18 Ekim 2011 Salı

ARTIK BASBAYA KONUŞUYORUZ...



Konuşmak ne kelime, şakıyoruz. Şarkılar söylüyoruz, "şuraya bir kuş konmuş" ve bilumum tekerlemeleri söylüyoruz. Mesela "komşu komşu oğlun geldi mi, ne getirdi, incik boncuk, kime kime, sana bana..." diye giden favorilerimizden. Her yaşıtı gibi o da hafızaya sürekli atttıklarını şimdi yeri gelince hhoop diye çıkarıp yerinde kulanıyor. Bazen de bizi çok eğlendiriyor!

Oynarken:
- Anne sen şimdi gel, poponu aşağı indir burda, ben sandalyeye çıkayım, burdan tırmaniim sonra popondan sırtına, maymun gibi. Öyle bir operasyon yapalım yani...

Uyku saatinden klasik diyaloglar:

- Ben şimdi uyumiyim, birazcık babayla Baby seyrediim, sonra hemen gelip uyim burda istersen, ne dersin?


- Deniz, kitap okuyalım gel.
- Ben uyumucam.

- Denizcim, süt içer misin?
- Ben uyumucam.


Ben komik bişey yapınca:
- Hahaha, bu anne ne komik ya!

Televizyonda beğenmedeiği bir yetişkin kanalı açılınca:
- Bu ne be?

Kendisi komik bişey yapınca:
- Şu işime bak anne , haha!

Geçenlerde birşeye şaşırınca ettiği laf bizi şok etti:
-OH MY GOD! diye bağırdı basbaya!

Birşeyler anlatırken:
- Falan filan falan filan ma ma ma. (ma ma ma nın ne olduğu konusunda bilgimiz yok!)

Bir de masal anlatmaya başladı bizimki:
-Bir varmış, bir yokmuşş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde , develer tellal iken, pireler beber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar ikeeeen (buraya kadar hepsi tastamam!) bir .......... varmııış. (o sırada elindeki kitapta ne resmi varsa o.) Bu ........ annesine gidiyomuşşş. Annesi ona mama yediriyomuşşş.Bu masal da burda bitmişşşş...
Yani sanırım masalı anlatmaktan çok başındaki "evvel zaman içinde.." kısmını söylemekten zevk alıyor!

Bir de bu aralar favori oyunlarımız "mış gibi yapmalar". Yani mesela "sen anne değilsin sen şimdi Denizsin ben de Deniz değilim Kaan abiyim" diyor ve sonraki büttüüün günlük diyaloglar bu şekilde. Bir kere 3 gün sürdüğü bile oldu bu oyunun.
Bir de evde eline geçen irili ufaklı bütün kutuları elinde gezdirip "anne bak, içinde kedi var" diye bana gösteriyor. KEdiyi ordan bazen alıyor, seviyor geri koyuyor. Veya yemek yediriyor. Ben de aynısını yapıyorum onunla beraber. Ama birisi unutup o kutuya bir şey koymaya görsün!!! En ufak bir şey de koysan kıyamet kopma sebebidir : "Ama o oorda kediii vaaaarrrrr koymmmaaaaa!!!!!" :)





16 Ekim 2011 Pazar

Farid Farjad Konseri


Dün Faird Farjad konserindeydik. Uzunca bir zamandır yapmadığımız bir güzellikti konsere gitmek. Farid Farjad benim için daha önce Emin'in evinde bulduğum, onun tavsiyesiyle dinlediğim ama o an modumda olmadığımdan herhalde, sıkıcı bulup dinlemeyi yarım bıraktığım bir Cd'den ibaretti. Dün itibarıyla ise çok daha fazlası.

"Kemanı ağlatan adam" sıfatını fazlasıyla hak ediyor, hatta "kemanı konuşturan" veya "kemana ağıt yaktıran" bile denebilirmiş bence. Bir kemandan çıkabilecek her tür sesi kullanarak çalıyor sanki. Bu koşuşturmalı ve hep meşgul hayatımızda son zamanlarda kendimiz için yaptığımız en iyi şeydi bu konsere gitmek. Dinlerken kendimi hayata bir mola vermiş, ruhumu besliyor gibi hissettim. İnsan sanki böyle bir sanat eserinin kakrşısında insan olduğunu daha bir hissediyor, çünkü bu bizi diğer bütün canlılardan ayıran bir beceri dedim kendi kendime. İşte bu "SANAT" dedim. İnsanoğlunun dehasından başka birşey değil. Bunu yapmak, yaratabilmek müthiş bir deha, hissetmek ve bununla ruhunu doyurabilmek ise büyük bir lütuf.
Emin "konseri dinle bak, sonunda CDsini almak isteyeceksin" demişti başlarken, ben ise keman çalmayı öğrenmek istedim. Hep istediğim birşeydi aslında bir enstrüman çalmayı öğrenmek, bilmem ki 31 yaş çok mu geçtir :)

Benzeri bir duyguyu Amsterdam'da Van Gogh müzesini gezerken zeytin ağaçları resimlerinin önünden ayrılamadığımda yaşamıştım. Ne var ki sanırım resim bu anlamda daha anlaşılması, algılanması zor. Bir kere o orada olsa ve yıllarca dursa da sen bakmadığın sürece göremezsin, ve senin için yoktur. Bakman, fark etmen ve baksan da bir de "görmen" gerekir. Oysa müzik senin onunla ilgin olmadığı bir anda bile kulaklarından girer içine ve benliğini kaplayıp seni kendine çeker. Bir yolunu bulur, bazen farkında bile değilken seni içine çekiverir.

Farid Farjad'ın hüzünlü ve bazen de neşeli kemanı da bizi çepeçevre sardı, sarmaladı, insan olduğumuz için şükrettirdi. Bu kadar bam telimize dokunabilmesinin bir sebebi de şüphesiz İranlı olmasından dolayı ezgilerinde bulunan oryantel tınılardı diye düşünüyorum. Bir batılı müzisyenin kemanından bu kadar etkilenir miydik, bilemiyorum.

Yaşadığım "insanlık" duygusunun tam tersini ise Farid Farjad konserinin sonunda yaşattı bana. Çaldıklarıyla değil, anlattıklarıyla. Tabii bizim dinleyebildiklerimiz, kendisi de İranlı olduğu için fazlasıyla duygulanan tercümanın gözyaşlarının izin verdiğince çevirdikleriydi.Özetle şunları söyledi:

"Ben İstanbul'a defalarca geldim ve çok güzel bir şehriniz olduğunu düşünüyorum. Buraya olan aşkım çok eskilere dayanır. Yıllardır Amerika'da yaşıyorum. Ama vasiyetimde buraya, Türkiye'ye gömülmeyi istedim. Çünkü beni burada seviyorlar. Kendi ülkeme ise giremiyorum. Onlara da kemanımla mutluluk ve sevgi götürmek istiyorum ama onlar bundan korkuyorlar.
Orada sevgi günah.
Orada müzik günah.
Memleketimde anneler bebeklerine ninni söylemeye korkar hale geldiler.
Bundan büyük bir facia yoktur. "