu da bir ben yabancıydım aralarında. Benim zamanımdaki yolcular gitmiş, yerlerine bugünün yolcuları gelmişti ve ben onlardan biri değildim...

Derken Haydarpaşa'ya yanaştık. Trene doğru aceleyle koşanları görünce ben de koştum. Koşarak çıktım o denize nazır merdivenleri, dönüp bakmak aklımdan geçtiyse de zamanım yoktu. Koştuklarına göre trenin kalkması yakındı. Koşanları takip ederek buldum yolumu ve kendimi onlardan biri gibi hissettim. Sanki hep kullandığım yoldu da bu, saatleri ezbere bilridim de her gün koştururdum bu merdivenlerde.

İşte şimdi o trende giderken yazıyorum. İnsanlar merakla bakıyorlar bana ve ne yazdığıma. Kim bilir hakkımda ne düşünüyorlar! Bilmiyorlar ki ben sadece geçmişten bir gün çalmış ve bebeğini özlemiş, onu kucaklamaya koşan bir anneyim!

26 Ağustos 2010 Perşembe

KALP ATIŞLARI........YOK!

Gelişi başlı başına bir hikaye olan ikinci bebişimiz bizimle fazla uzun kalamadı. Daha minik kalbinin atmasına bile fırsat vermeden doğa onu bizden aldı. İnsan mutluluk verici haberleri herkesle paylaşmak için sabırsızlanıyor ama böyle üzücü şeyleri anlatmaya, yaymaya dili ve eli varmıyor bir türlü.
Geçen hafta küçük kardeşin kalp atışlarını ilk kez duymak için doktorumuza gittik. Yine ilk hamilelikten tanıdığımız aynı tatlı heyecanlar içinde bulmuştuk kendimizi. Ne yazık ki atmayan bir kalple karşılaştık. Gelişimi 1 hafta kadar önce durmuş. Normal olan kese içindeki minik embriyo görüntüsünden başka ona bitişik daha küçük zar gibi birşey görünüyordu ultrasonda. Doktorumuz dedi ki "bu doğanın bir mucizesi, doğal seleksiyondur. Her hamilelikte yaklaşık %20 ihtimal vardır. Bebekte genetik bir problem, kromozomlarında bir bozukluk vs olmalı ki vücut onu reddediyor, gelişimini durduruyor. Pek çok kadın bunu yaşar da bazen çok erken haftalarda olduğu için hamile olduğunu bile anlamaz, adetinin geciktiğini sanır.Bu kötü, moral bozacak üzülecek birşey değil. Bunu unutacağız ve siz istediğiniz zaman tekrar bir bebek yapacaksınız"
Ne olursa olsun insan üzülüyor. Kendimizi alıştırmıştık ikinci bebek fikrine. Ama her işte bir hayır vardır diyoruz ve üzerinde fazla durmuyoruz. Zaten aslında doktorumuz her zaman söyler, kalp atışını duymadan fazla kimseye müjde vermeyin, bazen erken haftalarda kendi kendine iptal olabiliyor diye. Hata bizde, kendimizi kaptırdık, "bişey olmaaz" dedik, müjdeyi verdik. Hatta müjde vermeyi bırakın, ikinci bebekle zor olacak diye apar topar karşı tarafta, anneme yakın bir yerde ev tuttuk! Deniz memeden kesildiğiyle, biz karşıya taşındığımızla kalacağız. Ama inancım tam. Bence atalarımızın ettikleri en doğru laflardan biridir HER İŞTE BİR HAYIR VARDIR!

10 Ağustos 2010 Salı

Deniz Ne İşler Karıştırıyor

Deniz'cik bir iş karıştırmıyor.Sadece büyüyor ve gelişiyor. Yeni beceriler kazanıyor, daha fazla anlayıp daha derdini- isteğini anlatmaya çalışıyor. Bizi bazen çok şaşırıtp bazen güldürüp eğlendiriyor. Unutmamak için yazıyorum:

-Bugün (10 ağustos) bir dönüm noktasıydı. Normalde bir yerde otururken bizden hiç uzaklaşmayan, en çok kafede-lokantada 1-2 masa ileri gezen kızım bugün arkasına bile bakmadan 30-40 m. uzaklaştı, hatta bir de köşe dönerek gözden kayboldu. Tabii kaybolmadı çünkü ben de peşinden gittim, ama gitmesem ruhu duymayacaktı. Bir kez de değil, ikincisinde de beni kitapçıda bırakıp dışarı çıktı ve dışarıda da kaotırıp gitmeye devam etti! Tehlikeli bir dönem başlıyor! Veya Deniz bana "sen misin beni memeden kesen, ben de senden iyice bağımsızlaşırım görürsün işte!" diyor!

- Gene bugünden bir ilk: Emin dışarı çıkacakları zaman Deniz'e hep "haydi kızım git ayakkabılarını getir sana giydireyim de gidelim" der, ama Deniz anlamaz gözlerle bakar. En iyi seferde ayakkabıların tekini babasına götürmüştü. Bu sabah ise Emin işe gitmek için hazırlanırken hiç bir şey demediği halde Deniz ayakkabılarının ikisini de babasına getirip uzattı,sonra da kapıya yöneldi! Sanırım bu iki gün önce aldığımız motorsiklet şeklindeki bisiklete (hani şimdilerde moda olan yanları korumalı, üstü tenteli, arkadan bir kolla ebeveynin iterek yönlendirdiği bebek bisikletlerinden) binme hevesinin dışavurumuydu! baba işe yetişiyor olduğundan sabahın 8'inde bisiklet gezintisine çıkarma işi anneye kaldı :)

- Bugün Deniz'i bir alışveriş merkezine götürken (bu sıcaklarda başka hiç bir yere gidemiyorum! Klimalı ortam şart!) araba koltuğuna koyduğumda ağlamasın diye yanına bisikletini de kodum. Bir eliyle gidonundan tutup ciddi bir ifadeyle arada bir bisikletine bakarak gidişi süper komikti! Yol boyu bisikletini bir an bile bırakmadı!

-Memeden ayrıldı. (Nasıl olduğunu ayrı bir yazıda detayıyla anlatacağım) Ama uyumak için emmeye alıştığından uykuya dalmakta zorlanıyor. Özellikle de benim kucağımda. Babası çook ilginç bir sırrını açıkladı: Deniz'i kucağına aldığında başına omuzuna koymak ve uyku moduna girmek istemiyorsa "zerzevatçı" diyormuş. Veya içinde zerzevatçı kelimesi geçen herhangi bir cümle kurması (hem de gayet sakin bir ses tonuyla) yeterli oluyormuş. Bugün öğlen uykusuna yatırırken denedim. İnanılır gibi değil! Anında sarılıp uyku moduna girdi! Halbuki dün uyutmak için baya bir uğraşıp başaramadıktan sonra bu sıcakta hanfendiyi pusetle sokakta dolaştırmak zorunda kalmıştım. Ancak o zaman uyumuştu ama ben de kan ter içinde kalmıştım tabi! Aslında çocukcağız bağıraçağıra geçen zerzevatçılardan korkuyor. Sanırım bu yöntem bu korkuyu derinleştirebilir. Böyle saçma şeylerle uğraşacağımıza Deniz börüşcesine uyku eğitimi vermek gerek... (bunu 6 aylık olduğundan berş söylüyorum dimi :) )

- Bu sabah iki üç kez bana bakarak "anne" dediiiiiiiiii!!!! YUUPPİİİİİ!!!!!

- Fark ettim ki bugün çok işler başarmış kızım! Memeden kesilince gece uyanmaları neredeyse yok oldu, sadece sabaha karşı 4-5 gibi bir kez uyanıyor. Psikolog gece kesintisiz uyuyan bebeklerde gelişimin gözle görülür şekilde hızlandığını söylemişti. Acaba bunlardan mı bahsediyordu?

Erken Gelen Yazı !- YILIN SÜRPRİZİ

Bu yazıyı aslında bir hatta iki sene sonra yazıyor olacaktım. Eğer herşey planlandığı gibi olsaydı tabii. Eğer hayat bazen kendi keyfince birşeyler yapıp seni elinde yaptığın planlarla şaşkın şaşkın bırakıp arkandan gülmeseydi. Eğer biz, yani kocam ve ben planlarımız doğrultusunda daha mantıklı, kesin önlemler almış olsaydık........... eğer o Çeşme tatilinde birbirimizi çok özleyip herşeyi unutmasaydık!!! Eğer bütün bunlar olmamış ve olmuş olsaydı, şu anda Deniz'in kardeşine hamile olmayacaktım!!!

Şüphe hemen ertesi gün başladı, ama gidip bir eczaneden ertesi gün hapı alacak kadar da güçlü değildi. Hem şimdi mis gibi denizde yüzerken kim çıkıp arabaya binip en yakın eczane için Çeşme merkeze kadar gidecek, oooooo!! Boşşşveeeerrrrr!
Bir hafta on gün sonra "ben ne zaman regl olacaktım ki acaba" hesapları başladı. Merak iyiden iyiye arttı. Bu baş dönmeleri, halsizlik falan da ne? Bu kadar erken başlar mıydı?? Yok canıııım, kesin ben psikolojik olarak herşeyi bu ihtimale yoruyorum! Gene de bir test mi alsam acaba?
Test alındı, tuvalete koşuldu, negatif çıkacağından neredeyse emin, ama gene de o aşamaya gelmiş olmak bile heyecan verici. "ya pozitifse" şüphesi... Ooohh, neyse negatifmiş.
Günler günleri kovaladı, negatif sonuçla içimiz rahatladı ama ortada olması gereken regl yok bir türlü. İstanbul'a dönüldü, "eh, zaten kontrol vaktim gelmişti, şu jinekoloğuma bir gideyim de hem genel kontrol olsun, hem neden hala regl olmadım söylesin". Erhan Bey'in kapısı çalındı, güler yüzü ve rahat tavırlarıyla sohbet muhabbet, artan bir heyecan fonda. Doktor ultrasonla baktı baktı, bir şey yok. Gene ooh bee! (fonda hafif bir hayal kırıklığı mı var ne??)
Gene de Erhan Bey, uyardı: "Eğer çok erkense bebek ultrasonda görülmüyor olabilir, ne olur ne olmaz bir kan testi yaptıralım." Kanı verdim. Ertesi gün sonuç belli olacak.
Ertesi gün cumaydı, Erhan Bey'in tatil günü. Ben konuyu o kadar aklımdan çıkarmışım ki arayıp sormayı unuttum bile. "Ne erkeni canım 3 hafta oldu, olsa görünürdü" düşüncesindeyim, nereden biliyorsam?? Cumartesi planlar programlar, gezmelerle geçti ve ben hep arayacağım. Sonunda aradığımda kız " aa sonucunuz laboratuardan gelmemiş" dedi. "Arayayım ben size bildireyim" Bu böyle, hafta sonu boyunca sürdü. Ama benim cep telefonuma ne olduysa kendi kendine kapanmış, ve açılamadığından ben bu aramaları Emin'in telefonundan yaptım hep. Sonunda pazartesi tekrar aklıma gelip aradığımda hattaki kız doğruladı ilk günden itibaren olan güzel şüpheyi "hanfendi, hormon seviyesi 90 çıktı. Yani pozitif, hamilesiniz." Bende bir şok. Ne hissedeceğini tam bilememe hali. O kadar kendimi hazırlamışım ki tersi cevap duymaya.
Herkesten önce cebinden doktorumuzu aradım. Gayet sakin, "biliyorum, bütün hafta sonu sana ulaşmaya çalıştım, mesaj attım, sesli mesaj da gönderdim" demesin mi! Telefonun azizliği! "Ama dedi 90 düşük bir rakam, sağlıklı bir hamilelikte bunun her 48 saatte yaklaşık 2'ye katlanarak artması lazım. Sen şimdi hemen git bir kan testi daha yaptır, bana çıkan değeri bildir. Eğer sağlıklı bir gebelik varsa değerin 360 civarı olması gerekir." dedi. "Sağlıklı olamayan gebelik olasılığı ne anlama geliyor doktor?" "Sen şimdi boşver, bunları düşünme, git hemen bir test yaptır." Haydaaaaa!! Aklımıza bir de "sağlıksız gebelik" ihtimalini sokmanın ne gereği vardı şimdi? Ben durur muyum, hemen internet açıldı, tıbbi sitelerden konu incelendi : Kan testlerinde gerektiği gibi 48 saatte 2 kat artış göstermeyen değerler dış gebeleğe işaretmiş. Aldı beni bir stres. Dış gebelik dediğin ciddi bir problem, gene operasyonlar, hastaneler bilmem neler beni mi bekliyor! Gerildikçe gerildim, "bende bu şans varken bu kesin dış gebeliktir" hissiyatıyla, dua ederek gittim bir laburatuara kan verdim. Bir de kan alan hemşire sağolsun bu aralar dış gebeliğe ne kadar sık rastlandığından bahsetmez mi! Hey Allah'ım!
Sonuçta bitmek bilmez bir 3-4 saat sonunda, iş yerinde beklemeye dayanamayıp yanımıza gelen babamızla beraber aradık laboratuarı. Değer 627. Gene oohhhhhh!!!! Hem de kocaman bir OOOHHHHHHH!!!! Ama bu seferki hamile olduğum için!

