29 Nisan 2009 Çarşamba

Operasyon (Servikal Serklaj) Sonrası

Bir sonraki karede gözlerimi açtığımda beni ameliyat masasından tekerlekli sedyeye geçiriyorlardı. Tam karşıdaki yoğun bakım odasına götürülürken hissettiğim şey çok güzel, çok derin bir uykudan uyanmak gibiydi. ilk anda "ooohhhh, ne güzel bir uyku çektim, keşke birazcık daha uyusam" diye düşündüm. Sonra birden nerede olduğumu hatırladım, yanımdan geçen bir doktora "nasıl geçti" diye sordum. çok iyi geçmiş, bir sorun yokmuş. O zaman neden yoğun bakımdayım acaba diye düşünürken yavaş yavaş içimdeki dikişin acısını da hissetmeye başladım. Yavaştan artmakta olan acıya rağmen doktorum Erhan Bey orada olsa ona sarılıp "sizi çok seviyorum" diyecektim. Kesin diyecektim! Ama etrafta görünmedi.

Böyle bir duygusallık içindeyken yoğun bakımdan çıkarılıp ameliyathaneler bölümüne veda ettim. Çıkışta, girerken gördüğüm gözü yaşlı kadını gene kapının önünde buldum. Zavallıcık beni beklediği kişi sanıp öyle bir ümitle bana baktı ki, o olmadığım için üzüldüm nerdeyse. Asansör beklerken konuşulanlardan anladım ki anneaanne adayıymış, kızının sezeryandan çıkmasını bekliyormuş. Soran birine heyecanını ve mutluluğunu öyle güzel tarif ediverdi ki: "Canımın canı olacak"

Asansçre binip yukarı çıkarken içimde acayip bir ağlama isteği başladı büyümeye. Odadan içeri giriip endişeyle bakan eşimi ve anne babamı görünce artık gözyaşlarımı tutmam imkansızdı. Bu sefer annecimin de gözleri doldu hemen, kırmızı kırmızı oldular.Neyse ki sulugözlük krizi kolay atlatıldı.

Beni usatca sarsmadan yatağa aktardılar ve periyodik olarak tansiyonumu, nabzımı, kalp atışlarımı, ateşimi ölçmeye başladılar. Kolumdaki delikten bir torba serum verdiler. İçeriğini sordum, normal, sade serum dediler, sanırım demek oluyor ki bebeğe ve bana besin.

İlk saatlerde oldukça canım acıdı, içerdeki dikişi hissediyordum sanki. Gene de katlanılmayacak birşey değil. 1 saat kadar sonra Erhan Beygeldi gene o sempatik tavrıyla ağrılarımı, kanamama olup olmadığını sordu. Günde 3 kez bana Minoset ağrı kesici vermelerini tembihledi hemşirelere, her tür yeme içmeye izin verdi. Bir de "hastanenin diyet servisini arayın, burada 12 saattir aç olan hamile bir kadın var deyin, size özel birşeyler yapsınlar" diye süper cazip bir fikir verdi. Yalnız akşam 18-19 saatlerine kadar ayağa kalkmam kesinlikle yasaktı, tuvalet ihtiyacımı bile yatakta sürgü (veya kimlerinin kullandığı daha sevimli ismiyle ördek) kullanarak yapacaktım!

Doktor gidince ilk iş telefonla seçenekli menüden yemek siparişimizi verdik. Karnımı doyurunca zaten hem moralim düzeldi hem sanki acım hafifledi. Sonra üstüne Minoset'i de çakınca baya bi iyi oldum. Babam işe gitti, annem bana bakarak geçireceği 1 haftaya hazırlanmak için eve döndü. Zaten doğrusu kocamdan iyi refakatçi de tanımam! Beni eğlendirdi, dışarıdan meyve, abur cubur, çıtır çerez getirdi. O akşamki önemli maçı (kim kiminle oynuyordu hatırlamıyorum) beraber izledik, ziyarete gelen arkadaşlarla geyik yaptık. Akşam üzeri ağrım neredeyse hiç kalmamıştı. Gelen gidenle de aklım dağılınca, böyle durumlarda ziyaret edilmenin ne kadar önemli ve iyileştirici olduğunu görmüş oldum.

Bir de bebek olmanın ne zor olduğunu gördüm! Yatakta rahat edemezsin, yan dönmek için yardım, sıcak basar terlersin camı açsınlar diye yardım. Zavallı bebelerin bir de ihtiyaçlarını anlatacak kelimeleri de olmuyor, ağla ağla da bekle ki birisi ne demek istediğini anlasın! Zor valla!

İlk sürgü denemesi de tuhaftı.. Hemşire geldi sürgüyü popomun altın yerleştirdi, yapın dedi gitti. Eee en son yattığım yerde salmışlığım bebekken, yaklaşık 29 yıl önce :) İnsan ilk seferde yapamıyor, sanki yatağa işeyecekmişim gibi geldiğinden .. Neyse ki bu çile de akşam üzerine kadardı sadece. 19:00 civarı iki hemşire gelip beni kendi pijamalarıma giydirdiler ve ayağa kalkmama yardım edip biraz yürüttüler. Herşey gayet iyiydi, böylece Wc esareti de son bulmuş oldu!

Bu arada gece olana kadar ameliyathanede gelip benimle konuşan maskeli doktor da hastanenin kendi kadın-doğum doktoru da gelip halimi hatrımı sordular, kontrol edip bilgi verdiler sağolsunlar. 2 kez NST (Non Stress Test) cihazına bağlandım. Bilmeyenler için yazayım, bu cihaz bebeğin kalp atışlarını dinliyor hem de benim rahmimde kasılma olup olmadığını ölçüyor. Bu operasyonun kendisi bazen erken doğum kasılmalarını tetikleyebildiği için kontrol altında tutmak istediler. Neyse ki öyle bir durum yoktu.

Rahat geçen bir geceden sonra sabah 7 de gene nabız, tansiyon, ateş ölçümü ile başladık güne. Dışarıdan aldığımız simit ve sütle zenginleştirilmiş kahvaltımızı ederken gene doktorum Erhan Bey uğradı. "Oh oh maşallah bayaa iyi bakıyorlarmış size" diye gülüp eğlenerek sonrasının bilgilerini verdi:

-1 Hafta kesin yatak istirahati (Sdece tuvalet için kalkılacak)
-Hastanede kullanmaya başladığım hafif antibiyotik devam edecek (Enfeksiyon riskine karşı)
-Cinsel ilişkiş yasak (Sonra kocama dönüp "tabii size yasak yok" diye eklemesi pek olmadı!)
-2-3 Günde bir telefonla bilgi verilecek, az açık kırmızı akıntı normal ama kanama olursa hemen kendisine habe verilecek.
-2 Hafta sonra kontrol.

Tekrar son bir NST'den sonra çıkış işlemlerimiz yapıldı ve taburcu oldum. Bundan sonra da yatak hapsi dönemi başlamış oldu.

