19 Kasım 2009 Perşembe

Deniz 4 Aylık!


Hatta şu an 4,5 aylık olmak üzere! Hoş ve hareketli günler yaşıyoruz kızımla. Her birkaç günde bir yeni bir beceri, yeni bir şirinlik.

Kilosu 7,5 olmuş, boyu da 70,5 cm. Standartların üzerinde büyümesi devam ediyor. Hala sadece anne sütüyle besliyorum ve hala biberon almıyor. Doktorumuza bu biberon konusunu açtığımda bana başka bir besleme şekli önerdi. 40-50 cc su ile 1,5 tatlı kaşığı pirinç ununu pişireceğim. Ilıklaştığı zaman içine 50 cc kendi sütümü ekleyeceğim ve kaşıkla yedireceğiz hanım kızımıza. Tabii ben değil, be yokken annemveya babası yedirecek. Anneye biraz özgürlük vermek için diğer bir kişinin karın doyurabileceği güzel bir yöntem, ama çok sık uygulamamak gerek diye altını çizdi doktor.

Bu aralar bolca yaşadığımız ilklere gelince:

Geçen hafta ilk kez babasının kucağında mızıldarken yanlarına gittiğimde ellerini bana uzatıp vücudunu da bana doğru eğerek resmen bana gelmek istediğini belirtti mesela. Tabii ki bende bir kıvanç, babada ise kıskançlık sebebi :) Ondan sonra özellikle akşamları uykusu geldiğinde bu hareketi tekrar etmeye başladı. Biraz daha anneci oldu yani anlayacağınız. Veya daha önce de anneciydi de şimdi ifade edebilmeye başladı tercihlerini!

Daha dün ilk kez yüzüstü yattığında elinin erişebileceği mesafede duran bir oyuncağına elini uzatıp tuttu ve kendine çekti. Bu yüzükoyun yatma egzersizlerini her gün yaptırıyorum. Kafasını ve ayakarını kaldırıp etrafa bakındığından ve düz dönmek için debelendiğinden biraz terliyor, ama sırt kasları için çok faydalıymış. Etrafına ilgisini çeksin diye oyuncaklarını yayıyorum ama elini hiç uzatmıyordu, düne kadar!

Bu aralar sürekli doğrulup oturmaya çalışıyor Deniz. Yattığı yerde yatmak istemiyor hiç. Ellerinden tutup birazcık yardım edersek hoop, doğruluveriyor. Oturduğu anda suratındaki mutluluk ve başarı ifadesini bir görmeniz gerek! Harika! Fakat henüz oturması sakıncalı, doktorumuz "bu ay da sırt kasları biraz gelişsin, birdahaki ay oturtmanızı isteyeceğim" dedi. Özellikle çıngıraklı çorapları tavsiye etti hatta, ayakları sallamak sırt kaslarını geliştirdiği için. Aldım taktım ayaklarına ama bizimki sesin ayaklarından geldiğini fark etmemiş gibi davranıyor!

Artık pusetin anakucağı bölümünde biraz sıkışmaya başladı Deniz. O yüzden daha büyük bebeklikten 2-3 yaşına kadar kullanılan oturağı kullanıma açtık. Tam dikleştirmeden, yarı yatar pozisyonda tutuyorum sırtını. Çok daha ferah ve rahat görünüyor deniz içinde. Hem de yanları daha açık olduğundan etrafı daha iyi görebiliyor. Tabii anakucağını hala araba koltuğu olarak kullanıyoruz mecburen. Ama yavaştan kızımıza uygun bir araba koltuğu bakmaya başlayacağım. Bu konudaki araştırma ve kararımı da ilerleyen günlerde (veya haftalarda) burada bulabileceksiniz.

Uykusunda yuvarlanarak yer değiştirmeye başladı tam bir hafta önce. Öğlen uykusuna yatağına yatırdım, 15 dakika sonra bir gittim ki kendi yatağından bizimkine geçmiş orada uyuyor! (Denizin yatağı bizimkine bitişik ve aynı seviyede, arada da bölücü birşey yok. Gece sık sık emzirirken çok büyük kolaylık) Tabii hemen araya yatağın o taraftaki parmaklığını da taktık. Artık sağda solda, koltuğun üzerinde, ana kucağında, alt değiştirme yerinde yalnız bırakacağım zaman çok dikkat etmek gerek!

Uyku düzenimiz daha da nefis hale geldi bu ay. Artık gece yatmadan önce bir kez besleniyor, sonra bazen 2 saat sonra bi kez uyanıyor gene emiyor (ben o saatte zaten daha yatmamış oluyorum, o yüzden sorun değil) sonra 8-10 saat kesintisiz uyuyoruz. Bu da demek oluyor ki 11-12'den sonra sabaha kadar uyandırmıyor minnoşum beni. Ona buradan teşekkürler ediyorum ve herkese böyle uykusever bebek diliyorum :) Tabii bu sefer göğüslerimde ciddi miktarda süt birikiyor, taş gibi olmuş ağrılı göğüslerle uyanıp pompalamak zorunda kaldığım da oluyor!
Gündüzleri ise, 2 saat uyanık kalıp 1 saat uyuma düzenimiz çok güzel oturmuştu. Bir süre saat gibi devam etti o şekilde, ama bu aralar bozuldu biraz. Sabah uyandıktan 2 saat sonra kesin 1 saat kestiriyor ama öğleden sonraları belli olmuyor pek.