İşte ikinci afacanımızın gelişini böyle öğrendik. O günden birkaç gün sonra da doktora tekrar gidip ultrasonla bir daha muayene oldum. Evet, işte oradaydı. Minik siyah bir su damlası. İkinci bebeğimin tohumu. Kız mı erkek mi, bu sefer bana mı benziyor, uslu mu ablası gibi yoksa yaramaz mı, hepsini şimdiden içinde barındıran minicik bir damlacık. Annelik duyguları hemen tekrar ele geçirdi beni, göz pınarlarımı yaşla doldurdu. Bu yüzden Emin'den "neyse canım, düşünür taşınır, enine boyuna konuşur bir karar veririz" demesine bozuldum açıkçası. Benim için baştan beri verilecek bir karar falan yoktu ki. Kararı doğa bizim yerimize vermişti işte. Bunu hayatın bize bir armağanı gibi görmeliydik. Sadece biz 1 sene sonra planlarken daha erken geldi diye...
Emin bir erkek, bir mühendis ve doğası gereği her detayı planlamak isteyen, işin lojistik tarafını tam anlamıyla çözmeden bir işe girişmeyen, hayatın gerçekleri ile ilgili daha çok endişe taşıyan bir adam. Ben olayların daha çok romatik ve duygusal yönünü gören, biraz daha "boşveeer, bişey olmaz, bir şekilde hallederiz" ci bir insanım. Neyse ki Emin'in en önemli endişesi olan benim sağlık problemlerimi doktorumuz rahatlattı. Diğer konuları da ben hallettim :) Bir kaç günlük bir şaşkınlık vene yapacağını-düşüneceğini bilememe halinden sonra sevinç, heyecan, "kız mı erkek mi" merakı, herşey olması gerektiği gibi başladı bizde. Kızımız abla olacak diye daha bir büyük göründü gözümüze, ama bazen de "ay yazııık kendisi daha bebek ayol" diye şevkat seli yaşadık. Deniz için en kötüsü doktorumuzun Deniz'i artık memeden kesmenin yeni bebek için daha iyi olacağını söylemesiydi. Zavallı kızım, kardeşi için birşeylerden fedakarlık yapmaya başladı bile! :)

İşte böylece biz bir maceraya atıldık. Etrafımdaki Deniz yaşlarında bebekleri olan bütün arkadaşlarım "Özlem sana inanmıyoooruuuuuummmmmmm, gerçekten doğuracak mısııııınnnnnnnnn!!!!!!!!!" şeklinde tepkiler gösteriyorlar. Bense bir kere içinde bir bebeğin mucizevi büyüyüşünü yaşamış ve o bebeği kucağına alıp büyütmüş bir annenin tersini nasıl düşünebileceğine şaşırıyorum (maddi veya manevi çok iyi bir sebebi olan kadınları ayrı tutalım-ciddi maddi imkansızlıklar, mutsuz bir evlilik, bir sağlık sorunu vs) Ve biliyorum ki arada bir pişman olacağım anlar olsa büyüyen aileme baktığımda, ikisi de biraz büyüyüp iki çocuğumun ellerinden tutup gezdiğimde veya onlarla sohbet ettiğimde "iyi ki böyle olmuş" diyeceğim. Emin ise bunu benden de sık söyleyecek!

27 Temmuz 2010 Salı

Tatilin Kötüsü ve Uzunu Olmaz !




3 Haftamızı Deniz'İn halasının Çeşme'deki yazlığında geçirdik. Deniz babaannesi, halası, eniştesi, 2 kuzeni ve arada bir gidip gelen babası ile birlikte bahçeli bir evde olmanın tadını çıkardı. İstanbul nemden ve bunaltıcı havadan kavrulurken biz Çeşmenin bitmeyen esintisinde hiç terlemeden ve sıcaklamadan geçirdik günlerimizi (havamızı atalım :) ) Deniz ayrıca adına esin kaynağı olan denizle gerçek anlamda buluştu. İlk kez tuzlu suyun tadına baktı. Daha ilk girişinde (Ilıca'da kumluk bir plajda) elinden tutan babasıyla derinlere doğru kocaman adımlar atarak yürüdü, yüzünde şaşkınlık-zevk karışımı bir ifadeyle. Sonra bu ifadenin yerini kahkahalar aldı. İflah olmaz bir deniz kızı oldu 3 hafta, umarım ileriki senelerde de böyle devam eder. Sahilde sohbet ettiğim anne babaların birkaçının bebekleri 0-1 yaşlarındayken denize çok severek girip 2-3 yaşlarında birden korkmaya başlamışlar. Anlaşılan bebekken korku nedir bilmiyorlar ama sonradan oluşabiliyor fobiler.
Tabii ki tatil ve bol akraba ortamnda düzenler şaştı, uyku öncesi rutinler biraz sekteye uğradı, yemeği mama sandalyesinde oturarak yemek kuralımız esnedi. Hatta sık sık "eyvaaah, İstanbul'a dönüp başbaşa kaldığımızda ben nasıl başa çıkacağım" dedirtti. İlk günler çimenlerin üzerinde yalın ayak gezmek istemeyen Deniz'in daha sonra çimenlerde hortumdan akan suyla oynamak en büyük eğlencesi oldu. Bir de kum havuzunda kumla oynamak (aslında oynamaktan çok kumun içine oturup bir tırmık veya küreği pat pat kuma vurmak, sonra da kumları avuçlayıp avuçlayıp havaya-kendi yüzüne gözüne saçına başına- atmak). Bu arada kumla oynarken gelip kendi elindeki oyuncağı alan 3 yaşlarındaki bir ablaya karşı ilk ciddi kızgınlığını yaşadı. İlla onun aldığı ördekle oynamak istedi, kızın elindeki oyuncağı gösterip gösterip bütün vücudunu kasarak "hhhhhhmmm" diye (tahmin edersiniz yazıyla ifade etmek çok zor olan bir ses) acayip sesler çıkararak sonunda ağlamaya başladı. Ancak o ördekten daha gerçekçi bir ahtapot oyuncağı ile aklını çelebildik :)
Deniz bu tatilde eniştesinin, anneannesinin, babaannesinin ve halasının kucaklarında uyudu. Bu iyi birşey, anne diye tutturmadı. Anneanne ve özellike babaanne sayesinde Deniz'i biraz bırakıp gezebilmek bize de çok iyi geldi.

Sonuçta güzel ve uzuun bir tatil oldu. Hatta öğrencilik hayatımdan beri ilk kez 1 haftadan uzun tatil yapmış oldum. Sanırım çalışmıyor olmakla ilgili en sevdiğim şey bu oldu :) Ama bütün güzel şeylerin sonu olduğu gibi tatilimizin da sonu geldi ve İstanbul'umuza döndük. Doğrusu ne kadar iyi vakit geçirirse geçirsin, rahat olursa olsun, insan evini özlüyor. Şimdi Deniz'le bu aralar artan sıcaklardan terleyerek eve adapte oluyoruz, eski 2 kişilik düzenimizi kurmaya çalışıyoruz. İşte aşağıda da tatille ilgili bazı tespitleri bulabilirsiniz. Bir yaş ve civarı bebeklerle ilgili daha çok, çünkü 0-6 ay bebeleri tatilde matilde çanta gibi yanınızda taşıyabiliyorsunuz, zaten genelde uyuyor oluyorlar!



- Bebeğin uyku durumuna göre plan yapmak çok yersiz bir hareket. Çünkü değişen düzen yüzünden hiçbir uyku saati tahmin ettiğiniz gibi olamayabiliyor. Mesela biz ne zaman “Deniz uyusun uyansın da onu da alıp şuraya gidelim” diye plan yapsak Deniz’in uyumayacağı tutuyor. “Nasıl olsa uyumaz o saatte, gider geliriz” desek acayip uykusu gelip şıp diye uyuyor!
- Tatilde en çok kullanılan bebek eşyası kesinlikle şapka! Birkaç tane bulundurmakta fayda var. Geniş kenarlı olanları daha iyi koruyor.
- Bebeklere uygun olan yüksek koruma faktörlü kremlerden de bolca sürmek gerek. Ama en iyisi sabah 11 ile 16 arası pek güneşe çıkmamak. Bu saatler için su seven bebekleri oyalamak amacıyla şişme bir havuz veya bahçe hortumu çok işe yarıyor! İnanılmaz eğlenceli dakikalar geçirmeye hazır olun!
- Kolluklar, şişme hayvanlar, makarnalar (böyle kocaman bir şeyi kolayca kaldırabilince çok şaşırdı bizimki), her boy yüzen toplar, öten banyo ördekleri ve tabii kum oyuncakları tatilin tadı tuzu.
- Kalabalık bir aile içinde tatil yapacaksanız dikkat edin! Herkes bebekle diğerinin ilgilendiğini zannederken çocukcağızların başına tatsız işler gelebiliyor.
- Hamaklar dengesiz olabiliyor, biraz yana kaykılınca bizim Deniz yan dönen hamaktan aşağı yuvarlandı top gibi. Neyse ki alçaktı!
- Arı ve böcek sokmaları, yanıklar için çantada her zaman bir antihisaminik jel (mesela Fenistil) bulundurun. Hem çocuğunuz, hem sizin için!
- Bebek sahibi anne babaların sahilde çocukları sayesinde nasıl hızlı sohbete başladıklarına ve birkaç günde etraftaki bütün anneleri ve bebeklerini tanıyor hale geleceğinize şaşıracaksınız!