Operasyon (Servikal Serklaj) Günü

1 Nisan 09

Operasyon Öncesi

Akşam annem ve babam bizde kaldılar. Herkes biraz endişeli ama moralini bozmamayı çalışır şekilde yemek yedik. Sonra ilk benim uykum geldi ve duş alıp yattım.

Haydi biz bayanlar için önemli bir konu ve bazen problem olan bir konuyu da es geçmeyeyim... Duş alırken herhangi birinden yardım istemesi oldukça zor olan pübik tüy konusunu da traş ederek hallettim. Daha doğrusu halletmeye çalıştım çünkü 6 aylık göbekle ne yaptığımı görmeden ve fazla eğilip göbeği sıkıştırmadan baya zor oluyor!

Neyse ki gece uyumada bir problem yaşamadım, ama tabii ki sabaha karşı ameliyathane ile ilgili bir sürü abzürd kabus gördüm. Ama kendime gülerek, oldukça moralli uyandım. 9:15'te hasteneye varıp resepsiyonda işlemlerimizi yaptırdık, ordan da odamıza çıkarıldık.

İlk izlenimimiz iyiydi. Geniş ferah temiz bir oda, güler yüzlü çalışanlar. Ne yapacağımızı bilemeden birilerinin gelip bişey demesini beklemeye başladık. Az sonra iki hemşire gelip bana hastane önlüğü giydirdiler. Bilekliğim ve önlüğümle artık tam bir "hasta" olmuştum. Derken "isterseniz gelin traşınızı bir kontrol edelim, gerekirse biz halledelim" diyerek beni banyoya davet ettiler. Anlamış oldum ki akşam duştaki zor operasyonu hiç dert etmeseymişim de olurmuş.

Yatağıma döndükten sonra benim için en kötüsü olan (iğnelerii hiiiiiççç sevmem) kolumdan kan alma ve serumlar vs için damar yolu açma işlemi yapıldı. Neyse ki hemşirenin eli çok hafifti :)
Elimize anestezi ile ilgili bir form verdiler, klasik aile sağlığı soruları. Anestezist bunlara bakarak ne tür bir ilaç vereceğine karar verecekmiş. Yarım saat sonra 3 kişi bir sedyeyle geldir. Kafama bir bone takıp beni sedyeye buyur ettiler ki o zaman "ben hakkaten ameliyat olucam yahu, basbaya, filmlerdeki gibi" duygusuna kapıldım ve hafiften korkmaya başladım.
Odadan çıktık, peşimizde kocam, görüntü filmlerdeki gibi, tepemden hastane aydınlatmaları geçiyor. O zmana kadar biraz fazla loş bulduğum hastane aydınlatmasının neden öyle olduğunu anladım :)

Asansörle -2'ye indik, ameliyathane kapısı, tabelası ve kapıda gözleri yaşlı, umutla içeriyi görmeye çalışan bir kadın görüş alanıma girdiler. O an birden ağlayasım geldi kadının haline. Derken ameliyathane kapısı açıldı, sedye biraz sarsıldı ve kendimi kocamdan ve sevdiklerimden ayrı, kapının öteki tarafında buluverdim. Artık etrafta sadece maskeli, kafası boneli, mavi yeşil önlüklü insanlar vardı ve hepsi meşgul bir şekilde koşuşturuyorlardı. Sağda solda birkaç oda ve doktorların ellerini operasyon öncesi dirseklerine kadar yıkadıkları (gene filmlerden tanıdığım) dizi dizi lavaboların önünden geçtik. Ameliyathane yazan kapılardan birinin önünde durduk. Seslerden anladığım kadarıyla beni içeri sokmak için içerinin hazırlanmasını bekliyorlardı. Yandaki kapının yuvarlak camlarından, hastanın kimbilir hangi organının üzerine eğilmiş işlem yapmakta olan 3-4 doktorun kafalarını (evet gene filmlerden tanıdığımız!) ameliyathane ışıklarınının altında gördüm.

Derken beklediğim, tek tanıdık sima olduğu için bana tutnacak bir dal gibi gelen güleryüzlü tatlı doktorum melek gibi yanımda belirdi. Her zamaki rahatlatıcı tavrıyla elimi tuttu, başımı okşadı, benimle sohbet etti ve gerginliğimi azalttı. İçeride operasyon yapan doktorları gördüğüm odadan içeri baktı ve "Aaa bak burda da yeni doğmuş bir bebeği sünnet ediyorlar, içeride bir de fotoğrafçı var" dedi. Tam da o sırada içeriden bir bebek ağlaması geldi. Doğrusu birisinin hastalıktan kaynaklı kötü bir amaliyat geçiriyor olmadığına sevindim. Ama yeni doğan sünnetinin böyle ameliyathanede 4 doktorla yapılacak kadar ciddi bir cerrahi müdahale olduğunu hiç tahmin etmezdim!

Ben bunları düşünürken benim de sıram geldi ve içeri alındım. Beyaz boyalı çok büyük olmayan bir oda, ortada meşhur ameliyat masası, üzerinde koskocaman ışıklar. Beni sedyeyle yanaşrıtıp seyyar bir parça üzerinden kaydırarak masaya yatırdılar. Bu sırada kendi kendime derin derin nefesler alıp veriyor ve sakin olmak için kendimi telkin ediyordum. Sağ kolumdaki damar yoluna birşeyler takarlarken bir başkası göğsüme ve köprücük kemiklerime yuvarlak bantlar yapıştırıyor, bir başkası işaret parmağıma nabzımı dinlemek için minik bir mandal takıyor, bir başkası sol kolumu uzatmam için masanın soluna kol tahtası monte ediyordu. O da monte edilince kolumu uzttım ve haç şeklinde yatmış oldum. Kollarımı cırt cırtlarlı kayışla kol tahtalarına bağladılar ve bacaklarım için de şu hiçkimsenin sevmediği jinekolog koltuğundaki gibi iki bacak yaslama zımbırtısını monte ettiler. Erhan Bey'in "pozisyonu aldırın, herşey hazır olsun en son narkoz vericez" dediğini duydum.

Burada uzun uzun yazdığıma bakmayın, bu hazırlıklar top topu 1 dakika ancak sürmüştür.
daha önce görmediğim maskeli boneli bir doktor gelip kolumu okşayıp gülen gözlerle bana kendini tanıttı. "Merak etmeyin herşey güzel geçecek, sizi tam hazırlayıp en son narkoz verceğiz ki bebeğiniz mümkün olduğu kadar az narkoz alsın" dedi. O an öyle sevgi dolu bir dokunuş, bir çift gülen göz ve birinin sizinle konuşması o kadar iyi geliyor ki! Herşey değişiveriyor, insan rahatlıyor ve o kişiye acayip bir minnet duyuyor.

Az sonra bir de bayan gelip başucumda durdu ve benimle bebekle ilgili sohbet edip iki eliyle yanaklarımı okşadı. Bçylece minnet duyduğum kişilerin sayısı artmış oldu!

"Hazır mıyız, başlayalım mı" diye bir ses ve Erhan Bey'in evet başlayabiliriz" cevabından sonra başucumdaki bayan "haydi size iyi uykular" dedi ve sağ koluma birşey taktıklarını hissettim. Genzimde tuhaf metalik bir tad duydum. Son sözlerim "garip bir tadı varmış" oldu.