Gündüz uykularına genellikle memede uyuyakalarak dalıyor. Ama bu aralar kafamı en çok kurcalayan konu, gece uykusuna yatırma şekli. Ne yazık ki kucakta odanın içinde ileri-geri volta atarak uyumaya alıştırdık. Şimdi başka şekilde uyumuyor, oturmak da yasak, illa odada yürünecek! Bir de ninni söylenirse süreç hızlanıyor. Güzel sıcak bir banyo yapıp, alt değiştirme masasında gelenekselleşen oyunlarımızı oynadıktan sonra, saat de 9 civarıysa çabucak dalıyor uykuya. Ama banyo yaptıramadaıysak mesela, veya bir derdi varsa belim kopana kadar uyutmaya çalışıp pes ederek nöbeti babaya devrettiğim de oluyor. Eh dile kolay, 7,5 kilo! Artık yatağında kendi kendine uyumayı öğrenmenin vakti geldi de geçiyor, biliyorum. Fakat gelin görün ki bir türlü cesaret edip insiyatifi ele alamıyorum! Bel ağrısından çok bıkıp karar verdiğim bir iki akşam denemeye kalktıysak da sesi kısılırcasına bas bas bağırarak ağlayınca kıyamıyoruz. Zaten bebeği yatakta bırakıp ağlasa da yanına gitmemek değil uygulayacağımız yöntem. Ağlayınca yataktan alıp sakinleştirmek, sakinleşince tekrar yatağına bırakıp odadan çıkmak, ve uykuya dalana kadar bu şekilde yanına gidip gelmek planımız. Bu camiada kabul görmüş, Amerikalı bir bebek psikoloğunun önerisi. Dünyada uyku eğitiminde iki ekolden biri bebeği yatağa koyup ağlayıp kendini de yırtsa yanına gitmemek, diğeri ise bu dediğim. Ağlatmak ve yanına gitmemek uyku konusunda daha çabuk sonuç verse de anne babaya güven duygusu yeni yeni oluşmakta iken darbe alıyor, bebek kendini terk edilmiş hissediyor diye diğerini kullanıyor pek çok kişi. En fazla 5-6 günde bebekler kendi kendilerine uykuya dalmayı öğreniyorlarmış bu şekilde. Fakat öncelikle anne babaların kendilerini disipline etmeleri gerek tabii, ki işin asıl zor kısmı bu! Şimdilik şu sitedeki konuyla ilgili yazıları okuyor ve kendimi eğitmeye, en doğru ve kolay yolu bulmaya çalışıyorum. Bu siteyi (www.babycenter.com) ingilizce bilen ve okumaya üşenmeyen bütün anne babalara şiddetle tavsiye ederim, çok faydalı bilgiler, sorulara hem uzmanlardan hem ailelerden cevaplar içeriyor.

Bu arada Deniz hala bizim odamızda yatıyor. Bu konuda çok çeşitli görüşler olsa da ben annesel içgüdülerimi kullanmayı tercih ettim bu konuda. Geceleri emmek için uyandığında ağlamayıp sadece kıpırdanarak ufak sesler çıkartıyor ve ben bunlara uyanıp kızımın karnını doyurup tam uyanmadan yatağına geri yatırıveriyorum. Ayrı odada olsa bağırarak ağlayana kadar sesini duyamayacağım, bu en büyük sebep yanımdan ayırmak istemememde. Ama artık geceleri uyanmamaya başladığına göre evimizin misafir-çelışma-depo odası olarak kullanılan "arka oda"yı Deniz'in odası haline getirme vakti! Planım duvarlarını güzel bir renge boyayıp bir de resim yapmak. Hazırlıkları tamamlayıp odayı kullanıma açana kadar 1-2 ay daha sabahları kızımın gülen yüzünü görerek uyanma lüksümün tadını çıkaracağım!

24 Ekim 2009 Cumartesi

Haftasonunu Sevmek

Çalışmayıp evde oturan bir kadının hafta sonunu benim gibi iple çekmesinin tek açıklaması kocasını çok sevmesi olabilir :)

Aman Kuaförünüze Dikkat !!!

Bayanlar, ve hatta metroseksüel baylar! Manikür-pedikür yaptırdığınız yerin hijyenine güveniyor musunuz? Aman dikkat edin! Bilmediğim bir yerde pedikür yaptırdım, 2 aydır her ayak parmağımda sırayla çıkan yaralarla uğraşıyorum!

"Kısa Kısa" ya Giriş

Söyleyecek kısa bir sözüm olduğunda, çabucak buradan paylaşacağım ve hepsini "Kısa Kısa" etiketi altında toplayacağım. Kısa ve öz. Bazen çok da öz olmayabilir ama idare edin artık :)

23 Ekim 2009 Cuma

Günden Güne, Adım Adım

Kızımız dün, yani yani 22 Ekim itibariyle oyuncaklarına elini uzatıp onları tutmaya başladı sayın izleyiciler! Bu süreçleri adım adım izlemek bana nasıl da keyif veriyor anlatamam. Resmen günden güne yavrunuzun geliştiğini görüyorsunuz anne baba olunca. Önceleri sadece oyuncaklara dikkatle bakıyordu. Sonra ellerini kontrolsüzce sallarken eli mi değdi, yoksa özellikle elini mi uzattı pek de anlaşılmıyordu hareketlerinden. Ama dün ilk olarak oyun halısında yatarken (hani bebeği yatırırsınız, üstünde bir takım oyuncaklar sallanır) yüzüne yakın duran renkli arıya baktı baktı, sonra bir baktım elini kaldırmış arıyı okşuyor. Gene çok anlam yüklemeyeyim dedim ama akşam gezmesinde bir kafede otururken aynı şeyi daha da belirgin olarak tekrar etti. Arabasında yatarken yüzüne yakın sallanan mor su aygırını hop diye ayağından tutverdi! Tekrar rekrar bırakıp bırakıp tutarken yüzündeki dikkat, konsantrasyon ve hırs ifadesi de görülmeye değerdi!