8 Temmuz 2010 Perşembe

Konuk Yazar: BABA

Sanırım şöyle demek çok doğru olur: Kırk yıllık hayatımda sevgili karımla tanışmam ve sonrasında hayatımın en güzel yıllarını yaşamaya başladım.
Olağanüstü tatlı bir kadından olağanüstü tatlı bir çocuk dünyaya geldi. Ben bu sürecin bu kadar muhteşem, bu kadar mucizevi olduğunu , yaşadıkça öğrendim, daha da büyüdüm, olgunlaştım, daha da aşık oldum. Şimdi ben, hayranlıkla aşık oldugum kadın, kızımız Deniz ve onun ilk doğum gününü kutlamak için bir araya geldiğimiz dedeler, babaanneler, anneanneler, halalar, yeğenler, kuzenler, uzaktan katılan amca, dayı, gökteki güneş, ay, deniz, kuşlar… Kısacası şimdi hayat ve hayata dair her şey daha güzel, daha manalı…

İyi ki doğdun benim melek yüzlüm…

İyi ki bizim kızımızsın! - Deniz 1 yaşında!

İşte bir sene olmuş bile.. Göz açıp kapayana kadar derler ya, aynen öyle. Bazen tersine çok uzun geldiği olmadı değil. Ama her zaman seninle olmak bana diğer her şeyden daha değerli, daha zevkli geldi. Bugün de ailecek senin doğum gününü kutlarken, seni kucağında tutan kişi olduğum için çok mutluyum. Bu gururu ve mutluluğu hiçbir ana ve duyguya değişmem. Bundan tam bir sene önce 7 temmuz 2009 da 19:35 te o doğumhanede kucağıma geldin, ve beni dünyanın en mutlu insanı, en şanslı annesi yaptın bir tanem. Baban ve ben seni çok seviyoruz, sen bizim hazinemiz, ödülümüz, aşkımızın meyvesisin. İyi ki doğdun!

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Deniz’le Tatil – İlk Adımlar !

Kızımızın dış dünyayla pek ilgisi olmayan mini minnacık bir bebek olmaktan çıktığından beri ilk tatilimizi yurt dışında, annemin memleketi olan Polonya’da yaptık. 11 aylık olan Deniz iyiden iyiye hareketlenmiş, sürekli yürüme ve keşif çalışmaları yapar olduğundan 2 saatlik uçuşun nasıl geçeceği konusunda kuşkuluydum. Bir de uçuşumuz öyle bir saatteydi ki Deniz’in normal öğleden sonra uykusu tam bizim havaalanında olduğumuz saate denk geliyordu. Uyku saati geçtikten sonra Deniz’in daha da enerjik ve kuduruk olması yüzünden bu durum beni endişelendiriyordu. Sonradan gördük ki bu çok da fena bir zamanlama değilmiş. Nitekim Deniz havaalanında bulunduğumuz süre boyunca uyumadı (tahmin ettiğim gibi) ama uçağa biner binmez memeyi alıp uykuya daldı. Hem kulakları ağrıyacak mı diye endişelenmekten kurtuldum, hem acıkmış olduğumdan çok güzel gelen yemeğimi rahat yedim hem oyalama derdim olmadı. Gel gör ki uçak kalkana kadar içerisi çok sıcaktı ve Deniz’le terden birbirimize yapıştık, sadece kısa kollu tulumuyla kalana kadar soymuş olmama rağmen. Sonradan klimalar çalışınca, bu sefer terli terli üşümesinden korktum ama sağ salim atlattık yolculuğu. Son yarım saatte falan uyandı, o da önde ve arkada oturanlara şirinlik yaparak, insanları rahatsız etmek bir tarafa, onları eğlendirerek geçti.
Tatilimizle ilgili babasının da benim de, hatta ailenin geri kalanının da gözlemi aynıydı: tatil Deniz’e yaradı! İlk adımlarını büyük annesinin (benim anneannemin) evinde dedesinin elinde oyun oynarken attı. Dedesi koştururken ellerini bırakmış da bizimki heyecandan farkına varamayıp farkına bile varmadan 4-5 adım kendisi koşturmuş. Sonraki günlerde ise en büyük eğlencesi bir babasına bir bana yürüyüp kendi kendine alkış yapmak oldu. Hali çok görülesiydi! O 2-3 metrelik mesafeyi eller önde, sarhoş bir adam gibi paytak paytak geçip hedefteki kişiye ulaşınca büyük bir mutlulukla kahkalar atıyor, bir de bana bakıyorlar mı diye odadaki diğer kişilere dönüp sevinçle alkış yapıyordu. İşin ilginç tarafı bu anlattığım tatlı ilk adımların üzerinden en az 1 ay geçmiş olmasına rağmen yürüme konusunda hala çok ilerleyemedik! Sadece artık o kadar sarhoş değil, daha kendinden emin ve düzgün yürüyor, bir de elinden tutulursa koşuyor. Şimdi merdiven inip çıkmanın keyfine vardı ki bu bizim için hiç de iyi olmadı (belki de iyi oldu, biraz fazladan kalori yakıyoruz!).
Yürüme konusundan başka sosyallik ve karakter olarak da Deniz bu tatilde çok gelişti. Varşova parklar bahçeler ve çocuk oyun alanları açısından çok zengin olduğundan günlerimiz açık havada, kum havuzlarında, çocuklar, ördekler, köpekler, güvercinler, tavus kuşları, sincaplar arasında geçti. Deniz diğer çocuklara müthiş bir cana yakınlıkla yaklaşıp bütün havyaların peşinde koşturdu, parkta oynamanın zevkine vardı, ilk defa yumuşacık kumlarda ve uçsuz bucaksız halı gibi çimenlerde emekledi, yerlerde yuvarlandı. Bu sebepten mi bilmem, Varşova’da yapılmasını istemediği şeylere tepki göstermeye, isteyip istemediklerini çok net ifade etmeye başladı. Bize öyle geldi ki karakterini belli etmeye başladı benim minik börülcem…

2 Temmuz 2010 Cuma

UYKU, biraz UYKU bütün isteğim buydu! - Ferber Yöntemi Denemesi

Uykusu gelen her bebek böyle bir galon enerji içeceği içmiş gibi mi olur? Deniz aynen öyle oluyor. Bir de istemediği bir şeyi yaptırmak mümkün olmuyor, yaygarayı basıveriyor. Yanımızda birileri varsa olay şöyle gelişir: Deniz’i pek yakından tanımayanlar, ben “çok uykusu var” deyip onu uyumaya götürdüğümde onun bu haline bakıp gülerek “bana hiç de uyuyacakmış gibi gelmiyor ama…” diye yorum yaparlar. Tabii 5 dakikada uyuyuverince ben “nasıl, yok muymuş uykusu, şiştiniz mi” gibisinden zafer dolu bir yüz ifadesiyle geri dönerim. Yeterince yakın biriyse, bunu yüzüne karşı ifade etmek de pek zevkli olur 
Ama ne yazık ki her zaman beni haklı çıkarmıyor kızım. Bazen, özellikle de öğleden sonraları çok uykusu olsa da uyumayacağı tutuyor. Ben yarım saat emziriyorum (ne yazık ki 1 yaşına yaklaştığı şu günlerde hala memede uyutuyorum kendisini) , hanımefendi meme keyfi yapıp saçlarımla oynuyor (hatta bazen hırsala saçlarımı çekip canımı acıtıyor) sonra da tam enerji ayaklanıp bir de suratıma bakıp “hah” diye gülüyor. İşte o zamanlar, annelikten ve Deniz’le uğraşmaktan en çok yorulduğum, “bu velet benimle dalga mı geçiyor, cücük kadar çocukla başa çıkamıyorum” duygusunu iliklerime kadar yaşadığım ve uyku eğitimini vermeyen aptal kafamı duvarlara vurmak istediğim zamanlar oluyor. Ha, bu arada geçen yazıda belirttiğim Ferber yöntemini deneme girişimim başarısız oldu. Daha doğrusu sonuca ulaşamadan ben pes ettim. Anlatayım:
İnternette bulabildiğim yazıları ve tecrübeleri okudum, IPC psikoloğu Sinem hanımla görüşüp destek aldım, kendimi bu yöntemin doğruluğuna ve gerekliliğine inandırdım. Emin’in 3 gecelik bir iş seyahatine gidiyor oluşunu fırsat bildim, eve bana destek olması için alt kat komşum Esin’i davet ettim. Ona ne yapacağımı anlattım, hatta gündüzden okusun diye konuyla ilgili başarılı olmuş annelerin bloglarının vs linklerini gönderdim ki Esin de ikna olsun, ne yapacağımızı bilsin. Akşam da Deniz parktan gelip yemeğini yedi, banyosunu yaptı, uyku öncesi hazırlıkları başarıyla yerine getirdik, meme emme faslını en sona değil bütün oyuncaklara iyi geceler dilemenin öncesine koyduk. Deniz’i yatağına yatırıp tatlı bir sesle iyi geceler dileyip yatağının yanından ayrıldığım anda, daha odadan bile çıkmadan yaygarayı bastı. Ben yanına dönmek ve onu almak yerine balkona Esin’in yanına kaçtım. Ağlaması canhıraş çığlıklar şeklindeydi. Canı acımadığını, başına kötü bir şey gelmediğini bildiğim ve kendimi buna hazırladığım için dayanmakta çok zorlanmadım. Asıl problemi 5-6 dakika sonra yanına ilk ziyareti yaptığımda yaşadım. Deniz ayakta, yatağın kapıya en yakın köşesinde durmuş çığlık çığlığa ağlıyordu. Ben yanına gidince ellerini havaya kaldırıp bana tutunmaya ve onu almam için yatağın içinde zıplayarak daha da çok bağırmaya başladı. Ben onu biraz zorla yatırdım, öptüm okşadım (tabii ki bunlar sakinleştirmenin yanından bile geçmedi) ve gene çıktım. Bir dahaki ziyaret de aynı şekilde geçti. Ağlamaktan sucuk gibi terlemişti, pijamaları sırılsıklamdı. Beni her görüşü onu daha da çok ümitlendirip daha şiddetli ağlama krizine soktuğu için ziyaretleri 7, 9, 12 dakika gibi uzun sürelere yaydım. Derken aralarda sesi kesilmeye başladı. Ben artık stresten oturamıyordum, iyi bir şey yaptığımdan da artık o kadar emin değildim. Doğrusu Esin yanımda olmasaydı Deniz’in onu bırakmayayım diye ellerime sarılışına dayanamaz, 2. veya 3. ziyarette boş verip onu alırdım. Ama Esin’le 2 ziyaret daha dayanıp uyumamış olursa almaya karar verdik. Neyse ki birden ses kesildi. Yanına gittiğimde içim çok acıdı, minik kuşum ellerini yatağın kenarına koyup kafasını ellerine yaslamış, ayakta uyuyakalmıştı. Yatırırken tekrar uyanıp ağladı, ama birkaç dakika sonra gene ses kesildi. Gittiğimde kurbağa gibi yüz üstü yatağın köşesinde uyuya kalmış olduğunu gördüm. Bu sefer yatırıp üstünü örttüm, sırtına bir ter tülbenti koydum, hiç uyanmadı. Uyuması toplam 55 dakika sürmüştü.
Balkona gittiğimde dizlerim titriyordu. “Allah’ım n’olur yanlış bir şey yapıyor olmayayım, n’olur sonuçta birkaç gece sonra bütün gece bölünmeyen sağlıklı ve mutlu bir uyku düzeni olsun” diye dua ettim. Bir de “Allah’ım n’olur bu gece uyanmasın!” diye. Ne yazık ki bu duam kabul olmadı, Deniz 1 buçuk gibi uyandı. Ben bir kez daha böyle bir sabır denemesinde başarılı olabileceğime hiç inanmadığım (hem de gece karanlığı ve sessizliğinde, ben de uykudan uyanmışken çok daha zor) için hiç ağlatmadım, kucağıma aldım, ama meme de vermedim. Kucağımda ama meme vermeden uyutmam yaklaşık 1,5 saat sürdü. Daha doğrusu uyudu uyumasına ama yatağında 10 dakika sonra, kimi zaman 5, kimi zaman 20 dakika sonra uyanıyordu. Kah pışpışlayarak, kah kucakta gezdirerek uğraştım, ama derin uykuya bir türlü geçiremedim. Sonunda benim de gücüm tükendi ve meme verdim. Bu sayede ikimiz de birkaç saat uyuduk. Sabaha karşı ikinci kez uyandığında gene tam olarak aynı şey oldu. 1,5 saat debelenip uyuyup uyandıktan sonra memede derin uykuya ancak geçebildi.
Sabah her zamanki gibi bir saatte, her zamanki gibi bir psikolojiyle uyandı. Ben ise biraz kızı bu kadar ağlattım diye, biraz da gece uyandığında metanetli davranamadım, gene meme verdim diye suçluluk içindeydim. Psikoloğun böyle bir şey olmayacağını defalarca söylemesine, diğer okuduğum annelerin de böyle bir şey tecrübe etmemiş olmalarına rağmen acaba bana kızgın mı, gücendi mi, geceyi hatırlayıp bana küsecek mi diye gözünün içine baktım. Tabii ki bunların hiçbiri olmadı. Ben de acaba ilk yatışta kendi kendine uyumasını beklesem ama geceleri uyandığında meme versem bir faydası olur mu, gene kendisi uyumayı öğrenir mi diye danışmak için Sinem hanımı aradım. Hem onun söylediklerinden, hem de mailleştiğim Hayal ‘in söylediklerinden Ferber Yöntemi ile ilgili şunu tekrar öğrendim (aslında bilmediğim bir şey değildi ama aklıma kazındı) :
-Bu Ferber Yöntemi denen şeyi “biraz uygulamak” diye bir şey yok! Ya tam anlamıyla uygulanacak, ya da hiç kalkışılmayacak!
- Her konuda değiştirilmeye çalışılan alışkanlıklarda olduğu gibi bu konuda da kararlılık, süreklilik ve taviz vermemek en önemli şey.
İkinci güne bu kararlılıkla başladım ama akşam saatleri yaklaşıp uyku vakti geldikçe mideme kramplar getiren bir stres ve ağlama isteği beni sardı. Akşam üzeri Deniz’İ kendi kendine uyutmaktan vazgeçtiğimi kendi kendime itiraf ettim. Bu kararı vermek, sıcak kumlardan serin sulara atlamak gibi rahatlattı beni. Kızımla gezmeye gidip ikimize bir güzel tatlı ısmarladım. Anladım ki bilmek ve inanmak başka bir şey, uygulayabilmek başka. Vazgeçtim, pes ettim, başaramadım, çuvalladım ne dersek diyelim. Ben kızımı bir süre daha memede uyutmaya devam edeceğim. Biliyorum, gece kesintisiz uyuması onun için çok daha sağlıklı olurdu ama biz hepimiz bu şekilde uyutularak büyüyüp sağlıklı büyükler olduk diye kendimi avutacağım. Kim bilir, belki Deniz’i tamamen memeden kestikten sonra bir deneme daha yaparım?? Ya da yapmam! (Ki bu memeyi bıraktırma süreci de gözümü çok korkutan konulardan biridir, nasıl olacak hiççç bilmiyorum, hadi hayırlısı).