26 Nisan 2009 Pazar

Tatsız Bir Sürpriz: Servikal Yetmezlik De Neymiş?

31 Mart 09

Sabah 10'da doktor kontrolü ve şeker sayımı için 1 saat arayla iki kez kan vermek derken eşimin yarım gün izin almasına gerek yok dedik, bu seferlik bana annem eşlik etti. Kadıncağız sabah trafiğine takılıp beni geç bırakmamak için sabah 6'da düşmüş yola (Küçükyalı'dan Tarabya'ya). Neyse vaktinde doktora varıp aç karna kan verme, hemşirenin içine limn sıktığı şekerli suyu içip 1 saat oyalanıp tekrar kan verme işlerini hallettik (ben ki bir yerlerimin iğne ile delinmesinden hiçç hoşlanmam).


Sıra geldi eğlenceli kısma, yani ultrasona. Öncelikle baş çevresi, uyluk kemiği uzunluğu gibi ölçümler yapıldı. Gayet iyi. Kızımız 800 grammış, kulağa az geliyor ama 24. hafta için uygun bir gelişimmiş. Az sonra doktorun gözü sanki başka birşeye takıldı. Bebek dışında birşeye dikkatele bakmaya çalıştığını fark ettim, açıklama da gecikmeden geldi: "Rahimde biraz açılma var gibi görüyorum, vajinal ultrasonla bakmam gerek, daha iyi görürüm, varsa önlem almamız gerekebilir." Hayyydaaaa! Hadi hayırlısı dedim, hiçbir kadının hoşlanmadığı meşhur koltuğa geçtim ve rahmimdeki açıklık ekranda gayet net bir şekilde göründü. Nasıl olduğunu doktor yardımıyla gördüm, nasıl olması gerektiğini de anlatınca gördüklerim anlam kazandı. Bir tünel şeklinde olan ve normalde tamamının tam kapalı olması gereken rahim ağzının (bebeğin çıkış kapısı, bebeğin ve amniyo sıvısının bulunduğu rahim ile vajina arasındaki geçit) yarısı açılmış, ince bir körfez oluşturmuştu. Kapalı duran, suları ve bebeği içerde tutan sadece 2 cm kadar bir kısımdı ki bu da azdı ve ilerleyen haftalarda açılıverebilirdi. Doktorun değimiyle o zaman da "iş biterdi".


Genellikle çok iyimser ve rahat olan doktorumuzdan böyle bir cümle duymak tahmin edersiniz ki çok korkutucuydu. Ama daha korkutucu olan, sertçe öksürdüğümde o ince uzun körfezin nasıl birden 3-4 kat genişlediğini görmek oldu! Bunun üzerine doktorumuz, "dikmemiz lazım rahim ağzını" sözleriyle, korku dolu gözlerle bakmakta olan anneme ve bana alınacak önlemi ilan etti. Giyinip ofise geçince güzel bir benzetmeyle durumu bizim için aydınlattı. Ayakta durma, yürüme, öksürme vs. gibi ek basınç yapan hareketlerle benim yumuşak yapılı rahmimin kendini salıp açılıvermemesi için, rahim ağzından bir misina geçirip torbanın ağzını büzer gibi büzeceklermiş!

Bu operasyon durumu büyük oranda kurtaran bir yöntemmiş, gene de bundan sonra kendime dikkat edip bol bol dinlenecekmişim. Fakat olur da erken doğum kasıllmaları başlarsa dikiş mikş tanımaz, bebeği dışarı itermiş. Benim tabii ilk aylarda yaptığım uzak doğu seyahati, 4. ayda haftasonu bol yürüyüşlü Abant gezisi, ettiğim danslar falan aklıma gelip içime oturmak üzereydi ki rahatlatıcı açıklama geldi: Bu durumun hiçbir suçlusu yokmuş, sadece rahmimin yapısı böyleymiş ve açılma gibi bir problem başlamadan bunu önceden bilmenin imkanı yokmuş. Şans yani! Halbuki annemde hiç böyle bir problem olmamış.. İşin kötüsü yapı kendiliğinden değişmeyeceği için sonraki hamileliklerimde de aynı durum olacak, sadece önceden bildiğimiz için bu operasyonu daha erken (10-14. haftalarda) olacakmışım.

Sonuçta geciktirmeden halletmek için hemen bizim yanımızda Florance Nighingale Metropolitan arandı, ertesi gün sabah 11'e randevu alındı. Bizden sabah 9-9:30 civarı akşam 22:00 den itibaren birşey yememmiş ve içmemiş olarak hastaneye gelmemiz istendi. Morali bozuk bir anne ve anneanne adayı olarak oradan ayrıldık ve baba ve dede adaylarına durumu bildirdik.

En başından beri bizim için bebeğimizi görecek olmanın mutluluğuyla dolu, bayram gibi geçen dokor kontrollerinden son iki seferdir endişe verici haberlerle çıkıyorduk.

Tabii eve gelince benim ilk işim bu kon uyla ilgili internet araştırması yapmak oldu. Doğrusu çok doyurucu detaylı bilgi bulmakta zorlandım ama en anlaşılır ve etraflıca anlatan bu site ve şu site merakımı baya giderdi. Buyrun siz de bakın.

Asıl aradığım bu yollardan geçmiş bir gebenin blogu veya bu konuda bir forum falandı. Olayı yaşamış birinden dinlemek ne de olsa bir başka oluyor. Ama bulamadım. Bu blogu yazmaya başlamamın nedenlerinden biri de bu zaten. Servikal Serklaj denen operasyonu olan veya olacak olanlarla paylaşmak. Eeee damdan düşen Nasreddin Hoca ne demiş? "Bana doktor değil damdan düşen birini getirin!!" :))

DIV>

23 Nisan 2009 Perşembe

Yaramaz Kızım, Çek O Koca Kafanı Ordan!

29.Mart.2009

En son yazdığımdan beri çok zaman geçmese de çokça olay ve duygu birikmiş. Tabii ki gündemimiz değişmedi, gene kızımız Veronika Deniz ile ilgili sevinçler, eğlenceler, endişeler. Ne yazık ki şu 2 haftada eendişelerin pastadaki dilimi arttı. En son doktor kontrolümüzden biraz moralimiz bozuk ayrıldık. Sabırsız bebeğimiz erkenden (daha 6.ayını bile tamamlamadan!) başaşağı doğum pozisyonuna girmiş, başını da tam rahim çıkışına yaslamış oraya baskı yapıyordu. Son zamanlarda artan kasık sancılarımın ve rahimdeki ağırlık hissinin nedeni buymuş. Daha da kötüsü benim rahmim yapı olarak yumuşakmış ve bu baskıya dayanamayıp erkenden açılma ihtimali olabilirmiş. Sonuç; doktor raporuyla şimdilik işten ayrıldım ve evde yatarak dinlenmeye başladım. Bebeğin ağırlığının yer çekimi etkisiyle rahim çıkışını zorlamayacağı tek pozisyon yatay pozisyon.
Ofiste yaptığım işleri evde kucağımda laptopla yapmaya başladım, kocam bana okumam için kitaplar aldı geldi, eve internet bağlantısını halletti. Göz açıp kapayana kadar ne kadar süreceği belli olmayan ev hayatına ve "home office" çalışmaya adım attım. Bu ev hayatı çok da kötü geçmedi aslında. Yapacak işimin olması günleri hızlandırdı, güneş açtıkça sistemi toptan balkona taşıdım, hafta sonları arabaya binip fazla yürümemi gerektirmeyecek geziler bile yaptım.