Diyeceğim şu ki, bu basit bir gelişme, olacağı belli olan, benim kızıma özel olmayan bir beceri. Bİliyorum ki başarı bile denemez buna. Ama gene de bende bir gurur, bir duygusallık! Sanki kızım Harvard Üniversitesinden mezun oldu! Gerçekten insan anne olmanın tuhaf yanlarını görüyor ve kendine şaşıyor her geçen gün. Her geçen gün yeni bir mutluluk ve güzellikle dolu. 7 gün 24 saat beraber olup da doyamadığım bir sevgi kızıma olan sevgim. Günde 10 kez yapıp da bıkmadan aynı zevki aldığım birşey onu emzirmek. Şimdiden onun büyüyeceğini, bu tatlı günlerin biteceğini düşünüp o günler için hüzünleniyorum. Bir yandan biliyorum ki o zman da başka zevkler ve mutluluklar bekliyo olacak bizi, ama şu emzirme zevki yok mu! O bitecek, kızım artık benden beslenmeyecek. Daha da büyüyünce bir dönem gelecek bağımsız olacak, hatta beni beğenmeycek.


İnsan hakkaten anne olunca anlıyormuş.

17 Ekim 2009 Cumartesi

Deniz 3 aylık!

Geçen hafta 3 aylık kontrolümüze gidip geldik. Boy kilo, artmaya devam ediyor. 7 kilo civarı olmuştur diye tahmin etmiştik, 6915 gram çıktı. Belimizin ve kollarımızın ağrıması boşuna değilmiş! Boyu da 67,5 cm. Yani küvetine sığmaması da boşuna değil!

Aslında bilsek de sormadan edemedik doktorumuza: Bu kızın bazen elleri buz gibi oluyor, ama geri kalanı sıcak oluyor. Üşüyor mu demek?
Cevap hayır arkadaşlar. Bebeklerin elleri, ayakları, burunları, yanakları soğuk olabilir, panik yapıp kat kat giydirmeden önce ensesinin hemen altına dokunun. Sırtı da soğuksa üşüyor demektir. Yoksa birşey yapmaya gerek yok. Bunu çok iyi bildiğim halde annelik işte, üşüyormuş gibi geliyor, acaba mı diyorum her seferinde :)


Önemli bir dönüm noktası 3 aylık olmak. Herşey, uyku özellikle de daha bir düzene giriyor. Tam 3 ayı doldurmadan önce "3 aylık bebekler gecede 1 kez emer" diyen makalelere "hadi canım" diye cevap veriyorduk. Tam 3 aylık olduğu günlerde, 1-2 gün anca şaşmıştır, sadece sabaha karşı 4'te uyanmaya başladı. Akşamları 8-9 civarı uyuyor, gece 4' te uyanıp emiyor, sonra artık sabah 8'de. Hatta son bir iki gecedir 5'e ve 6'ya kadar uyuduğu bile oldu!
Gündüzlerimiz de gayet düzenli. Sabah kalkış değişken; 9-11 arası. Ama kesin olan şu ki ondan sonra 2 saat uyanık kalıp 1 saat uyuyor. Saat gibi! Acıkıp meme emmesi de 2 saatte bir. Bu periyod belli olunca ben de günümü buna göre planlıyabiliyorum. SAdece dışarı çıkışlarımızda biraz değişebiliyor (açık havada genelde biraz daha fazla uyuyor) veya hafta sonları baba evde olduğunda...

Bu ay bir de zaatüre aşısı oldu bebeğimiz. Bir dahaki aşı birdahaki aya.
Bir dahaki dönüm noktası ise 6 ay. Dediklerine göre o zaman da her gün yeni birşey yapmaya başlıyormuş! Yani önümüzde çok eğlenceli zamanlar var.

9 Ekim 2009 Cuma

Eyvah! Deniz Biberonu Reddediyor!

"Dünkü nüfus müdürlüğü operasyonum şişkoluğumu yüzüme vurmaktan başka (bakınız bir önceki yazı) bir işe daha yaradı. Biberonlarla ilgili bir gerçegi öğrendim. Bir bebeğin biberon seçebildigini! Bir biberondan süt içen bebeğin illa bütün biberonlardan içmeyeceğini." diye başlamıştım aslında bu yazıya. Çünkü kızımın biberondan süt içmeyi reddedişini yeni bir biberon kullanmamıza bağlamıştım ilkin. Buna inanmayı çok istediğimden, Deniz'in artık biberonun hiçbir çeşidinden süt içmemeye karar vermiş olabileceğini aklıma bile getirmemiştim. Ne kadar yanılmışım!

Asıl süt, rezene çayı vs vermek için kullandığımız Avent biberonumuzu bir arkadaşımızda unutmuş olduğumuzdan sadece 1 kez Deniz 1 aylıkken kullandığımız bir başkasını bıraktım anneme. İçim rahat gidip Nüfus Müdürlüğündeki işimi hallettim. Geldiğimde yokluğum boyunca uyumuştu ve beslemeye gerek kalmamıştı. Uyanınca, biberondaki süt boşa gitmesin diye onu içirelim dedik, fakat nafile. Çok aç olmasına rağmen kesinlikle içmedi, yaygara koparıp ben meme verene kadar ağladı. Bir ümit, 1 gün sonra buzluktaki sütlerden çözüp alışık olduğu Avent biberona koyup dışarı çıkarken yanıma aldım. Ama sonuç gene hüsran: ağğzına alıyor, damaklarıyla çiğniyor, diliyle evirip çeviriyor ama emmiyor. Yine meme verdim mecbur.