27 Mayıs 2010 Perşembe

Bir Şiir

Yılmaz Erdoğan bir şiir yazmış.. Bence çokk güzel. O bunu bir sevgiliye hitaben yazmış anlaşılan ama özellikle sonundaki koyu yazdığım kısım, bir annenin veya babanın bebeğine söyledikleri olmaya o kadar uygun ki! Bu son kıta benim kızıma olan duygularımı benden iyi anlatmış... Canım kızım, Deniz'ime ithaf ediyorum.

SANA BAKMAK

Herşey yapılabilir
Bir beyaz kağıtla
Uçak örneğin, uçurtma mesela.
Altına konulabilir
Bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
Sallanan bir masanın.
Veya şiir yazılabilir
Süresi ötekilerden kısa
Bir ömür üzerine..


Bir beyaz kağıda
Herşey yazılabilir,
Senin dışında..
Güzelliğine benzetme bulmak zor,
Sen iyisimi sana benzemeye çalışan
Herşeyden:
Bir gülden bir ilk, bir sonbahardan sor.
Belki tabiattadır çaresi
Senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin..
Ve benim
Bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim..
Anlarım bitkiden filan
Ama anlatamam
Toprağın güneşle konuşmasını
Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla


Sen bana ışık ver yeter
Bende filiz çok..
Köklerim içimde gizlidir
Gelen giden, açan soran, bere budak yok
Bir şiir istersin
"içinde benzetmeler" olan
Kusura bakma sevgilim
Heybemde sana benzeyecek kadar
Güzel birşey yok


Uzun bir yoldan gelen
Tedariksiz, katıksız bir yolcuyum
Yaralı yarasız sevdalardan geçtim
Koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
Herşeyi anlattım..
Olan olmayan, acıtan sancıtan..
Bilsem ki sana varmak içindi
Bütün mola sancıları
Bütün stabilize arkadaşlıklar
Daha hızlı koşardım
Severadım gelirdim
Gözlerinin mercan maviliğine..


Sana bakmak
Suya bakmaktır..
Sana bakmak
Bir mucizeyi anlamaktır..


Sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
Aşk sorgusunda şahanem
Yalnız kelepçeler sanıktır
Ne yazsam olmuyor
Çünkü bilenler hatırlar..
Hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
Bahçıvan değil tüccarlardır
Sen öyle göz,
Sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
Sen teninde cennet kayganlığı iken,
Sana şiir yazmak ahmaklıktır..


Bir tek söz kalır
Dişlerimin arasından
Ben sana gülüm derim
Gülün ömrü uzamaya başlar


Verdiğim bütün sözler
Sende kalsın isterim
Ben sana gülüm derim
Gül sana benzediği için ölümsüz..
Yazdığım bütün şiirler
Sana başlayan bir kitap için önsöz


Sana bakmak
Bir beyaz kağıda bakmaktır.
Her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır..
gördüğün suretten utanmak..
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır..
sana bakmak
Allah’a inanmaktır.

11 Aylık Olurken Deniz'in Halleri

Haftaya tam 11 aylık oluyor tontiş. Resmen büyüdü, abla oldu! uzunca bir ara da verdiğim için biriken konuları kısaca aktaralım bakalım:

DİŞLER

3 aylıkken diş etleri kaşınmaya başladı, "erkenden çıkacak galiba dişleri" derken 9 aylık olduğunda hala diş yoktu ortada! Sadece arada bir artıp azalan diş eti kaşıntıları ve huysuzluklar. Huyunda en ufak değişikliği, uykusuz geçen bir geceyi veya yükselen ateşi (meğer hasta olmuş kuzum) "herhalde bu sefer diş gerçekten çıkıyor" diye yorumlayan bir anne-baba. Ve sonunda 10 aylık olmak üzereyken ilk dişini ben gördüm. Genelde alttan tam ortadaki dişler ilk çıkar ya, benim kızım üstten ve yandan çıkardı ilk dişini! Sonra onun tam simetriğindeki ve gene üst ortalardan biri hemen takip etti. Şu an 3 diş, hepsi üst sırada olmak üzere yarım yarım çıktı, altakkilerden biri baş vermek üzere, elime geliyor ve en arkadakiler çok kaşınıyor galiba, çünkü eli sürekli ağzının arkalarında. Yani durdu durdu, hepsini peş peşe çıkarıyor. Gene de çok huyusuz değil kuzum, sadece bazı geceler memeye yapışık yatmak istiyor, ayırıp yatağına koyunca zırt pırt (mesela yarım saatte bir) kulağını çekiştirerek uyanıyor. Bir de bugünlerde acayip bir şekilde bana düşkün oldu. Eskiden gece uyandığında babası onu tekrar uyutabilirdi, veya sabah çok erken kalktığında babası onu kucağında uyuturdu işe gitmeden, şimdi kesinlikle beni istiyor. Gündüzleri de aynı odada bile olsak onunla ilgilenmemi talep ediyor. Bunların de sebebi diş çıkarıyor olmasından kaynaklı naz mı acaba?

Diş kaşıyıcılarını tekrar buzluğa atmaya başladım. Ama gene de bizimkinin en sevdiği diş kaşıyıcıları Arnavutköy hıyarı, prasa ve taze soğan. Hatta doktora gittiğimiz bir gün prasasını elinden bırakmamıştı da o şekilde elde prasayla gitmiştik. Pediatri bölümünde meşhur olduk tabii, prasalı bebek olarak :)

BESLENME

Deniz çok küçüklükten itibaren (sanırım 8 aylıktan falan) püre yemeyi bıraktı. Kahvaltısını peynir, pekmez, ceviz, ekmek, meyve vs karıştırıp püre olarak veriyordum. 1-2 kaşık alıp bırakmaya başlayınca bir de tek tek vermeyi denedim. Baktım ki ağzını kuş gibi açıp yemeye devam ediyor, bu taktiği bütün öğünlere yaydım. Artık sebzeleri, etleri, et suyunda iyi haşlanmış makarna ve pirinci, kahvaltılık bütün malzemeleri elimle parça parça veriyorum. Dişleri yokken bunları damağında iyice ezip, resmen çiğneme hareketini yaparak ağzında geveleyip geveleyip yutuyordu. Hatta diyordum ki "Deniz dişe ihtiyaç duymuyor, o yüzden çıkarmıyor". Şimdi ön kesiciler çıktığı için sert şeyler, örneğin diş kaşıdığı salatalıklar daha büyük tehlike arz ediyorlar. Dikkat etmek gerek!
Deniz'in menüsünün kalabalıklaşması çok rahat oldu. Artık dışarı çıktığımızda yanımızda onun hazır maması yoksa bizim yediklerimizden ona uygun olanları yedirebiliyorum. Bir tek tuzlu, yağlı kızartma ve koruyucu vs içerebilecek ne olduğu belli olmayan şeylerden uzak tutuyorum. Kendilerinin en sevdiği yemek ise balık buğulama. Geçen gün bir de acıkmış ki, benim yedirme hızımı beğenmedi, tabaktan avuç avuç alıp ağzına tıkıştırdı! Bir elinde de taze soğanı, ohhh!! Bir rakısı eksik hanfendinin :)

Bu arada ne yedirsem bu çocuğa diye düşünürken arkadaşım faydalı bir link gönderdi. Bu sitede her aydan bebekler için güzel yemek tarifleri bulabilirsiniz.