Derkeeeen 31 Mart, yani doktor kontrolü günü de geldi. Şeker ölçümlerim de yapılacağı için heyecanlı ve önemli bir gündü. Oysa bu şeker değerlerinin ve dert ettiğim kilo konusu dahil pek çok şeyin yanında önemsiz kalacağı önemli gelişmelerin eşiğindeymişim de haberim yokmuş...

21 Nisan 2009 Salı

Gece Gece Nedir Bu Enerji!

14 Mart 2009 - Cumartesi

En mutlu ve keyifli cumartesi sabahlarımdan birini yaşadım. Tabii ki küçük cimcimem sayesinde. Ben her an biraz hareket edip hanfendi birkaç tekme vurur mu acaba diye bekleyip çoğu zaman hafif pıt pıtlarla yetinmek zorunda kalırken, kızımın gecenin 4:30'unda tepineceği tuttu! Ben tabii o saatte bilmem kaçıncı uykumdaydım. Karnımın sağ alt tarafından arka arkaya gelen kuvvetli tekmeleri önce rüya zannettim. Sonunda kızımın ısrarı üzerine uyandım. Sabahın o saatinde başka biri uykumu bölse onunla ilgili hiç de iyi şeyler düşünmeyecek olan ben, şikayet etmek bir yana, acayip mutlu uyandım. Rüya sandığım o tepikler devam edince hemen babayı da uyandırayım ki mahrum kalmasın dedim. Önce bir devamlılık testi olarak elimi tekmelerin geldiği yere koydum. Malum, haylaz kızımız genellikle birisi elini karnıma koyunca vazgeçiveriyor şovundan. Utangaç mı ne!
Gene aynen öyle oldu! Elimi koyunca hareketler seyreldi ve hafifledi. Hafif tıp tıplamalara dönüştü. Babayı uyandırmaktan vaz geçtim, ama sabaha kadar da hareketleri kaçırmayayım diye uyuyup uyuyup uyandım. Sabahı ettiğimde yüzümdeki mutlu gülümseme hala oradaydı :)

İlk Tekmecikler-Bunlar Bağımlılık Yapmasın?!

9 Mart 2009- 21.hafta ortası

5 Mart perşembe sabahı kalkıp işe gitmek üzereyken ilk sürprizini yaptı kızımız! Öyle tek bir tekme değil, sanki içeride horon tepiyor kerata! 10-15 dakika boyunca bana ve karnıma elini koymuş olan babasına şov yaptı, "işte geldim burdayım, ben bu işte ustayıım!" dedi. :) İçerdeki hareketleri ve dönüşleri hissetmek çok ilginç bir duyguymuş. Birazcık huylandırıcı ama çok çok keyifli.
Ertesi sabah da gene yataktan çıkmadan önce bize çok hareketli bir günaydın dedi. Sonra bütün gün ofiste çalışırken bir taraftan karnımı dinliyordum, acaba bir daha hisseder miyim diye, ama nafile. Cumartesi ve pazar sabahı da hemencecik alıştığımız hareketli günaydın şovu yoktu. Halbuki ben erken saatlerde hareket ediyorsa kaçırmayayım diye pazar pazar 7'ye saat bile kurmuştum! Haylaz kızım, annesine 2 tekmeciği çok gördü! Neyse ki akşam saatlerinde dayısının doğum gününü kutlarken kendini hissettirdi gene. Öyle güzel bir duygu ki, bağımlısı olmaktan korkuyorum, işin kötüsü daha çok hareket etmesini sağlamak için elimden birşey gelmiyor! Neyse ki ileleyen haftalarda giderek artacağını biliyorum ve bekliyorum.

İkinci Trimester Şikayetlerim

İlk 3 ayda yaşadığım hafif mide bulantıları, çok uyku hali falan neyse ki usulca kendiliğinden yok oldular. Şimdi geriye sadece sık sık ağrıyan bir bel*, biraz yokuş veya merdiven çıkmakla nefes nefese kalmalar, kasıklarıma ve karnımın bazı yerlerine giren sancılar**, son günlerde peydahlanan kabızlık***, sürekli yeme isteği ve paralelinde fazla kilo alma endişesi, çok sık değişen bir psikoloji****, sık sık gelip sinirimi bozan mantar(vajinit)***** ve cinsel yaşamımızın asla eskisi gibi olamayacağı endişesi ******kaldı.

Pek de birşey kalmamış canım!!!!

*Bel ağrılarını en doğrudan etkileyen konu fazla kilolar. Karnın büyümesiyle vücudun ön tarafına kayan ağırlık merkezi, hem göbekten hem alınan kilolardan dolayı omurganın taşıdığı yükün artması bu ağrılara neden oluyor. Bir yerde alınan her fazla kilonun omurgaya 5 kat yük yüklediğini okumuştum! Ben 5. ayımda 7 kilo almış durumdayım.. Demek ki zavallı omurgam 35 kilo fazla mı yüklendi! http://www.gebelik.org/dosyalar/lumbalji.html

**Daha önce de bahsettiğim kasık sancılarım karnım büyüdükçe artıyor. Kısa süreli, girip hemen çıkan fakat bazen oldukça kuvvetli sancılar bunlar. Doktora söylediğimde ilk sorduğu şey: dinlenince geçiyorlar mı? Cevap evet olduğu sürece konuya çok ilgi göstermiyor. Fakat bazı durumlarda tehlikelerin habbercisi olabilen bu tip ağrılarınız varsa doktora mutlaka danışmak ve bir kontrolden geçmek gerek! http://www.jinekoloji.net/pain.html

***O kadar da dikkat ediyorum lifli yemekler yiyorum, bol meyve sebze tüketiyorum, nerden çıkıyor bu kabızlık anlamıyorummm!