Ben hala iyimserliğimi korumaya çalışarak "belki donup çözülmüş sütü beğenmedi, ısısı aynı değildi, belki dışarıda dikkati çok dağıldığı için içemedi" gibi ihtimaller üzerinde durarak üçüncü denemeyi evde, taze sağılmış sütle yapmaya karar verdim. Ertesi gün süt zamanı gelip ağlamaya başladığında süt sağdım, biberona koydum. Bu esnada Deniz iyice acıktı tabii. Ama gene fayda etmedi. Onun değil benim direncim kırıldı, kıyamadım meme verdim. Sadece bir ara memeyi bıraktığında aradan biberonu sokuşturduğumda cuk cuk emdi, ama o zaman da artık karnı doymuştu.


Şimdi ben dehşet içindeyim. Ya bir daha hiç biberondan süt içmezse? Konuştuğum arkadaşlardan hiç biberon almayan, hatta meyve sularına falan başlama vakti geldiğinde de biberon istemediği için annesine çok zorluk çıkaran bebeklerin, bebeği illa meme istediği için onu bırakıp iş dahil hiç bir yere gidemeyen annelerin hikayelerini duyuyorum.
Tam da eski patronlarıma gidip evden çalışıp part time ofise gelebileceğimi söylediğim, Deniz'i birkaç saatliğine anneme bırakıp direksiyon derslerine başlamayı, tekrar spor salonuna yazılmayı planladığım bir dönemde çok acı bir haber oldu bu benim için. Ne yapalım, hep biberondan içmeye alışıp memeyi reddeder bebekler diye duyduk, tersi konusunda uyaran hiç olmadı ki! Doğum öncesi kursta, forumlarda, sitelerde hep "aman bebeklere ilk ay biberon vermeyin memeyi bırakır, biberondan içmek daha kolaydır, alışırsa fena olur" cümlelerini duyduk ve okuduk. Dolayısıyla "alışık" dediğim biberonu bile memeden vazgeçer korkusundan, doğduğundan beri 3-4 kez ancak kullanmışızdır. Şimdi diyorum ki keşke daha sık verseymişiz!

Ben gene de pes etmeyeceğim. Dün gidip daha yumuşak olan kauçuk uçlu biberonlardan aldım. Bir de onlarla deneyeceğim. Bir de bir teoriye göre bebeğin anne kokusundan uzak olması gerekirmiş. Yoksa anne kokusu ona meme emmeyi çağrıştırdığı için biberona hiç yanaşmazmış. Deneyeceğim, göreceğim, bana şans dileyin! Hatta bu konuda tecrübeleri olanlar yazarsa çok sevinirim...

Hamile Zannedilmenin Dayanılmaz Psikolojisi!

Tamam zaten yediklerime dikkat etmeye başladım. Haftada 3 gün tempolu yürüyüşümü de yapıyorum. Zaten tatil fotolarımızdan ne kadar şişman olduğumu görüp dehşete düşmüştüm. Bir de o densiz kadını karşıma çıkarmana ne gerek vardı hayat???

Dün sabah Deniz'i annemle evde bırakıp 2 senedir hala değiştirmediğim nüfus cüzdanımı yeni soyadıma göre yenilemeye gittim de... Dönüş yolunda bindiğim minibüste attı bana tokadını hayat. Kadının biri (bak şu densize yaaa!) yüzünde tatlı bir gülümsemeyle, ısrarla bana yer vermeye çalıştı! Hamile olduğumu düşündü besbelli! Tabii bunda üzerimdeki hamilelikten kalma bol kıyafetin de etkisi vardır mutlaka.. Ama sorun bakalım neden hala hamilelik kıyafetlerimi giyiyorum! Bildiniz, diğerlerine sığmıyorum da ondan! Kadıncaaz yaşlı başlı bişey olmasa teşekkür edip oturacaktım hiç bozuntuya vermeden ama kıyamadım benim yüzümden ayakta gitmesine. Gene de kendimi "çok yeni doğum yapmış o yüzden henüz göbeği inmemiş" olarak tanımladım ki, külliyen yalan, 3 ayın neresi çok yeni! Kalanlar artık doğum sonrası şişliği falan değil, basbaya alınan kilolarca yağ.

Neyse bu beni yıkmasın, başladığım diyetime ve yürüyüşlerime devam etmem için motivasyon olsun, dimi ama?
Şimdi her okuyan diycek "ama sen emziriyorsun, diyet yapmamalısın" Ben şimdiden cevabını vereyim :)

Hamileliğin 3. ayında diyetisyene gitmiştim, doktorumun tavsiyesiyle. Hamilelik boyunca kullanabileceğim bir "sağlıklı beslenme" listesi vermişti bana. Aradım sordum, emzirirken aynısı uygundur dedi. Süt üretimi için bol sıvı tüketmek kaydıyla. Zaten baklava, kalburabastı, börek, yağlı ballı kahvaltılar vs süt yapmıyormuş, bayram tatilinde deneyerek gördüm :)

Hadi bari listeyi de sizinle paylaşayım. Dediğim gibi sıkı rejim değil sağlıklı beslenme listesi. Ama tam olarak uysam kilo da veririm, malum emzirme döneminde günde 300-500 kalori fazladan yakıyor bünye.

Sabah: Ihlamur, kuşburnu vs çayı
2 dilim (60 grma) az yağlı peynir
2 dilim tam çavdar veya buğday ekmeği
Domates, maydanoz, salatalık, biber vs
5 adet zeytin
Haftada 2 kez 1 yumurta
Ara: 1 porsiyon meyve
Öğle: 4-5 yemek kaşığı sebze yemeği
Bol salata
2 yemek kaşığı diyet yoğurt/ayran/cacık
2 dilim ekmek/4 yemek kaşığı pilav
Ara: 1 porsiyon meyve+ 2 adet ceviz
Ara: 1 ufak diyet yoğurt+ 2-3 adet grissini
Akşam: 4 köfte kadar et/balık/tavuk
Bol salata
2 yemek kaşığı sebze
2 yemek kaşığı diyet yoğurt/cacık/ayran
1 dilim ekmek/1 kase çorba
Gece: 1-2 porsiyon meyve


Bu da Dilara Koçak'ın sitesinde emzirme dönemi beslenmesi ile ilgili yazı...