UYKU

Uyku konusunda aylardır bir arpa boyu yol gitmedik :) Denizcim 8,5 aylıkken İstanbul Parenting Class'ın kurucusu psikolog Sinem hanımdan uyku konusunu görüşmek için bir randevu aldım. Aslında çok iyi bildiğim şeyleri bir de uzmanından duymak için. Beni şüphelerimden arındırsın diye, ikna etsin diye. Ferber yöntemi savunucularından. Ne olduğunu bilmeyenler önceki postlarımdan şuna bakabilirler, ayrıca şu bloglarda da bu konuda hem bilgi hem de uygulama örnekleri var. Çok okudum, araştırdım, Sinem hanım'la da görüştüm ve inandım ki kendi kendine uyuması hem bebeğimin hem benim yararıma olacak, çünkü ikimiz de deliksiz,kesintisiz uyuyunca güne daha mutlu ve dinlenmiş başlayacağız. Deniz çok ağır olduğu için kucakta gezdirerek uyutmaktan memede uyutmaya geçtiğimde "aman ne güzel oldu, artık belim ağrımayacak" diye düşünmüştüm. Oysa bu sefer belim değil memelerim acıyor! Deniz öncekinden daha da çok uyanmaya, ve meme emmeden uyumamaya başladı. Hatta bazen memeden ayırınca uyanıyor hemen, iyice dalmasını beklerken ben de koltukta sızıyorum. Uyanıp beni yanında bulamayan kocacım gelip beni uyandırıyor da ben koltuk tepesinde boyun tutulmasından, Deniz de tepetaklak kucağımdan düşmekten kurtuluyoruz. Sabahları uyandığı andan itibaren gözlerini ovuşturuyor kuzum, çünkü o da benim gibi tam dinlenemiyor. Üstelik artık sadece benimle uyuduğu için babayla görev paylaşımımız sıfır oldu. Bütün yük benim omuzlarımda (pardon memelerimde!) :)
Artık açlıktan değil uykuya geçmek için emzik niyetine beni emiyor. Bu yüzden gece emzirmelerini de ortadan kaldırma vaktş geldş de geçiyor. Bazı geceler yaptığım denemelerden biliyorum ki Deniz'ciği odasında yalnız bırakmayıp yanında kalsam ve onu sevip okşayarak uyutmaya çalışsam da meme istediği için aynı derece ağlayacak. O yüzden ağlatmışken bari kendi kendine uyumak uğruna ağlatayım da değsin. Emin'İn 3 günlük seyahatini fırsat biliyorum ve bu akşam komşumuz olan arkadaşşım Esin'in desteğiyle operasyona başlıyorum. Buradan da gün gün nasıl geçtiğini paylaşmayı umuyorum. Umarım bu yazı dizisi çok uzun sürmez, ve başarıyla son bulur! Bize şans dileyin!

Bakıcı-Yardımcı Seçimi

Bu kadar ara verirsen böyle olur işte! Şimdi hangi konudan başlasam bilemiyorum! Aklımda pek çok şey var, ama hepsi hala sadece “aklımda” . Bir türlü kaleme dökemiyorum veya eyleme geçemiyorum. Evdeki işleri de bahane edemem artık, çünkü benim yerime koşturan Nuran Hanım var artık. Tamam tamam itiraf ediyorum, galiba tembelliğe alıştım!
Hazır lafı geçmişken yeni yardımcımızdan bahsederek başlayayım.. Deniz bir süredir kendi kendine ayaklanıp sıralamaya başladığından ve tabii ki bu durum sağa sola kafasını çarpma, düşme, elini çekmeceye-kapıya kıstırma gibi kaza olasılıklarını çok arttırdığından sürekli kendisiyle ilgilenmek gerekiyor. Bir de 8-9 aylık olduğunda adımlarını güzelce atmaya başladı ve yürümenin zevkine varınca sürekli birisinin onu iki elinden tutup evin içinde turlamasını ister oldu. Tahmin edersiniz ki babasının ve benim bellerimiz için bu hiç de iyi olmadı! Dahası, Deniz hanımla oraya buraya yürümekten ve ona göz kulak olup onunla oynamaktan ne ev işi ne başka bir şeye zaman ayıramaz oldum. Küçük hacıyatmaz 40-45’er dakikalık uykular uyuduğundan bu zaman dilimleri de çok yetersiz geliyor herhangi bir işi bitirmek için. Bu yüzden gündeme geldi eve bir yardımcı almak. Haftada bir temizliğe gelen Emine Abla’mız vardı ama, evde yerlerde emekleyen, her bulduğunu ağzına sokan veya yalayan bir bıdık olunca haftada bir temizlik asla yeterli olmuyor. Ben de hem icabında Deniz’i emanet edebileceğim hem de evi çekip çevirecek bir yardımcı arayışına girdim. Nasıl birini bulmalı derken yardımıma tam da “Bakıcı Seçimi” konulu İstanbul Parenting Class sitesindeki bu yazı yetişti. Ben de yazıda dendiği gibi, öncelikle güler yüzlü, konuşkan, sevecen görünen, kendi çocuklarını büyütmüş, tecrübeli ama çok yaşlı olmayan bir bayan aramaya karar verdim. İnternetten bulduğum, sitesine bakınca profesyonel gibi görünen bir eleman bulma ajansının gayet gayrı ciddi yaklaşımı sonucu bu işin en iyi tavsiyeyle hallolucağını gördüm. Ajanslı çalışmanın avantajı da bu bayanları tanıyor, iyi ve zayıf yönlerini biliyor olmaları, ikamet kağıdı, nüfus cüzdanı fotokopisi ve sabıka kaydını size veriyor olmaları ve 2 ay içinde bir aksilik olursa size tekrar tekrar yeni alternatifleri ücretsiz getiriyor olmaları. Yani sonsuz değiştirme hakkınız var. Ücret olarak ise bayanla ne kadara anlaşırsanız o kadar meblayı bir seferlik ajansa da veriyorsunuz. Merak edenlere söyleyeyim: 700 tl veriyorum. Haftanın 3 günü geliyor. Temizlik yemek vs herşeyi yapıyor, Deniz'e de bakacak, hatta cuma akşamları biz dışarı cıkarsak geç saate kadar kalacak.


Bebekli bir arkadaşımın tavsiyesiyle aradığım ajans bana 3-4 alternatif sundu ve sonuçta Nuran hanım hayatımıza girdi. İyi de oldu! Daha önce birinde 4, bir başkasında 5 yıl çalışmış. Bu işleri biliyor. Referanslarından birini aradım, hep iyi şeyler söylediler. Gelir gelmez evi çekip çevirdi, detaylı köşe-bucak temizlikler yaptı. En önemlisi Deniz de kendisini pek sevdi! Gene de 1 aydır bizimle olmasına rağmen henüz Deniz’i ona bırakıp bir yere gitmişliğim yok. Yalnız 1-2 kez Deniz uyurken onu bırakıp kısa bir iki işimi hallettim, geldiğimde berber oynuyorlardı. Dün de ilk kez Nuran hanım ve Deniz pusetle sokağa çıktılar. Sokağa derken, gerçekten de bizim sokakta dolaştılar, ben de ara ara pencereden baktım. Aman Allahım! O ne güzel bir özgürlük duygusu!!  Az sonra uyanacak olan veya ilgi isteyerek peşimden emekleyen bir bıcır yok! Ne yapsam bilemedim bu sınırlı özgür zamanda. Ama bir yanım da kızımı merak etti ve sürekli pencereden bakmak istedi tabii. Normalde bu aralar benim peşimden ayrılmama eğiliminde olan ve beni tuvalete bile göndermeye tahammül edemeyen Deniz ise hiç de şikayetçi görünmüyordu! Bir an bile mızıklamadı, beni aramadı. Hatta sokağımızdaki kuaförün önünden geçerlerken içeriden iki kişi gelip Deniz’i sevmeye kalkışınca Deniz ağlayarak Nuran hanım’a sıkı sıkı sarılmış. Geldiklerinde pek bir memnun ve gururlu anlattı Nuran Teyzemiz bunu 
Ben de anlamış oldum ki istediği kadar anne düşkünü olsun sokakta olmak uğruna anasını bile satarmış kızım!

6 Mayıs 2010 Perşembe

3 ay arada neler oldu





Aylar geçti. Resmen 3 ay geçti en son yazdığımdan beri. Hem de gündemimizin çok dolu olduğu, konu açısından hiç sıkıntı olmayan bir 3 aydı. Sanırım sanal alemdeki bu durgunluğun sebebi gerçek dünyadaki ve benim duygu dünyamdaki fazlaca hareketlilik. Bu süreçte Deniz hızla ve rahatça emeklemeye, sıralamaya hatta elinden tutunca yürümeye başladı. Deniz'i ana kucağından kurtarıp ona bir araba koltuğu aldık (puset araştırmamı hatırlarsanız baya bir araştırma sürecimiz oldu gene. Bizim yediğimiz yemekleri yemeye başladı, geçirdiği idrar yolları enfeksiyonu ve 6. hastalık yüzünden gecelerce yüksek ateşi oldu, kukuşunun kenarında bir enfeksiyon oluştu, ilk dişleri çıktı (hala da çıkmaya devam ediyorlar). Hastalıklar antibiyotikler ve dişler yüzünden çok mızmız ve zor zamanlar, yürüme çalışmaları yüzünden çok hareketli ve kazalarla (neyse ki önemsiz kazalar) dolu zamanlar geçirdi kızım. Ben bir bebek psikoloğu ile görüşüp Deniz'in uykularını daha düzenli ve uzun hale getirmenin yolunu araştırdım (hala uygulamaya geçemedim), ellerinden tutup yürütmekten ve kucakta uyutmaktan bel ağrılarım arttı, rejime başlayıp başlayıp bırakarak topu topu 1 kilo verdim (şimdi gene rejimdeyim :P), gene her zamanki gibi 7 gün 24 saat annelik yaptım ve doğrusu fiziksel ve psikolojik olarak yorulduğumu hissettim. Sonunda, iki hafta önce haftada 3 gün bana yardıma gelecek, hem ev işi hem bakıcılık yapacak bir bayan buldum. "Bir şeyler yapmak gerek" duygumu büyüttüm ve kafamda iş projeleri oluşturdum (ufak ufak realize etmeye de başlıyorum). Sürekli hareket ve keşif (eşittir yaramazlık) halinde bir bebekle uğraşmaktan, sadece bebekli arkadaşlarımla buluşup sadece bebek konuşmaktan, her akşam TV karşısında pinekleyip erkenden yorgunluktan sızmaktan, yürüyüşte, alışverişte, dinlenirken, eğlenirken, sevişirken, yemek yerken, tuvaletimi yaparken sürekli aklımın bir köşesinde "şimdi uyanır, çok vaktim yok" veya "düşüp başını vurmasa" veya "acıktı mı, susadı mı, uykusu mu geldi, sıkıldı şimdi kucak isteyecek" diye düşünmekten yoruldum. Sonra kızımın bir gülüşü, bir bakışı beni iyileştirdi. Sonra gene yoruldum. Başka annelerin doğumdan hemen sonra yaşadıkları doğum sonrası depresyonunun bir benzeri beni 10 ay gecikmeli yakaladı galiba... Elimde kalan tek kimliğim "Deniz'in annesi Özlem", tek yaptığım şey annelik ve bunda bile sık sık başarısız ve yetersiz hissediyorum. Bir an önce harekete geçip bir şeyler yapmam ve kendimi toparlamam lazım. Bunlardan biri de ihmal ettiğim sevgili bloguma tekrar düzenli yazmaya başlamak. Zaten yukarıda söylediğim gibi, yazacak çok şey var. Hobilerimi ve annelik dışındaki meşgalelerimi geri kazanmalıyım!

19 Şubat 2010 Cuma

7 aylık Deniz ve maceraları





Bu günlerde Deniz'in bizi eğlendiren, şaşırtan bazen güldüren yeni davranışlarından birkaçını yazmak istiyorum. Yazayım ki unutmayayım, zamanla unutulmaz sanılan en güzel anılar bile solup gidiyor insanın hafızasında...