**** Ben ki normalde çok neşeli ve pozitif biri olarak tanınırım, son zamanlarda acayip konularda ağlama krizlerine tutularak kocamı şok etmekteyim.. İlkini bir pazar sabahı henüz yatakten kalkmamış keyif yaparken yaşamıştık. Hatırladığım kadarıyla net bir sebebi bile yoktu. Dolayısıyla bir yandan bunun hamilelikten dolayı olduğunun çok iyi farkındaydım ve bu yüzden durum bana komik geliyordu, bir yandan da salya sümük ağlamaktan kendimi alamıyordum! Daha sonraları "bana bunu nasıl söylersin, ben zaten hem bebeğimizi taşıyıp hem işe gidip çalışıyorum; neden bu kadar belim ağrıyor; ben yumurta yemem, yumurta da tavuğun plasentası ve embriyosu, yazık değil miiiiiieeee!!!" şeklinde çeşitli acayip sebeplerle krizlerim oldu. Bebek, annelik, anne karnında bebek, yavru, aile vs temalı herhangi bir reklam, sohbet veya güzel görüntüde gözlerimin dolu dolu oluvermesini saymıyorum bile :)

*****Belirtileri kaşıntı, idrar sırasında hafif yanma, beyaz kokulu akıntı. Hamilelikte normalden daha sık olduğunu okuduğumda şaşırmıştım, sebep olan mikroskobik canlıları görünce kendisinden daha da çok nefret ettim! İşte, kendiniz görün ve okuyun : http://www.gebelik.org/dosyalar/enfeksiyonlar/vajinit.html

****** İlk 3 ayda benim hem vücudum hem zihnim duruma alışmakla fazlaca meşguldü, belki de hormonlardan, canım pek birşey istemiyordu zaten. İkinci 3 aya geçip bir de sonlarına yaklaşınca herhalde vücut ve zihin alışma sürecini tamamladı, hormonlar da tersine etki etmeye başlamış olmalılar! Fakat bu sefer büyüyen karın, bebeğe zarar verme endişesi kocamı kötü etkiledi...

Eyyyyy baba adayları! Bilin ki ne sebeple olursa olsun ve ne kadar kibarca olursa olsun reddedilmek bir kadını kötü etkiler. Hele de hamileyse! Zaten kilo alan, hantallaşan ve karnı büyüyen ben, kendimi dişiliğimi tamamen kaybetmiş ve sadece "bebeğimizin annesi" ne dönüşmüş hissettim ve bu durum beni hiiiç de mutlu etmedi doğrusu. Şimdi hamileliğin bitmesinden sonra vücudun kendine gelmesi de zaman alacak, önümüzde normale dönmek için uzuuuun bir yol var demektir. Doğumdan sonra (özellikle normal doğumdan sonra) herşey normale döner mi, saat başı emziren bir çift meme biberon gibi gözükmekten bir cinsel objeye tekrar ne zaman dönüşür gibi endişelerimi de giderebilmiş değilim! :) Konuyla ilgili bilimsel detaylar: http://gebelik.org/dosyalar/cinsellik.html

20. Hafta- Yolun Yarısı Eder

Göz açıp kapayana kadar 20. haftanın içinde bulduk kendimizi. Koskoca 5 ay, yolun tam yarısı! Halbuki ne kadar uzak görünüyordu 4 ay önce durduğumuz yerden. Aylık doktor muayeneleri gelmek bilmiyordu. Şimdi dönüm noktalarından birindeyiz. 1 hafta kadar sonra bebeğimiz bizim seslerimizi duymaya daha sonra da ayırd etmeye başlayacak. Ben ne hissedersem o da hissedecekmiş artık. Bu da bana bir sorumluluk hali daha ekliyor. Ne yeyip içtiğimden başka kendimi nasıl hissettiğim de etkileyecek keratayı. En heyecan vericisi, artık tekmelerini ve hareketlerini hissetmeye başlayacağım. Gerçi bu aralar kasıklarımda ve karnımın çeşitli yerlerinde ağrılar ve gerginlik hissinden başka birşey hissedemiyorum. Bu kasık ve karın ağrıları enn başından beri bana rahat vermediler! Etraftaki başka hamileler ve annelerle konuştuğumda kimse böyle bi şikayetten bahsetmiyor. Aslında çok rahatsızlık verecek kadar kuvvetli ve sık değiller, asıl rahatsızlık veren, neden oldukları endişe. Neyseki doktorum bu ağrıların rahmin büyümesine bağlı gerilmelerden dolayı olduğunu söylüyor.. Zararsızlarmış. Dinlenince geçen her tür ağrı önemsiz diyor.
Bazen karnımı okşamaya, hatta onunla konuşmaya başladım. Yatıp yatıp bir hareket hissetmeye çalışıyorum. Biliyorum ki ilk hissedilenler tekme gibi değil, daha çok bir kelebeğin kanat çırpması gibi hafif bir his olacak. Yemeklerden sonra bir iki kez hisseder gibi oldum fakat o muydu yoksa psikolojik miydi, hatta bağırsak hareketlerim veya sıkışan gazlar mıydı emin olamadım! Bu bekleyişle birlikte annelerin çocuklarını başkalarının çocuklarıyla karşılaştırmalarını ve yaşadıkları endişeleri tatmaya başladım bile. "Bilmemkim 14. haftada hissetmiş hareketleri, bir başkası 18. haftada. Acaba ben neden hissedemiyorum, bu normal mi (ki aslında normal olduğunu biliyorum), neden ben hala hissedemiyorum?" falan filan... Daha önceki 2'li testte yüksek çıkan bir değer, doktorun bebeğin ileriki aylarda yetersiz beslenmesi ihtimali var demesi içime kurtlar düşürüyor. Ama bu düşünceleri kendimden hızla uzaklaştırıp iyi düşünmeye çalışıyorum. Biliyorum ki hiçbir bebek diğerleriyle karşılaştırılamaz, hiçbir hamilelik de!

15 Nisan 2009 Çarşamba

Aralık (12.hafta) - Şubat (20.hafta) Arası Kontroller

12-20. haftalar arası düzenli günlük tutmamış olduğum için şimdi (şu yazıyı yazarken tam 27. haftamız dolmuş durumda) o zamanlara dönüp detayları hatırlamak pek mümkün olmuyor tabii. Bu yüzden bu süreçteki kontrolleri ve genel durumumu özet olarak geçeceğim.

Kız mı erkek mi? Kızmı Erkek mi? Erkek mi kız mı? Erkek mi kız mı?
Önceki postlarımdan birinde kısaca bahsettiğim gecikmeli balayımızdan döndükten 2-3 gün sonra 12. hafta kontrolümüz vardı. Hem de doktorumuzun anne karnındaki bebeğin sağlığı konusunda uzman olan eşi Deniz Hanım bebeğimizi detaylı ultrasonla inceledi. Bebeğimiz içeride zıp zıp zıplıyor, resmen yattığı yerde göbek atıyordu. Sağlığı, boyu posu yerindeydi, beklediğimiz cinsiyet tahlilini tam olarak yapamasa da Deniz hanım "henüz %100 söyleyemem ama büyük ihtimalle kız" diyerek baba adayını mest etti :)

Emin ilk andan itibaren kız olmasını canı gönülden istiyordu ve "kız olacak bak görürsün" diye iddia ediyordu. Ben ise hamilelik sürecim başlamadan önce erkek çocuklarını kendime daha yakın bulduğum halde, testin pozitif çıkmasından itibaren bu konuda tamamen nötr hale gelmiştim. Sanki "şunu istiyorum" dediğim zaman bebeğim diğer cinsiyetteyse ona haksızlık etmiş olacaktım.s Sanki benim onu istemediğimi düşünecekti. Gerçekten sağlıklı ve iyi olması dışında hiçbir şey dilemeye cesaret edemiyordum. Ama tabii merak etmekten de kendimi alamıyodum :)

İlk Kez Moral Bozukluğu: Yüksek Çıkan Hormon Değeri
Bir dahaki önemli kontrolümüz Down sendromu ihtimalinin araştırılacağı 2'li test içindi. Ense pliği kalınlığı, burun kemiği oluşumu gibi kontrollerden başarıyla geçtik. Kanım alındı, araştırmanın geri kalanının sonuçlarını 1-2 gün sonra almak üzere gene neşeli, gene ağzımız kulaklarımızda evimize döndük. Kerata bacaklarını çaprazlamış edepli edepli oturmuştu, o yüzden cinsiyet konusu bu ziyarette açıklığa kavuşamadı. Gerçi bu kadar edepli oturduğuna bakarak kız olduğu inancı daha da kuvvetlendi herkeste!