4 Ekim 2009 Pazar

Bebeğimizle İlk Tatil


Uzun zamandır planladığımız ve iple çeke çeke sonunda getirdiğimiz tatilimize çıktık ve başarıyla, sorunsuz bitirip geri bile döndük. Kızımız 2,5 aylık çıktığı seyahatten neredeyse 3 aylık kocaman bir kız olarak döndü. Bir çıkışta arabayla İstanbul-Cunda Adası-Manisa-Çeşme-Manisa-İstanbul yaptı, deniz kenarı da, üzüm bağları da gördü. Babaannesini, halasıgilleri ve babasının sülalesinden birçok kişiyi tanıdı. Bolca hayranlık ve altın topladı :) Bizi de hiç üzmedi. Yollarda hep araba koltuğunda güzel güzel uyudu, hatta kaka yapışı bile o kadar mükemmel zamanlamaya sahipti ki, ya tam yola çıkmadan önce, ya tam feribota binerken!

Şimdi buraya "alın bebeğinizi tatile gönlünüzce çıkın, bebek olunca hiçbir yere gidilmiyor lafına inanmayın" yazacağım ama biliyorum, bizimki gibi sakin, problemsiz, bakımı kolay bir bebekle mümkün olanlar sürekli ağlayan kolik bir bebekle mümkün olmayabilir. O yüzden bu konuda ukalalık etmemeyi tercih edeceğim ve kızım Denizciğime bize güzel bir tatil yaptırdığı için teşekkür edeceğim. Netekim yakın bir arkadaşımız aynı tarihlerde bebeğiyle Ege kıyılarına tatil için yola çıkmış, fakat ufaklık o kadar ağlamış ki yoldan geri dönüp tatili gelecek seneye ertelemek zorunda kalmışlar. Başka bir arkadaşım ise tatile gitmiş gitmesine ama orada da uykusuz geceler geçirip gün içinde de bebek pışpışlamaktan denize ancak uzaktan bakabilmiş. Yani bu işler tamamen bebeğinizin kolik olup olmamasına, arabada yolculuğa nasıl tepki gösterdiğine falan bağlı. Bebişlerle ilgili pek çok konuda olduğu gibi tek bir doğru yok, fakat bizim doktorumuz dahil pek çok annenin de dediği gibi, eğer çok ekstra bir durum yoksa bebeğinizden korkmamak daha iyi. Onunla bir yerlere gitmekten korkup çekinmezseniz o da rahat oluyor. "Bebekle hiçbir yere gidilmez" ci annelerin pek çoğu bebekten değil annelerin rahatsızlığından kaynaklı gözlemlediğim kadarıyla.

Her yerde, her koşulda!

Biz bu tatilde her yerde her koşulda emzirebilme yeteneğimizi biraz daha geliştirdik. Bence tatil öncesi rahat etmek için bu konuda tecrübeniz yoksa biraz açık havada emzirme egzersizi yapın. Deniz kenarında otururken şezlongda veya deniz kenarında sofrada balığını yerken memeyi çıkarıp emzirivermek çok rahat. Bunun için kamuflaj amaçlı satılan bir ürün var ama doğrusu ben buna hiç ihtiyaç duymadım. Kalabalık ortamlarda omuzuma attığım bir şal veya tülbent işimi gayet görüyor ki tenha ortamlarda ona bile gerek yok bence. Deniz de açık havada bulunmaktan çok zevk aldı ve açık havada beslenme sonrası hemen uyumaya devam etti. Sadece bir kez, Alaçatı'da sörf yapıp denizden çıktığımda emzirmek için acele ettiğimde memenin soğuk ve tuzlu olması yüzünden sorun yaşadık. Bir attı ağzını meme bildiği meme değil, bastı yaygarayı! Bir deneme daha, daha da çok bağırmaya başladı! Zavallı çocuk hayatında ilk kez memeye bile güven olmadığını öğrendi. İçme suyuyla tuzdan arındırıp elimle ısıttıktan sonra önce bir süpheyle yaklaştı ama sonunda mutlu sona erdi kızım.
Emzirmeden başka alt değiştirmeyi de her koşulda yapabilmek iyi oluyor. Bunun için şu bebeğin bütün ıvır zıvırını yerleştirebildiğiniz bebek bakım çantaları çok kullanışlı. Benimkinde bir de muşamba alt değiştirme minderi var ki her zeminde iş görüyor. Ama alt temizliği bebeği kısmen soymayı gerektirdiğinden daha uygun hava şartları istiyor. Yoksa soğukta ve esinitide popoşu üşütmek de var!


Usluluk da bir yere kadar!

Uslu uslu dediysek, bu da bebek sonuçta. Cunda'da yıldızlar çıkmış, ay tepeye yaklaşıyor, pancar motorlu balıkçılar kıyıya pata pata dönüyorlar ve bizim çekirdek aile güzel bir restoranın en kıyı masasını mezlerle donatmış keyif yapıyor... iken Deniz ağlamaya bir başladı! Önce sükunetle karşıladık, bizim kızımız uslu ya! Arabasından aldık, biraz baba hoplattı gezdirdi, olmadı anne kokusu ister dedik ben aldım. Gene susmadı, dur bakalım meme vereyim dedim, her derda deva susturucu ya meme... Emdi emdi, bıraktı, ağlamaya aynen devam. Hatta aynen değil daha da şiddetli. Babası hafif esintiden ve diğer yemek yiyenleri rahatsız etmekten çekinerek "çok uslu" kızımızı alıp restoranın içine gitti. İleri geri geziyor, pışpışlıyor, hoplatıyor ama nafile. Kızın ağlaması çığlıklara dönüştü, benim bile kulağıma geliyor. Sonunda babayı masayı gönderip ben içerde susturma çalışmalarına devam ettim. Uzun bir ileri-geri yürüme ve konuşma sonrasında bizim ufaklık sakinleşti ve uykuya geçti. Tekrar arabasına yatırıp yemeğimize kaldığımız yerden devam edebildik. Bir de bu sırada babası ile uzaktan Deniz'in hallerini birbirimize anlatmak için bir dizi el işareti geliştirdik. "Uyumak üzere" "Problem var,ağlıyor" "Uyudu", "Gazı var" gibisinden her durum için uzaktan görebileceğimiz bir el işaretimiz var artık. Ama neyse ki tatilin geri kalanında bir daha ihtiyaç duymadık.