Dün nezle nedeniyle biraz mızmız olduğu için öğlen mamasını blenderdan geçirirken kızımı kucağımda tuttum. Bir elimle onu tutup bir elimle balkabağı, havuç, maydanoz, patates, kırmızı et, zencefil kökü, pirinç, bulgur, buğday, mercimekten oluşan mamayı eziyordum. Blender acayip sesler çıkardıkça dehşet dolu gözlerle baktı, baktı, baktı, birkaç kez "hııı, hııı, hıııı" sesinden sonra ağlamaya başladı! Blenderdan korkan ilk bebek olma ünvanını aldı mı acaba? Daha sonra ütüye de benzer endişeli bakışlarla baktı ama uzakta oturduğundan mıdır nedir, işi ağlamaya kadar götürmedi. Gene de gözünü ütüden ayırmadı, ne olur ne olmaz :)

Gene dün, ilk kez büyük boy bir köpekle çok yakın temasta bulundu. Şehnaz Teyzesinin evine gittik, babaanneyi oradan almaya. Evin Golden Retriever cins kocaman kuçusu Lokum yanımıza gelip Denizin eline ıslak burnunu değdirince bizimki bir korktu, elini bir geri çekişi vardı ki!!! Sonra Lokum önümüzde yere yatınca Deniz ona gitmek için beni çekiştirmeye başladı. Yanına yaklaştırdım, ama Lokum bize bakmak için birden kafasını kaldırınca Deniz gene geriye sıçredı korkudan. Gene de ağlamaya neden olan bir korku değildi bu, daha çok şok olma ve bunun ne olduğunu anlayamama, merakla karışık bir şey. Zaten çok temkinli Deniz yeni objelere karşı. Hemen elini uzatıp tutmuyor hiçbirşeyi. Önce karşıdan bir bakıyor, sonra elini yavaşça uzatıp parmak ucuyla bir dokunuyor. Aynı suya patisini uzatan bir yavru kedi gibi! Bir zarar görmeyeceğine ikna olursa elliyor :)

Babasıyla telefonda konuşuyorduk. Hoparlörü açtım, babası Deniz'e seslendi. Telefona dikkatle baktı, sonra kapıya baktı, bir daha telefona ve bir daha kapıya baktı, sonra da ağlamaya başladı. Babası gelecek sandı gelmedi diye mi, geldi zannetti de neden yanımıza gelmiyor diye mi, yoksa sadece "ne oluyo bee, sesi burda kendi yok bu ne biçim iş" diye mi bilemiyorum artık! Ama bu artık kapıların insanların gelip gittiği yerler olduğunu çok iyi biliyor ve birini bekliyorsa gözü hep kapıda oluyor (tabii bu beklediği genelde ben oluyorum ve bunu baba veya babaanneden duyuyorum ehem ehhemm:)

İki eline birer obje alırsa bunları çok önemli bir iş yapıyormuş gibi bir yüz ifadesiyle birbirine vuruyor.
Yatarken iki elinden tutarsa k hemennn ayağa dikilip odadaki üçüncü kişiye "bak nasıl da kalktım" der gibi bakıyor. Otururken de (desteksiz çok rahat oturuyor) bişeylere tutunup ayaklanmaya çalışıyor ama henüz kalkmaya uzak. Genelde yere kapaklanıp ağlıyor. Yüzüsütü yatarken popoyu biraz kaldırmaya çalışıyor ama emeklemekten de uzak henüz. En iyi hareket yöntemi olarak yuvarlanmayı keşfedebildi ancak. Yatakta yataken babası yatağın ucundan onu çağırınca birkaç yuvarlanmayla yanına gidiveriyor. Tabii bıu durumda yatakta falan bir an bile bırakılmama dönemi geldi. Yastıkla falan bariyer yapılmazsa bir anda kendini yerde bulabilir valla! En garantisi yere bişeyler serip yerde bırakmak.

Çok mutlu, keyiflli olunca oturduğu yerde bana bakıp kafayı yukarı aşağı sallıyor, dans eder gibi.. Ya da daha çok kafa sallayan metalciler gibi :) Acaba ilk dans çalışmaları mı diyorum, çünkü sanki müzk olunca yapıyor daha çok...

Dada, baba, dede, abba, adda, tata gibi hecelerden oluşan bir kelime (!) dağarcığı var ve hiiiç susmuyoooooorrrrr! :)

Tabii ki herşeyi ağzına götürme, ağzına götüremediği büyük şeylere ağzını yanaştırıp tadına bakma, istediği şeye göre değişik ağlama ve mızıldanmalar, kime-nereye gitmek istiyorsa ona göre hareketler vs devam ediyor. 7 aylık oldu hala çıkan bir diş yok. Kilosu 9,175 boyu ise 74 cm olarak seyrediyor. Geceleri ne güzel uyuyordu bir iki ay önce, şimdi 2-3 saatte bir uyanıyor kerata! Hala kendi odasına geçirmedim, ve anne sütü emmeye devam ediyor.

Bahar Geliyoor!

Bugün bir bahar havası var, hem dışarıda hem benim içimde. Bu sabah ilk kez kızımla kahvaltımızı balkonda ederek sezonu açtık. Soğukta ancak 10-15 dakikalık ziyaretler yapıyorduk balkonumuza, ki baharda ve yazın hayatımız orada geçer normalde. Şimdi bahar geliyor ve Deniz'cik için balkonda keşfedilecek bir sürü yeni obje var. Tabii onu korumam gereken bir sürü tehlike de! Bu bahar ve yaz, benim için diğer bütün baharlardan ve yazlardan daha güzel olacak. Çünkü balkon keyfimi kızımla paylaşacağım. Çiçeğimle balkona çiçekler ekeceğiz, güneşte neşeyle ötüşen kuşlarımızı seyredeceğiz, yemeklerimizi bereber balkon masasında yiyeceğiz, kafamızda birer geniş kenarlı hasır şapkayla yazı erkenden evimizde yaşamaya başlayacağız!

Ben baharda bambaşka bir insan oluyorum. İyimserliğime iyimserlik, enerjime enerji ekleniyor. İşler güçler problemler vız geliyor, bir anda her şey iyi ve güzel geliyor. Evim düzenli mis gibi, çiçek gibi olsun, balkonumda çiçekler ve her tür kendini şımartma imkanı olsun, güzel, hafif yemekler, sebzeler salatalar soframızı süslesin, sporumuz yürüyüşümüz eksik olmasın, zayıflayalım incecik olalım, kış tembelliğinden kurtulalım istiyorum bu havalarda, ve hepsine de yetiyor kışın yetmeyen enerjim. Ama bu sene baharın gelişi beni ayrıca heyecanlandırıyor. Çünkü biliyorum ki güneşin ısınması, günlerin uzaması demek benim minnoş kızımın, çiçeklerin en mis kokulusunun büyümesi, başka bir dönemin başlaması demek. Bu yaz Deniz bir yaşına girecek ve yavaş yavaş yürüyen, kelime kelime konuşmaya çalışan bir bebek olmaya başlayacak. Bebeklikten çocukluğa geçiş demek bu. Kızımla el ele üzerimizde birer askılı çiçekli keten elbise,yanımızda yanık tenli yakışıklı babamızla deniz kenarında yürüyüş yapmak demek bu sene yaz! Yaşasın! :)

31 Ocak 2010 Pazar

BU GÜNLERDE

Bu günlerde gündemim oldukça yoğun. Zihnimin gündemi yani. Yoksa ne olacak, günler kızımla ilgilenerek, birbirine benzer bir şekilde birbirini kovalıyor. Deniz’İn 6 aylık olmasıyla birlikte onunla ilgili yapılacak işler, gündemimde başka birşeye yer bırakmayacak kadar çok zamanımı almaya başladı . 2 gün öncesine kadar kayınvalidem bizde olduğundan işler bölünüyordu, tam anlaşılmıyordu. Şimdi babaannemiz ablasına gitti, ve biz kızımla başbaşa kalınca asıl işin 6 aydan sonra başladığı bana iyice dank etti. Zira sabah kalktıktan sonra gün, Deniz’in altını değiştir, Deniz’e kahvaltı hazırla, yedir, kendine kahvaltı hazırla, ye, Deniz’le oyna, uykusu gelen Deniz’i uyut, ortalığı topla ve Deniz’in öğlen mamasını ocağa koy, yemeğin yoksa kendine yemek yap, Deniz’in yoğurdu bittiyse ona yoğurt yap, uyanan Deniz’i al emzir, oyun oyna, altını değiştir,Deniz’in öğlen mamasını ez, yedir, kendin öğlen yemeği ye, uykusu gelen Deniz’i uyut vsvsvs şeklinde bir kısırdöngü olarak bitiveriyor. Anlaşıldığı üzere bu yoğunluğun başlıca sebebi ufaklığın 6 aylık olmasıyla birlikte ek gıdalara başlaması. Eskiden ne de rahatmışım dedim, acıktı mı, hoop kaldır giysiyi ver memeyi, mama en uygun sıcaklıkta, kıvamda ve besleyicilikte gelsin! Şimdi hazırlıklar var, bundan başka aşılması gereken alışkanlıklar ve edinilmemesi gereken alışkanlıklar var. Mesela önceki yazımda uzun uzun bahsettiğim kucakta uyuma alışkanlığı konusunda hala bir adım atmadım. Bazı günler Deniz’in bana sarılarak uyumasından çok zevk alsam da gün geçtikçe artan sırt-boyun ağrılarım ve kollarımdaki dermnsızlık bana birşeyler yapmam gerektiğini söylüyor!
Bu günlerde bir problemim de babaanne buradayken sürekli kendisiyle ilgilenen, onunla oyun oynayan birisinin olmasına alışmış olması. Daha önce kendi kendine güzel güzel vakit geçirmesine rağmen şimdi sürekli ilgi alaka ister oldu. Bilgisayar başına oturmak veya yemek yapmak veya başka bir odada birşeyler yapmak pek mümkün olmuyor bu durumda. Ama yavaş yavaş eski duruma döneriz diye tahmin ediyorum. Bir de bizim minik TV seyretmeyi öğrendi ki sormayın! Ben gündüzleri hiç TV açmadığım için akşamları da bizimle az oturduğundan şöylle bir bakar geçerdi, bu aralar gündüz baya bir seyrediyor. Hatta dün o bakarken kapattım diye bağırınca tamam dedim! Artık Deniz odadayken asla TV açmıyorum.
Deniz’in daha çok zaman istemeye başlamasıyla benim evde yapılacak işler almaya başlamam anı günlere denk geldi diye midir nedir, biz zamane anneleri fazla mı yükleinyoruz kendimize diye de düşünüyorum bu günlerde. Kayınvalidemin burada olduğu dönem onun çocuklarını büyüttüğü dönemde anne olmakla ilgili pek çok hikaye dinledim. O zamanlar anneler her mamayı elde kendileri yapıyorlarmış, bezler elde yıkanıyormuş, bebeler ayakta sallanıyormuş, reçeller, turşular, tarhanalar, sarmalar, börekler, salçalar vs evde yapılıyormuş. Hatta mısır nişastasını, pirinç ununu, et ve tavuk bulyonları kendileri yapıyorlarmış. İş çokmuş.
Şimdi ise işlerin vakit alıcılığı çok daha az. Sebzeleri buharda pişirip püre yapma, biberonları temizleme ve ısıtma, yoğurt yapma vs gibi pek çok işi bizim yerimize aletler hallediyor. Ama doğum öncesi depresyon, doğum sonrası depresyon, stresten kaynaklı süt azalması gibi bütün sorunlar da bizim nesilde. Tabii öyle olunca annelerin neslinden “amaaaan, bizim zamanımızda bunların hiçbiri yoktu “ şeklinde küçümseme-eleştiri oklarına hedef oluyoruz. Halbuki bizim işimiz daha kolay görünse de bizden beklenenler çok daha fazla. Aslında bizim kendimizden beklentimiz yüksek. Sadece iyi anne olmak yetmiyor, yetinmiyoruz . 40 yıl öncesinin ev hanımları çocuk doğurup ev hanımı ve anne oluyorlardı. Ev işlerine bir de bebek bakımı ekleniyordu. Zamanımızın çalışan, bakımlı, kültürlü, entelektüel kadını çocuk sahibi oluyor, bir yandan ideal anne olup çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmeye çalışırken bir yandan hemen formuna dönmek, bakımlı olmak, sosyal olmak, mesleğini unutmamak ve/veya para kazanmak için işine dönmek zorunda hissediyor. Hiçbirini yapmayıp sadece bebeğine bakan ve ev hanımlığı yapan annelere ilk aylarda olmasa da bir süre sonra kendi gibi olan çevresinde sanki bir küçümseme yerleşiveriyor gibi geliyor bana. Tabii belki de bütün bunlar benim kendi kuruntularımdır. Çünkü doğruyu söylemek gerekirse ben akşam olup ev işi ve Deniz’in bakımıyla geçen bir günden sonra kocam eve geldiğinde ve “günün nasıl geçti bugün ne yaptın” diye sorduğunda hiçbir şey yapmamış gibi hissediyorum. “Ay şekerim evin işi bitmiyor” lafının gerçek olduğunu gördüm. Gerçekten evin işi bitmiyor ve sadece ev işi yaparak, yani aslında hiçbirşey yapmayarak bir ömür geçebilir. Geçer, ve insan farkına bile varmaz. Bir evlat yetiştirmiş olma ise böyle bir durumda avuntu mudur bilmiyorum…
İşte sonuçta başladığım noktaya dönüyorum. Beklentiyi oluşturan böyle şeyler düşünerek ben kendim oluyorum aslında. Ama bu düşünceye getiren de içinde yaşadığım topluluk. Kesin ollan bir şey varsa o da para için çalışmaya mecbur olmadıkça (şükürler olsun ki şimdi bu mecburiyetim yok) kızımı başkalarına (anneanne bile olsa) bırakıp gitmek istemem. Ama yanında başka birşeyler daha yapmak gerek. Nokta.