1-2 gün sonra telefonum çaldı. Erhan Bey, öncelikle Down sendromu ihtimalinin olmadığının, daha doğrusu 3bin küsürde bir olduğunun müjdesini verdi. Sonraki haber biraz endişe vericiydi. Plasentanın görevleriyle ilgili bir hormon normalden biraz yüksek değerdeydi. Bunun şu anda bana veya bebeğe hiçbir zararı yoktu, ama gebeliğin son aylarında plasentanın işlevini tam yapamama ihtimali olabilirdi. Plasentanın işlevini tam yapamaması da bebeğin gelişiminin yavaşlaması, bunlara bağlı olarak erken doğum hatta düşük ihtimali anlamına gelebilirdi. Tabii ki bunların sadece küçük birer ihtimal olduğunun, kesin bişey ifade etmediğinin altını da çizdi. Fakat böyle bir ihtimal görmüşken önlem almak, görmezden gelmemek için her gün 1 adet 100'lük coraspin almamı söyledi. Bu ilaç kanı sulandırıcı etki yaptığından ileriki aylarda plasentanın kılcal damarlarında minik tıkanıklıklar olmasını önleyecekti.

-de -da Yazımı Sorunsalı!

Bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorum. İlkokul sıralarında başlamadılar mı bize -de -da eklerinin nerede birleşik nerede ayrı yazılacağını öğretmeye? Neden bir sürü başka yazım kuralına dikkat ederken bunu es geçiyor herkes acaba?
Hamilelikle beraber zamanımın artmasıyla internette daha fazla yazı okumaya başladım. Sitelerin çoğunda da diğer her yerde olan problem var.
Seçim öncesi propaganda afişlerinde, dergilerde, gazetelerde ve daha bir çok yerde, yazmayı ve yayınlamayı biz bloggerlar gibi amatörce değil profesyonel olarak yapanların bile bu kuralı uygulamadıklarını gördüm. (Bilmiyorlar demeye dilim varmıyor valla)
En son 12. Ergenekon dalgasında hocalarının götürülmesine tepki duyan Başkent Ünivesitesi öğrencilerinin okul binasına astıkları dev afişte de aynı dev hata vardı. Demek basında ana haber bültenlerinde bile çıkacak olan bir afişi yazdırırken üniversiteli gençlerin hiçbiri dikkat etmemişti imla kurallarına.

Bu konuda takıntılı bir tek ben miyim (pardon bir de babam var) diye merak ettiğim bir sırada Facebook'ta konuyla ilgili bir gruba rastladım... Demek yalnız değiliz! :)

Peki de yanlış kullanılmaya mahkum olduğu anlaşılan bu -de, -da eklerinin hali nice olacak?
Bence kaldırsın Türk Dil Kurumu şu ayrı yazılma kuralını. Hepimiz her yerde bitişik yazalım da ben de kurtulayım, babam da, bizim gibi takıntılı başkaları da!

14 Nisan 2009 Salı

Gecikmiş Balayı - Singapur Malezya

7 Aralık 2008 Gece 01:00 civarı - uçakta

Nihayet uçaktayız! 1 sene gecikmeli olarak balayımıza çıkıyoruz, hem de 2 değil 3 kişi olarak! Uçak hareket edeli yaklaşık 1 saat oldu. Yerlerimize yerleştik, düzenimizi kurduk. Önümüzdeki 10 saati burada, bu koltuklarda geçireceğiz. Ne yazık ki koltuk araları hiç de kısa mesafe uçuşlarındakinden daha geniş değil ve uçak dolu olduğu için yer değiştirme imkanımız da olmadı. İdare edeceğiz. Doktorun talimatlarına göre kan dolaşımım yavaşlamasın diye 2 saatte bir kalkıp dolaşmam ve vücut sıvısız kalmasın diye bol bol su içmem gerekecek. Bütün ailenin yoğun endişelerine ve heyecanına sebep oldu benim hamile hamile dünyanın öbür ucuna uçacak olmam. Ama bu bizim yapamadığımız balayımızın 1. evlilik yıldönümü kutlaması formatına dönüşmüş hali... Kolay vazgeçip erteleyebileceğimiz birşey değil yani. Hem şimdi ertlesek, sonradan gerçekten 3 kişi olunca artık aynı şey olmayacak tabii.
Umarım hiçbir sorun, aksilik vs yaşamadan, ailenin bence biraz fala endişeli büyüklerini haklı çıkarmadan güzel, unutulmaz bir gezi geçiririz.

İşte bu sözlerle çıktığımız, ikimiz için de hayatımızın en uzak seyahatini şimdilik bir özet olarak anlatayım.
İlk durağımız Singapur'da kalacağımız oteli internetten bulup yerimizi ayırmıştık. Onun dışında programımız Singapur'dan Malezya'ya geçip oraları biraz gezmek ve güzel bir tropikal adada biraz deniz-kum-güneş-yağmur ormanı tatili yapmaktı. Seyahatin bu kısmını, daha önce 4-5 kez oralara gelmiş bir arkadaşımızın önerisine uyarak Singapur'daki tur şiretleriyle planlayacaktık. Sonuçta bu planlama süreci biraz heyecanlı geçti ve beklediğimizden farklı bir program oldu ama... Başka sefere detaylarıyla yazacağım.
Hamileliğin avantaj ve dezavantajlarına gelince ... Uçaktan sonra ve yolculuğun genelinde sabahları biraz ekstradan uyuyarak ve yürüyüşlerimizde sık sık benim oturup ayaklarımı uzatabileceğim molalar vererek gezdik. Bunun dışında gebeşliğin getirdiği tek fark, ani acıkma krizlerimde midemin bulanmasına fırsat vermeden atıştırabilmem için sırt çantamızda bolca memleketten getirdiğimiz kraker ve bisküvileri taşımamız ve yanımızdan suyumuzu eksik etmememiz oldu. İstanbul'da sürekli uyumak isteyip yorgun hisseden ben, nasıl olduysa orada süper bir performans gösterdim, sadece 1-2 akşam yemekten önce otele gidip kestirmem gerekti. Tabii bir de normalde hiç yemek seçmesem de uzak doğunun çok baharatlı, çok soslu ve çok deniz ürünlü -normalde deniz ürününe bayılırım- yemekleri ilk 4-5 günden sonra beni biraz -hatta baya!- zorladı :) Onun dışında bu önemli seyahatten kalan bütün fotoğraflarda hamile olduğu henüz anlaşılamayan ama normale göre baya dobişko görünen bir ben varım... !