Yanımıza neler aldık

Bizim kızla ilk tatilin beni en çok düşündüren yanı yanımıza neler alacağımız konusuydu. Bu konu yola 2-3 gün kala beni strese sokmaya başladı. Ben de hiç risk almayarak konuyu en basit şekilde çözdüm: Herşeyi aldım! Deniz'in normal bakım malzemelerini (tarak,bezler,yağ,pişik kremi, tırnak makası, popo silme malzemeleri, burundan sümük çekme zımbırtısı vs) zaten 3 günlüğüne de gitsek 33 günlüğüne de bizimle gelecekti. Onun dışında hem yazlık hem kışlık bütün kıyafetlerini (zaten küçücük küçücük olduklarından yer tutmuyorlar), göğüsten süt çekmeye yarayan pompa ve yan ürünlerini, tabii ki göğüs pedlerimi, ince ve kalın battaniyeleri, yazlık ve kışlık şapkaları, işe yaramasa da rezene çayını, biberonu, kullanmasa da emzikleri (emzik verince yüzünü buruşturup tükürüyor, herşeyi emiyor, emzik hariç!), iampuan ve sabununu, havlu ve tülbentlerini bir çantaya doldurdum. Pusetten başka içinde yatırmak için abimin kızından kalma port bebeyi, her ikisine uygun cibinlikleri (çok önemli!) ve yağmurluklarını aldık, hatta gündüz içinde oturmayı sevdiği ana kucağını almak üzere söktük ama arabada yer kalmadığından bıraktık. En önemlisi de doktorumuzu arayıp ateş düşürücü ve böcek sokması gibi durumlar için tavsiye ettiği ilaçları çantaya attık. Neyse ki ilaçlara ihtiyacımız olmadı (pardon, böcek sokması ilacını ayağımdan arı sokunca ben kullandım!) ama hazırlıklı olmak iyidir!
Hatta bütün bunlardan başka evdeki alt değiştirme masasının yanında duvarda yapışık olan ve Deniz'İn bakıp bakıp güldüğü zürafasını bile 2 müzikli oyuncakla birlikte yanımız aldık. İyiki de almışız! Biraz mızmızlandığı zamanlarda oyalamak için çok işe yaradılar.

Neleri kuulandığıma gelince: En kalın ve en ince kıyafetleri pek kullanmadık. Süt sağma pompasını ve biberonu, emzikleri ve rezene çayını tahmin ettiğim gibi kullanmadık. Diğer bütün bakım malzemelerini, battaniyeleri vs kullandık. Cibinlikler kilit objeler, bütün gün açık havada geçince çok lazım oldular. Banyo malzemelerini de kullandık çünkü oralarda da yıkanmaya aynen devam! Bu sefer küvetimizi almadığımız için annenin veya babanın kucağında duşla veya maşrapayla akan suda yıkanmaya geçtik. Gördük ki bizim kız yıkanmanın her türlüsünü seviyor!

İşte böylece hayatımızın ilki, ama sonuncusu olmayan bebekli tatilimizi bitirip döndük. Tatilin uzunu ve kötüsü yoktur. Bu 2 hafta az bile geldi. Kapıda Deniz'i kucağımızdan kapıp bizi elimizde bavullarla oracıkta bırakan hala,kuzen ve babaannenin haline bakılırsa pabucumuz çoktan damda ve onların özlemini yatıştırmak için sık sık bu seyahati tekrarlayacağız.

13 Eylül 2009 Pazar

Birkaç küçük eğlenceli tespit

-Kızımızı görmeye Polonya'da yaşayan büyük anneannesi ve büyük teyzesi (benim anneannem ve teyzem) geldiler. Gördüm ki horoz sesi (kukkurikku) gibi pek çok hayvan ve doğa sesini bizden oldukça farklı seslendiren Polonyalılar bebek konuşması için aynı bizim gibi "agu" kelimesini kullanıyorlar.

- Gene kültürler arası benzerlik tespiti. Hem Manisa'lı babaanneden, hem Polonyalı anneanne ve büyük anneanneden farklı zamanlarda bebek bakmakla ilgili kelimesi kelimesine aynı yorumu duymak beni oldukça şaşırttı:
"İnsan bebeği ne zor büyüyor. Diğer hayvanların yavruları doğduklarında ayağa kalkıveriyorlar ama insan yavrusu ne kadar çaresiz. Daha yıllaaarca annesinden ilgi ve bakıma muhtaç. Boşuna annelerin hakkı ödenmez dememişler!"
Bir de 'ayağına çorap giy sütünü üşütürsün' uyarısını kendi dillerinde kelimesi kelimesine bu sekilde yaptılar. Demek bu dunya anneanne-babaannelerince kabul görmüş bir mitmiş. Oysa günümüzün anne bebek dergilerinin ve ilgili internet sitelerinin birkaçında 'doğru bilinen yanlişlar' listesinin başını çekiyor bu söz!