24 Ocak 2010 Pazar

Doğumlar...Ölümler...

Rahmetli dedem vefat etti, cenazesi yurt dışında kalktı, gidemedim. Canım babaannem vefat etti, ben yurt dışındaydım, bilet bulup gelemedim. Sevgili arkadaşımın anneannesi vefat ettiğinde belki biraz da bu yüzden mutlaka gitmek istedim cenazesine. Ve ilk kez orada koydu bana sevdiğim birinin arkasından hakkıyla dua okuyamamak. Dinle pek alakası olmayan bir insan olarak, duları yıllar önce din bilgisi derslerinde sözlüleri geçmek için tekerleme gibi ezberlemekten başka yerde kullanmadım. Demek dönüp onları anlamlarıyla beraber öğrenmeyi istemek için bir cenazeye katılmam gerekiyormuş. Hepsi nur içinde yatsın.

Doğum ve ölüm kadar kadar küçük hisettiren birşey var mı kendini çok büyük zanneden insanoğluna?

23 Ocak 2010 Cumartesi

30. yaşım kutlu olsun!






Bu sabah 31. Yaşımın ilk sabahı. Dün akşam 22 ocak 2010’da, ailemle doğum günümü kutladım. Artık resmen orta yaşlı olmama inat çocuklar gibi şendim. Canım annemin yaptığı nefis pastanın üstündeki “çok çok çokk..” yazısı ne kadar da anlamlıydı! Canım kocamın bana sürpriz olarak yaptırdığı “Dünyanın en güzel annesi” temalı pembe pasta ne kadar da güzel ve anlamlıydı! 2.5 saatlik trafikten yılmayıp İstanbul’un öbür ucundan gelen abimlerle, Manisa’dan gelmiş olan kayınvalidemle, erkenden gelip herşeyi bir çırpıda hazırlayan annemle ve babamla, artık ayrılmaz parçalarım kocam ve kızımla ve her güzel anımıza tanık sevgili komşumuz badimizle büyük ve mutlu bir aileydik.
Eğlence faslı bitip bu sabah, yattığımız saate göre erken sayılacak bir saatte, karlı bir tipiye uyandığımda baş başa kaldım 30'lu yaşımla ilk defa. Ve fark ettim ki çoğu kadının tersine 30 olmaktan çok hoşnutum. “31” daha bile güzel geliyor kulağıma hatta. Karlı, sessiz, evde geçen bir hafta sonu bu yeni kavramların tadını çıkarmak ve sindirmek için bulunlmaz fırsat.

Sevgili kocam, bir tanem, hayat badim,

Canım kızım, minnoşum, canımın parçası,

Siz hayatıma girmiş olmasaydınız 30 olmaktan bu kadar hoşnut olmazdım. Benim eskiden beri hayalimdi 30 olmadan ilk bebeğimi kucağıma almak, genç anne olmak. Sen benim gerçek olan hayalimsin Deniz’ciğim! Senin ilk defa benim doğum günümde konuşur gibi hecelemeye başlaman ve “ba ba ba baba ba” demen bana hediye değil de ne? İnsan hayattan daha ne ister ki? Her sabah senin o gülen yüzünle uyanmak, beni görünce ellerini ayaklarını sevinçle sallayışın, yatarken ellerini tutunca birden ayağa dikilip bize “bakın nasıl da ayağa kalktım gördünüz mü” der gibi bakışın, o berrak sesinle kendi kendi şarkı söyleyişin, küvetinin içine oturup oyuncakları tek tek eline alıp sallayıp sallayıp atışın, kucağımda uyumak istediğinde başını omuzuma koyuşun, kendi kendine oturup oyuncaklarla oynarken kafanı dimdik tutuşun, yabancılardan korkunca yakama yapışıp başını göğsüme saklayışın, zafer dolu, mutlu mutlu, umut dolu, korku dolu, şikayetçi, şaşkın, utangaç, neşeli bakışların, çıplak kalınca ayağını ağzına sokuşun, otururken pantalonunun paçasını çekip bacağını açışın, elini başına koyup açıp kapayarak kafanı kaşıyışın, ben kulağını veya saçlarını kaşıdığımda gözlerini kapatıp sakince dinleyişin, sıkıştırıla sıkıştırıla sevilirken yüzünde sükünet, sevildiğini bilip mutlu mutlu duruşun, meme emerken elini “öp beni” der gibi dudaklarıma uzatışın… bütün bunlar ve şu an aklıma gelmeyen bir sürü halin bana ennn güzel 30 yaş hediyesi.

Mutluluğumsunuz, seni va babanı çok seviyorum ve her şeyinizle gurur duyuyorum.

5 Ocak 2010 Salı

Kayınvalidem der ki ...: )

Benim arayışlarım üzerine daha önce de söylediği güzel bir özlü sözü tekrar gündeme getirdi babaannemiz: " İlk bebekler dermiş ki: Anamın ilki olacağıma dağdaki tilki olaydım!!! " :)

4 Ocak 2010 Pazartesi

Tracy Hogg İle Tanışma ve İlk Denemeler



Deniz 6 aylık olmaya doğru hızla ilerliyor. İyi huylu güzel bebeğim bize fazla zorluk yaşatmamaya devam ediyor. Yalnız uyku saatleri hariç. Sorun, kendisini kucağımızda sallayarak veya odada ileri geri yürüyerek uyumaya alıştırmış olmamız. Yani gene kızımın çıkardığı bir zorluk yok, aslında kendimiz ettik kendimiz buluyoruz! İlk zamanlnar Denizcik beslenmelerden sonra gaz çıkarma pozisyonunda uyuyordu, sonraları da en kolay uykuya daldığı şekle, yani dik pozisyonda omuzumuzda tutup odada ileri geri yürümeye devam ettik. O zamanlar hem biz kızımızla kucak kucağa durmaktan, onu koklamaktan büyük zevk alıyorduk, hem de ağırlığı az olduğu için bu durum bizde bir zorluğa neden olmuyordu. Şimdi 6 aya yaklaşırken, bizim onu kucaklamaktan aldığımız zevkte hiçbir azalma yok, fakat hanfendinin kilosunda baya bir artış var! Artık uyuması 8-10 dakika da sürse, 8-9 kilo civarında olduğu için bizim belimiz buna dayanmıyor. Ayrıca diş rahatsızlığından, veya artık sütün yeterli gelmeyişiyle beraber açlıktan, veya doktorumuzun dediği gibi bu aralar ortaya çıkan anneyi kaybetme korkusundan geceleri uyanmaya başladı Deniz. Sebebi her ne olursa olsun ağlayarak uyanıyor ve emzirmeden uyumuyor. Bazen 1-2 saatte bir uyandığında en son uyanışında emzirdiysem gene kucakta ileri geri yürüyerek uyutuyorum. Tahmin edersiniz ki gecenin köründe yataktan çıkıp 8-9 kiloluk bir bebeyle bunu yapmak çok zor oluyor. İşin içine bir de günde 3 kez uyuduğu gündüz uykuları girince bir de bakıyorum ki gündüz 2-3 kere (bazen memede uyuduğu için gerek kalmıyor) gecede de 2-3kez ortalama 10'ar dakika (bazen daha uzun) Deniz'i kucağımda ninni söyleyip yürüyerek uyutmam gerekmiş.

ÇÖZÜM BİLEN VAR MI?

Durum böyle olunca aldı beni bir düşünce. Bu halimiz ne olacak? Bu kızı böyle alıştırdık, çok hata ettik. Günden güne ağırlaşıyor, alışkanlığı ise yer ediyor. Peki kendi kendine uyumaya alıştırmanın bir yolu yok mudur acaba? Birkaç sefer yatağa uyanıkken koyup poposundan pişpişleyerek ve alışık olduğu ninniyi söyleyerek uyutmaya çalıştım. Önce oyun zannedip yatakta eğlendi, sonra var gücüyle ağlamaya başladı.45 dakika uğraştan sonra sonuç başarısız.