Gebeliğin avantajı olarak sayabileceğim tek şey ise sırt çantamın ağır taşımayayım diye nerdeyse boş olmasıdır! Pek de fazla bişey değil yani.

Hikayenin tamamını, fotoğraf destekli olarak detaylarıyla "geziler" etiketi altında anlatacağım. Şimdilik söylemek istediğim, hiçbir aksilik, tehlike veya rahatsızlık yaşamadan, anlımızın akıyla dünyanın öbür ucuna gidip, bi güzel gezip 2 hafta sonra bir sürü güzel anı ve deneyimle döndüğümüzdür!

ÖNEMLİ BİR SAĞLIK NOTU: Daha önce bir arkadaşımızın başına Singapur'da şöyle bir olay gelmiş:
Dönmesine bir iki gün kala ayak parmağında delice bir kaşıntı başlamış. Bakmış geçmiyor ve dayanılacak gibi de değil, hemen orada bi hastaneye gitmiş. Çinli doktor bir büyüteçle söz konusu parmağa bakmış ve hemen teşhisi koymuş: Akadaşımın ayak pamağına oraların yağmur ormanlarında yaşayan bir mikroorganizma girmiş ve derinin altından ilerleyip kaşıntıya neden oluyormuş. Şimdilik zararsızmış, ama muhtemelen arkadaşım doktora gitmek için buraya dönmeyi bekleseydi dünyanın bir ucundaki yağmur ormanının mikroorganizması burada o kadar kolay teşhis edilemeyebilirdi. Arkadaşım doktorun vediği 1 adet hapı yutunca bişeyciği kalmamış..

Yani: Uzak bir memlektte, özellikle de iklimi, bitki örtüsü çok farklı olan bir yerde başınıza gelen sağlık sorunu önemsiz de görünse, oradaki yerel doktorlarla çözmeye bakın! Burada işiniz daha zor ve masraflı olabilir. Hatta hiç teşhis edilemeyebilir bile!

Biz de önlem olarak böcek ısırıkları ve sokmaları, alerjiler, ağrılar, mide bulantıları ve bilumum hastalıklar için hamilelikte kullanılabilecek ilaç ve merhemleri doktorumuzdan öğrenip sıkı bir ilaç çantası ile yola çıktık. Neyse ki hiçbirine ihtiyacımız olmadı.

11 Nisan 2009 Cumartesi

Ah Kilolar Kilolarr!

28 Kasım 2008 - hala 7. Hafta

Acıkma krizleri ve aşermeler yaşamaya devam ediyorum. Olmadık zamanlarda birden midem kazınıyor mesela. Hemen az da olsa birşeyler yemezsem midem bulanmaya da başlıyor. Gene de pek çok hamileye göre oldukça hafif atlatıyorum. Genelde midem çok bulanmıyor. Çok fazla uyku ihtiyacı, ani acıkmalar ve bu bahsettiğim hafif bulantılar dışında şikayetim yok.
Bu akşam iş çıkışı Troya'yı izlemeye gittik. Çıkışta bardakta satılan mısırların kokusu bana taze haşlanmış makarnayı hatırlatınca eve varır varmaz ilk işim biraz makarna haşlamak oldu. Geceyarısı bi tabak sade makarna yemek ne derece sağlıklı bilemeyeceğim ama zaten saat yedide yediğim 2 dilim pizzanın bana yetmesi beklenemezdi!
Yani hamile değilken de insanın canı birşeyler ister istemesine ama bu biraz daha farklıymış. Daha yoğun ve kuvvetli. O yemeği görünce ya da kokusunu duyunca o senin için hayatın anlamı oluveriyor dersem abartmış olur muyum bilmem :) Tabii bu hiç de iyi birşey değil. İlk 3 ay kilo almadan geçirilirken (bebek o kadar küçük oluyormuş ki anne hiçbir şey yemese bile annenin bedeninden beslenebiliyormuş) ben şimdiden pantolonlarımın içine sığmaz oldum! Sınırsız kilo almaktan ve asla eski halime dönememekten korkuyorum.

Alın size kaçıncı ayda kaç kilo aldığınızı ve bu gidişatın genele göre nasıl olduğunu hemen görebileceğiniz çok faydalı bir hesaplayıcı. Faydalanın! http://gebelik.org/dosyalar/kiloalimi1.html

İçimdeki Deniz

27 Kasım 2008 - 7. hafta

Dün, 26 Kasım 2008'de, rutin 7. hafta kontrolümüzde bebeğimizin kalp atışlarını ilk kez duyduk. 2 hafta önceki ilk doktor ziyaretimizde, bir nokta olarak görmüştük kendisini. Teorik olarak bebek müsveddemiz orada olsa da, henüz içinde büyüyeceği kese bile görünmediğinden doktorumuz temkinli yaklaşmış ve "İki hafta sonra tekrar gelin, keseyi görüp kalp atışlarını duyalım. O zamana kadar mutlu haberi çok fazla yaymasanız daha iyi" demişti. Dün ise ekranda büyükçe bir fasulye tanesinin (su kesesi) içinde küçücük bir fasulye tanesi daha (embriyo) vardı. Doktorumuz boyunu ölçtü : tam 1 cm! Biraz zoom yapınca birden odayı kalp atışlarının sesi dolduruverdi! Ben çok daha hafif, ince ve uzaktan duyulacak diye bekliyordum. Oysa atan, resmen kuvvetli bir insan kalbiydi, sadece biraz daha (baya daha) hızlıydı. (Yetişkin kalbi dakikada 60-80 kez atarken bir embriyonunki yaklaşık iki kat daha hızlı atıyor)
İlk defa bebeğimizle bir bağ kurup onun yaşamaya başladığını resmen görünce gözlerim doldu. Emin de ben de, büyük bir mucizeye tanık olduğumuzu hisssediyorduk. Sadece 1 cm boyutunda bir canlının gümbür gümbür atan bir kalbi olması gerçekten müthiş; bunun benim içimde büyüyecek olan, bizim bebeğimiz olması ise muhteşem bir mutluluk! İkimiz de ultrason odasından ağzımız kulaklarımızda çıktık.

Erhan Bey'e hamileliğimden çok önce planladığımız ve biletlerini aldığımız Singapur-Malezya seyahatini yapıp yapamayacağımızı sorduk. Ailedeki anneler, teyzeler, yengeler ağız birliği etmişçesine, ya üstü kapalı olarak ya da açık açık ertelememizi söylüyorlardı. Fakat bu bizim gecikmiş balayımız olacaktı ve gitmeyi çok istiyorduk. Neyse ki doktorumuz uçakta 2 saatte bir kalkıp dolaşmam, iner inmez gezmeye başlamayıp önce birkaç saat dinlenmem ve genelde fazla yorulmamam şartıyla izin vererek içimize su serpti. Zaten yetişmemiz gereken bir tur olmadığı için programımızı tamamen benim durumuma göre yapabilecek, gerektiğinde tempoyu düşürebileceğiz.