- Normalde nazara pek de inanmayan, böyle seylere gülüp gecen ben, kızım soz konusu olunca ' inşallah ' ve 'masallah' sız bir cümle kurmaz oldum!! Neme lazım, bir de nazar diye bisey varsa, kızım benim yüzümden gozlere gelmesin, MAZALLAH!!

- Anne olunca normalde kullanmadığınız işlerde sol elinizi kullanmak konusunda, hatta bazen (örneğin yere düşen bişeyleri almak için) ayağınızı kullanmakta ustalaşıyorsunuz!

- Kulaklarınız bir kedi gibi iyi duymaya başlıyor, özellikle bebek ve çocuk ağlamalarına karşı hassaslaşıyorlar. Kocanızın kulakları ise tam tersine, özellikle de daha önce tavşan gibi uyuyan kocalar uykularında hiçbir şeyi duymaz oluyorlar!

Not: Pazartesi (yarın) bebeğimizle ilk gerçek uzun tatilimize çıkıyor ve geç de olsa kendimizi Ege kıyılarına vuruyor olduğumuzdan emzirmeyle ilgili devam yazısını sonraya erteliyorum. İlk sefer olduğundan kızın eşyalarını toplamam ve bir şey atlamadığımdan emin olmam uzun süreceğinden artık kendimi bavul toplamaya konsantre etsem iyi olur. Gelince bir tane de "bebekle seyahat" yazısı benden...

Veronika Deniz 2 Aylık !



Geçen hafta (7 Eylül) kızımız tam 2 ayını devirdi. Tam da bu günlerde hal ve tavırlarında belirgin değişiklikler olmaya başladı. Zaten cuma günü kontrol ve aşılar için doktorumuza gittiğimizde bunların 2 aylık bebek halleri olduğunu öğrendik. Doktorumuzun değimiyle kızımız artık "insan oldu". Bu çağlarda bebekler yavaş yavaş kendilerinin ayrı bir birey olduklarını anlamaya başlıyorlarmış. Bu dönem, bebeğimize oyuncak almaya başlayabileceğimiz dönemmiş. Özellikle dikkatini çekecek parlak renkli oyuncakları ve objeleri etrafına koyup onu yüzüstü yatırarak bunlara uzanmaya çalışması kasları için iyi bir egzersizmiş. Hem görme, hem dokunma, hem işitme duyularına hitap eden müzikli, renkli, hareketli oyuncaklı "egzersiz arkadaşı" denen zımbırtılar veya oturaklar onu eğlendirir ve beynini uyararak zekasını geliştirirmiş. Gerçekten de bizimki Engin Abisinin hediye ettiği müzikli oyuncaklı oturakta (anakucağı deniyor bunlara sanırım) git gide daha çok sıkılmadan vakit geçirmeye başladı. Bir de yatağında onunla beraber bulunacak bir uyku arkadaşı oyuncağı olursa ilerde başka bir yerde geceyi geçirmesi gerektiğinde o uyku arkadaşının yanında olması sayesinde yerini çok yadırgamadan kolay uyuyacağını söyledi doktorumuz. Yani duyduk duymadık demeyin! Kızımıza peluş ve tüylü oyuncaklar gibi çok toz tutmayan, ağzına sokmasında sakınca olmayan, tercihen plastik bir uyku arkadaşı arıyoruz! Bu konuda tecrübesi olan, tavsiyede bulunabilecek annelerden haber bekliyoruz!


Deniz'in sağlığına ve ölçülerine gelince, neyse ki herşey fazlasıyla yolunda. Kızımız 1 ayda 7 cm uzayıp 64,3 cm boya, 6 kilo 350 gram ağırlığa ulaşmış. Doktorun gösterdiği normal gelişim grafiklerinin yerle bir eden değerler bunlar! Görüntüsünün hiç de 2 aylık gibi olmadığını doktor da onayladı. Yani kızımız artık tescilli tosun!

Kontrolden sonra aşıları difteri,tetanoz, asellüler boğmaca, inaktive çocuk felci, HIB içeren karma aşı, verem aşısı ve ROTA virüsü aşısı yapıldı. Tabii kısa hayatının en kötü ve acı verici deneyimini yaşayan Denizcik öyle çığlıklar atarak ağladı ki bugüne kadar olmadığı gibi kıpkırmızı oldu, hatta sakinleştikten sonra da yüzünde morumsu kırmızı noktacıklar kaldı. O şiddetli ağlamada patlayan kılcal damarlarmış bunlar ve bazen çok fazla öksüren veya ağlayan bebeklerde görülürmüş.

İkinci aya girişimizle beraber bizim kızda belirgin değişiklikler olduğundan bahsetmiştim ya, bunlar hayatımızı çok renklendiren ve gelecekte bizi ne kadar keyifli günlerin beklediği konusunda bir ön gösteri olan tepkiler. Yani gülücükler ve agular.. Nefis bir duygu! 2 aydır karşılıksız seven bir aşıkken birden sevgilisinden "ben de sana karşı boş değilim" tipinde cilveler görmeye başlayan bir aşığa dönüştük! Artık kızımız da bize gözlerimizin içine bakarak kocaman gülücükler atıyor, biz onunla konuşunca bize kendi dilinde karşılık veriyor. Anne baba olmanın en büyük ödülü, çocuğunuzun sizi görünce sevindiğini görmek, sevgisini o tatlı gülümseyişte hissetmek olsa gerek! Bunlarn beraber atacağımız adımlardan ne kadar küçücük bir tanesi olduğunu düşününce gelecek günleri iple çekiyorum.
Ayrıca kızımız son 3 gecedir ilk emmeye kadar 5 saat kesintisiz uyumaya başladı. Sonra 3 saatte bir acıkıyor gene. Bu da geceleri sadece 2 kez emzirmeye kalkmaya başladım demek oluyor. O emzirmelerde de nerdeyse uyanmadığı için gazını çıkarıp yatağına geri koyuyorum, ikimiz de uyumaya devam ediyoruz güzel güzel.
Bence gayet iyi bir gece performansı.