FERBER ve TRACY HOGG

İnternete girip bir araştırma yaptığımda başka blogcu annelerin Tracy Hogg'dan ve Ferber'den bahsettiklerini gördüm. İkisinin de bebeklere kendi kendine uyumayı öğretme yöntemlerini daha önce kabaca duymuştum. Bir kere ikisi de kendi kendine uyumanın ve gece uyanmamanın bebeklere öğretilmesi gereken eylemler olduğunda hemfikir. Bu konuda ipler bebelere bırakılmayacak, onlara öğretilecek, rehberlik edilecek, rahat rahat uyuyan mutlu bebekler olmalarını ancak biz sağlarız. Eyvallah! Hemfikir oldukları bir konu da gece yatma vaktinden çnce kesinlikle bir "uyku öncesi rutini" oluşturmak gerektiği. Yani büyük olasılıkla banyo, alt değişikliği, ninni, kitap okuma, sarılıp iletişim kurma gibi aktivitelerden oluşan rutin sayesinde bebek uykuya hazırlanacak, artık uyku vakti geldiğini anlayacak. Her akşam bunlar tekrar edile edile bunlardan sonra uyumaya alışacak. Buna da eyvallah!
Ferber, kendi kendine sağlıklı bir uyku yolunda bebeğin ağlamasının ona kesinlikle bir zarar vermeyeceğini savunuyor. Uyku öncesi rutinlerden sonra onunla konuşup iyi geceler dileyip yatağına yatırın ve odayı terk edin diyor. Ağlamaya başlarsa (tabii ki de başlayacak!) yanına hemen gitmeyin, 5 dakika bekleyin. Sonra gittiğinizde bebeğinizi yataktan ASLA kaldırmayın, sadece konuşun, okşayın, pışpışlayın ve orada olduğunuzu söyleyin, tekrar çıkın diyor. Gene ağlaığında bu sefer 10 dakika bekleyip yanına gidin, aynı şeyi tekrar edin. Çok uzatmadan odadan çıkın ve ağlıyorsa bir daha yanına gitmeden önce 15 dakika bekleyin. Sonrasında uyuyana kadar 15 dakikada bir yanına gidip kontrol edin ama ASLA yatağından kaldırmayın diyor.
Bu yöntem bebeklerin çok ağlamalarına izin vermeyi gerektirdiği için anne babaların çoğunlukla kıyamadıkları bir yöntem (benim için de kesinlikle böyle). Anne babaya güvenmeyi yeni yeni öğrenen bir bebeği karanlıkta yalnız başına ağğlarken bırakmak onu korkutur, terk edilmiş gibi hissettiri ve ciddi güven sorunu yaşayabilir diye düşünüyorum.
Böyle düşünenlerden biri de Tracy Hogg. Onun yönteminde uyku öncesi rutini ve iyi geceler dileyip bebeği öpüp yatağa bırakma kısmı aynı. Ama bebek ağladığında anında yanına gelinmesi, yataktan alınması, sakinleşinceye kadar kucakta tutulması gerektiğini savunuyor. Kesinlikle sallama, yürüme, hoplatma vs değil, sadece kucakta tutulma ve konuşma. Sakin bir ses tonuyla "cenım benim ağlama sadece uyuyaaksın, biliyorum kendi kndine uyumak çok zor ama ben buradayım hiç merak etme" gibisinden, anlıyormuş gibi. Ağlama ve mızmızlanma kesilince tekrar yatırın, ağlamaya başlar başlamaz da tekrar kucağınıza alın diyor. Ve bunu aynı şekilde bebek uyuyana kadar, gerekirse 1-1,5 saat devam ettirin diyor. Tabii bu da bebeği belki 100 kere alıp alıp geri yatırmak demek olacağından sıkı bel-sırt-kol kası lazım! Ayrıca muhtemelen bebecik sürekli ağlayacağından sıkı sinir sistemi de...
Gene de bu Tracy teyzenin yöntemini okumaya incelemeye değer buldum. Netekim diğer bloglarda ve forumlarda da bunu uygulayıp başarılı olan, bir takım sorunlarını Tracy Hogg yardımıyla çözen annelere rastladım. Hemen bir kitapçıdan "Bebek Bakım Sorunlarına Mucize Çözümler" şeklinde iddialı ismi olan kitabı edindim ve bir günde neredeyse tamamını okudum. Tracy Hogg, yüzlerce bebeğe bakmış, sorunları olan anne babaların sorunlarını gerçekten mucizevi şekilde hızla çözmüş bir bebek hemşiresiymiş. Söylediği şeyin temeli bence de gayet mantıklı ve aslında az çok bildiğimiz ama bazen (veya sık sık)göz ardı ettiğimiz birşey. Bebeklerin hayatında düzenin çok büyük önemi vardır diyor. Onların hayatını bir sonraki adımın ne olacağını bildikleri bir rutin içinde devam ettirmelerini sağlamalıyız diyor. Kesin saatlere bağlı bir program yapmamakla birlikte sabah 7 de kalkışla başlayan, akşam 19:30'da biten, "beslenme, aktivite, uyku, beslenme, aktivite, uyku" şeklinde devam eden bir rutini uygun buluyor. Bebeğin yaşına göre aktivitelerin ve uykunun kaçar saat olacağı, beslenmenin kaç saatte bir yapılacağı değişiyor tabii. Ama temelde 4 aydan sonra bebeklerin 4 saatte bir beslenmelerini ve gece boyunca hiç emzirilmeden 6-7 saat rahatlıkla uyuyabileceklerini salık veriyor! Benim kızımın 6 aylık haliyle hala 2 saatte bir meme emmesinin pek de mantıklı olmadığını biliyordum da nedense kafama dank etmesi için bir yerden okumam gerekiyormuş! Genelde verdiği örnekler ve anlattığı şeyler mantıklı ve güzel gelince bizim kıza bu yatır/kaldır yöntemiyle kendi kendine uyku uyumayı öğreteyim ve düzenini Tracy'nin anlattığı rutine benzetip meme zamanını 4 saatte bir e çıkarayım diye karar verdim. Zaten aslında Deniz'in 8'de uyanıp 2 saat uyanık kalıp 1 saat uyumak, 2 saat uyanık kalıp 1 saat uyumak şeklinde bir düzeni iyi kötü var. Yalnız meme saatleri bu düzen içinde sağa sola, yaklaşık 2 saatte bir olacak şekilde serpiştirilmiş durumda. Bir de bahsettiğim kucakta uyutma sorunumuz var.

YENİ DÜZEN DENEMELERİ

Bizim Tracy, benimki gibi yarım yamalak düzenli veya düzensiz bebeleri günlük rutine oturtmak için neler yapılacağını anlatmış. Bu sabah başladım. Tek farkla, kitapta 7 de başlayıp 19:30 da son bulan günü ben 8-20:30 arası planladım. Böylesi bizim aile hayatımıza ve babanın kızıyla biraz vakit geçirmesine daha uygun olur diye düşündüm (aslına bakarsanız bu Tracy'nin yapmayın dediği bir şey! Bebeği kendi hayat temponuza uydurmayın, onun uykuya ihtiyacı var, siz ona uyun diyor) Sabah uyanışından sonra meme emmede ve 2 saat aktivite yapmada (oyun oynamak ayaklarını tutmak, gülüp eğlenmek, normal şeyler yani) bir sorun tabii ki yaşamadım. Uyku vakti gelince, yatır/kaldır denemsine giriştim. Perdeleri indirip pijama giydirerek bir nevi uyku öncesi rutin uyguladım ve Deniz'e sarılıp öpüp yatağına koydum. Zaten uykusu gelmiş olan Deniz, birden kendi kendine uyumaya başladı! - demeyi ne kadar da çok isterdim!!! Tabii ki ve ne yazık ki hiiiç de böyle olmadı. Yatağa koyar koymaz ağlamaya başladı. Ben de hemen kucakladım sarılıp tatlı sesle konuşmaya başladım. Sakinleşince tekrar yatağa koydum, bir iki yapıştan sonra artık kucağıma aldığımda da susmayan bir bebeğim oldu! Sürekli olarak en yüksek perdeden ve sanki ıkınarak, boğazını yırtarak ve poposunu dışarı doğru ittirip kendini kasarak ağlıyordu. Bana kitaplardan bebek bakımı öğrenilmez, bebek sevgiyle büyür demesine rağmen (ki ben de böyle düşünüyorum zaten sevgisiz büyütmek gibi birşey düşünmüyorum) babaanne de bu denemeyi yapmamı kabul etmişti. Fakat bu böğürtülü ağlamalar sonucu yanımıza gelip müdahale edeceği kesin gibi olduğundan ve tabii ben kendim de kızıma kıyamadığımdan 10 dakika içinde pes ettim. Sallanmadığım sürece kucakta olmasına rağmen ağlayan Deniz ancak odanın içinde turlamaya başlayınca sakinleşti ve sakinleşir sakinleşmez omuzumda uyudu.

SORULAR BİRBİRİNİ KOVALIYORRRR...

Bu biliyorum ki yapılmaması gereken en birinci şey. Birşeye başlamak sonra bebek çok ağladı diye bundan vazgeçip tekrar onun istediğine dönmek. Bu bebişe "demek böyle çok ağlarsam annem benim istediğimi yapacak" demektir. Ama bildiğim halde yaptım. Zaten kucakta uyumaya alıştırmanın da yanlış olduğunu bilmiyor muydum??

Şimdi ne yapacağım? Deniz'i bir rutine oturtmaya, gündüz uykularını ve gece uykusunu aynı saatlerde aynı hazırlıklar sonrası uyumasını sağlamaya çalışacağım. Bu sırada zırt pırt değil 4 saatte bir beslemeye çalışacağım. Zaten masada otururken bizim yemeklerimize saldırmaya başladığı için doktorumuzu telefonla arayıp ek gıdalara geçmek için izin istemiştik. Öğlenleri kabak-havuç-patatesten oluşan sebze çorbası, akşamları da hazır tahıllı kaşık maması vermeye başladık. Yeni birşeyler denemekten ve karnının doymasından Deniz de çok memenun görünüyor. Bu da memeye düşkünlüğünü azaltıcı bir avantaj olacak sanırım. Rutine oturup aynı saatlerde uyumaya alışınca belki daha kolay uyumaya da başlar diye umuyorum. Kendi kendine uyumayı şimdilik bir süre daha rafa kaldırsam da hiç olmazsa hızlıca, beni çok yormadan uyumasını, veya kucağımda ben otururken uyumasını hedefleyebilirim. Daha şanslıysan daha ileri gidip yatağında pışpışlayarak veya ninni söyleyerek uyutmayı tekrar denerim. Tekrar tekrar ısrarla denersem sonunda bu şekilde uyumaya başlar mı acaba???

Veya "bebek büyütmenin kolay olduğunu kim söyledi, önceden böyle alıştırmasaydın kardeşim, şimdi başa gelen çekilir bırak çocukçağızla uğraşmayı" der, eskisi gibi devam eder, geceleri biraz uykusuzluk ve biraz da (biraz değil aslında bayaaa) bel ağrısına razı olurum.

Zaten aslına bakarsanız bir yanım da (geleneksel anne yanım) diyor ki "bebeğin mutlu, yüzünde güller açıyor, boyu kilosu gelişimi mükemmel, seninle ilişkisi mükemmel, kendi kendine vakit geçiriyor, az veya çok gündüz uykusu uyuyor, geceleri kalkması çok sık değil, ek gıdalara geçişi ve çoğu yeniliğe açık, kısacası çoğu annenin özeneceği meleklikte bir bebeğin var. Ne diye hala uğraşıyorsun? Mutlu ve sorunsuz bebeğini zorla sinir hastası mı yapacaksın? Ayakta gezerek uyutmayı değiştir, oturmaya falan yumuşak bir geçiş yap, sonrasında da bebeğine sarılmanın onu koklamanın kucağında uyutmanın ve memenden beslemenin keyfini sür. Zaten büyüyecek ve bunları bırakacak, senden uzaklaşacak." Hem kendimi hem bebeğimi üzmeyip bu mutlu birlikteliğimize böylece devam edebilirim gayet güzel. Başka "bilinçli" annelerin bloglarının ve okuduğum kitapların kendimi kötü hissetirmesine, yanlış davranan anne durumuna sokmasına izin vermemeliyim belki de..

Gelin, bu konuda kendi deneyimlerinizi ve duygularınızı paylaşın. Bu konuların bütün annelerde benzer duygulara ve tereddütlere neden olduğuna eminim. Paylaşmak, başkalarının deneyimlerini duymak, çeşitli bakış açılarını değerlendirmek sanırım karar vermenin en sağlıklı yolu. Ben ayrıca yarından sonra doktorumuzla randevumda da konuyla ilgili sorularımı soracağım. Gerçi siz de bilirsiniz ki ne kadar doktor varsa o kadar farklı cevap var!

Doktora sorulacak sorular:
1- 6 aylık, artık ek basine geçmiş bir bebeğin ne kadar sık meme emmesi gerekir?
2- 6 aylık bebek gece kaç saat kesintisiz uyur, neden uyanıyor olabilir?
3- Şu an babaanne bizde olduğu için tek ekstra odamızda o kalıyor. Deniz'i ayrı odaya yatırmamın bir ay kadar daha gecikmesinde sakınca var mı?
4- Gündüz uykularını kaç saat uyumalı, toplamda ne kadar uyumalı?