Bir dahaki randevumuz 24 Aralık, tam da noel günü! İki haftalık seyahatimiz bitmiş ve ilk 3 aylık riskli dönem de geride kalmış olacak. O günlerin gelmesini öyle heyecanla bekliyorum ki! Bir an önce karnım büyüsün ve bebeğin hareketlerini hissetmeye başlayayım istiyorum. Şimdilik başka bir bağımız olmadığı için doktorun ultrasonda bakmasına ve "evet, bebek orada ve sağlığı gayet iyi" demesine çok ihtiyacım var. Bu yüzden kontrol günleri bayram gibi bekleniyor. Hatta Erhan Bey'le muayenehane dışında karşılaştığımızda fark ettim ki, onu görünce bebeğimi görmüş gibi sevinir oldum. Bir nevi şartlı refleks. Erhan bey demek bebeğimizle aramızdaki köprü demek :)

İlk Aşerme

25 Kasım 2008 - 6. Hafta

Bugün kendimi çok "gebe" hissettiğim bir gündü. :) Sabah uyanmak çok zor geldi, halbuki akşam 10 civarı uyumuştum bile! Aslında annemiz ve teyzemiz evde olmasalar daha bile erken sızabilirdim. Normalde sabah 8:00' de kalktığıma göre 10 saat uyku gayet yeterli olmalıydı. Ama değildi iştee!!! Ofiste günüm uyumamaya çalışarak geçti... Mesai hiç bitmeyecek sandım. Nihayet 18:30 olunca kocamla buluşup eve attık kendimizi. Tabii ki yemekle beraber bol bol turşuyu mideye indirdim :) Ekşi yemeye doyamaz oldum... "Ye ekşiyi doğur Ayşe'yi" derler ama bilimsel olarak ilk 3 ay boyunca bütün hamilelerin canının ekşiyi daha çok çektiğini okudum internette.

Yemekten sonra hemen sızarım diye düşünüyordum ama koltuğa uzanıp TV keyfi yapınca biraz dinlendim. Belki de asıl istediğim uykunun kendisi değil biraz tembellik yapıp dinlenmekti. Derken ilk aşermemi de yaşadım! İzlediğimiz dizide şalgam suyu lafı geçince benim gözler bi anda faltaşı gibi açıldı! Hayatımda bir kere ancak denediğim ve çok da hoşlanmadığım bir şeyi hayatımın merkezine koyacak kadar çok istemek acayip bir duyguymuş.
"Hiiiiii!!!! Şalgam suyuuuuuuuuu!" diye bir feryat ettim ki kocacım meseleyi anladı ve hemen harekete geçti. Ben "ohh ilk seferden baya okkalı bişey istedim bakalım nerden bulacak" derken o gayet kendinden emin ve rahat bir şekilde elini telefona atıp alt kat komşumuz ve yakın arkadaşımız olan Engin'i aradı. Meğer kendisi ortak bir iki arkadaşla beraber kebapçıdaymış, yarım saat sonra Engin elinde bir şişe şalgam suyuyla kapımızdaydı. Emin ilk aşermeyi çok kolay, yerinden bile kalkmadan atlatmış oldu!

9 Nisan 2009 Perşembe

İlk şüphe - İlk umut


21 Kasım 2008

Şimdi düşününce fark ediyorum ki hayatımda pek çok anı, benim iş için yaptığım yurt dışı seyahatlerini de içeriyor. Bir seyahatte derin fırtınalar içindeki aşk hayatımın gidişatına çözüm bulmaya çalışıyordum, başka bir tanesinde babaannemin vefat haberini alıp apar topar geri dönmüştüm. Ani bir kararla bu düzensiz günlükleri tutmaya başlamam da gene bir iş seyahati için havaalanında beklerken olmuştu.

Hayatımın en güzel ve önemli haberinin ilk şüpheleri, bir montaj için gittiğim Moldova'da içime düştü. Daha gitmeden bir iki gün öncesinden reglimin gecikmiş olduğunu fark etmemiştim. Ha bugün ha yarın diyerek bekliyordum. Yolculuk, ordaki işe başlamak, kısa sürede işi düzgünce bitirmek telaşı falan derken ben ancak 2 gün sonra gecikmenin devam ettiğini fark edebildim. Tabii içime düştü koskocaman bir heyecan! Sayıyorum sayıyorum, 4 günlük bir gecikme... Bir tarafım deli gibi inanmak isterken ( 4 gün gecikmişim,daha ne olabilir ki, aksi imkansız!) , bir yanım da erkenden sevinip sonra hayal kırıklığı yaşamamak için temkinli (hava değişikliği olabilir, yoksa yanlış mı sayıyorum, geçen ayın tarihini yanlış mı hatırlıyorum?). Gene de ben otomatikman şantiyede silikon, boya kokularından alçıpan ve ahşap tozundan falan kendimi korumaya başladım. Kimselere içimde büyüyen şüpheden (umuttan desek daha doğru aslında!) bahsetmedim çünkü kendimi ve sevdiklerimi bu fikre alıştırmak istemiyordum. Hala bir yanlışlık olması ihtimalini de göz önünde bulundurduğumdan İstanbul'a dönüşümüzü beklemeye ve döner dönmez bir test yapmaya karar verdim. Bir tek en yakın arkadaşım Gönül'le son gün duygularımı paylaşmadan yapamadım.. Eeee, birisine söylemesem çatlayacaktım!

Nihayet eve dönüş vakti geldiğinde kalbim deli gibi çarpıyordu. İçten içe hamile olduğumdan emindim, bir hafta ciddi bir gecikmeydi. Gene de sevinmek konusunda testi yapana kadar kendimi frenliyordum. Bir yandan da sürekli dua ediyordum "Tanrım n'olur bu mutlu haberi kocama ve aileme verebileyim. Şu montajda çalışarak geçirdiğim haftasonunun karşılığı olmuş olsun, bu kadar istemeden geldiğim şu montajın bende güzel bir anısı olmuş olsun"

Uçaktan iner inmez ilk işim havaalanındaki eczaneye koşup bir test almak oldu. Eczacı "testi sabah idrarıyla yaparsanız daha doğru sonuç verir" deyince bir kahroldum. Bir gece daha nasıl bekleyecektim! Neyse ki prospektüste, genelde yer etmiş bu inanışın hiç de doğru olmadığı yazıyordu.

Daha takside eve giderken heyecandan ellerim buz gibi olmuştu, dizlerim titriyordu. Eve girer girmez eşyaları elimden atıp zangır zangır titreyerek tuvalete koştum. Uyguladıktan saniyeler sonra oradaydılar! Hayatımın değiştiğini ve artık geri dönüşü olmayan sürecin başladığını söyleyen iki mor çizgi gözümün önündeydiler!