Deniz bir de arkadaş edinmiş gibi görünüyor. Gülücük gönderdiği bir tek biz anne babası değiliz. Bir de alt değiştirme minderinin yanındaki duvarda asılı turuncu zürafayı her gördüğünde gülüyor ve altını değiştirirken gözlerini ondan ayırmadan zürafayla konuşup duruyor! Onun hiç tepki göstermeyişine pek aldırmıyor sanki. Sanırım Deniz için önemli olan oraya her geldiğinde zürafanın orda kendisini bekliyor olması :)

4 Eylül 2009 Cuma

Emzirmek Zor Zanaat! (özellikle ilk günlerde) -bol memeuçlu bir yazı!-

Emzirmeyle ilgili ilk öğrendiğim konulardan biri "ne kadar erken başlarsa o kadar iyi" idi. O kadar ki, doğumdan hemen sonra bebeği annenin kucağına verirler ya, o anda emzirmeye başlamak, hem bebek için iyiymiş, hem de plasentanın yerinden ayrılıp çıkmasını kolaylaştırırmış. Ben de yapabilirsem hemen o an memeyi ağzına vermeyi hayal ediyordum başta ama o kadar enerji sarf edilen zor bir doğumdan sonra böyle birşeyin ancak hayal olduğunu anladım. Hatta doğumdan birkaç saat sonra hemşireler kızımı getirip emsin diye mememe verdiklerinde bile benim pek bebek emzirecek halim yoktu, daha çok "alın şunu, ben çok yorgunum" hissi içindeydim, ne yalan söyleyeyim. Ancak biraz uyuduktan ve kan takviyesi aldıktan sonra (doğumdan sonra baya kan kaybettiğim içindi halsizliğim) "yaşasın, anne oldum, verim kızımı emzireyim" diyebildim. O zaman da minik kuzu meme ucunu tutamadı, çünkü uç tam çıkmamıştı. Ben doğumdan önce "meme ucunuz emzirmeye uygun mu" tipi yazıları okuyup kendiminkini uygun zannederdim. Nasıl bir uç olması gerektiğini tam bilmediğimdenmiş. Konuyu açıklığa kavuşturan foto veya çizim bulamadım, üşenmedim kendim çizdim.



Neyse ki bu fazla sorun olmadı. Hemşireler hemen silikon memeucu getirdiler ve bu siper kullanışlı yapay memeucu ile kolayca emzirmeye başladım. Bir iki emzirme sonra zaten memeucum çıktı ve Deniz kolayca emmeye devam etti. Ama bebeği çok küçük (veya memesi çok büyük) olan bazı anneler sonra da kullanmaya devam ediyorlar, çok da memnunlar.

Asıl emzirme zorluklarını eve geçtikten sonra gördüm diyebilirim. Deniz (normal olarak) çok sık ve düzensiz emiyordu ve memeuçlarım bu şiddetli emişlere pek dayanamadılar, çok acımaya başladılar. Sürekli sürdüğüm kreme ve hamileliğimde yaptığım emzirme hazırlığına rağmen. "meme uçlarının kabalaştırılması" denen bu hazırlık, meme uçlarına eczanelerde satılan %70'lik alkolün sabah akşam sürülmesinden ibaret. Böylece ço ince derili olan meme ucu biraz olsun "kabalaşıyor" ve emme denen travmatik olaya karşı dayanıklılaşıyor. Hatta Anadolu'nun köylerinde kadınlar aynı amaçla rakı kullanırlarmış.

Sonradan öğrendiğim başka bir hazırlık da doğumdan önce meme uçlarına rendelenmiş soğan sürmek. Tecrübeli bir iki annenin yalancısıyım!

Dediğim gibi ben bu alkol yöntemini uyguladım, Lansinoh'un iki arkadaşım tarafından çok tavsiye edilen kremini sürekli kullandım, gene de ikinci gün meme uçlarım haşat oldu! Hatta bir keresinde Deniz içtiği sütün birazını kanlı kustu. Ama taze kırmızı kan değil de pıhtı parçaları gibi. Sanırım zavallım emerken memeden sızan benim kanımın da tadına bakmış olacak!

Tabii bu yazdıklarım sizi korkutmasın ve yıldırmasın diye eklemeliyim hemen, çünkü pek çok doğuran arkadaşım hiç bir meme sorunu yaşamadan bebelerini emzirdiler!
Ayrıca benim gibi sorunun üstüne üstüne gitmeye hiç gerek yok, daha önce bahsettiğim silikon memeucunu kullanınca acıyan memeler baya bir rahatlar sanırım. Ben neden öyle yapmadım, inanın o zaman aklıma gelmedi!

DEVAM EDECEK...DEVAM EDECEK...DEVAM EDECEK...

18 Ağustos 2009 Salı

İlk Banyo Ve Sonrakiler...

Eve geldiğimizin 2. günü artık kızımızı yıkamaya (psikolojik olarak) hazırdık.

Bebekleri her gün yıkamak onları rahatlatıp iyi uyumalarını sağlıyor, böylece dolaylı olarak büyümelerini de hızlandırıyor. Hele hele yaz bebeklerini banyo sonrası üşütme derdi de yok, yeterki ufaklık cereyanda kalmasın.

Biz de doğum öncesi bebek bakımı kursunda bebek yıkamayı öğrenmiş olan süper bilinçli (!) ebeveynler olarak eve gelişin ilk şokunu atlattıktan sonra kolları bu işe sıvadık. Küveti uygun ısıda suyla doldurma işini baba üstlendi. Bu törensel ilk banyo çok seyircili (annaanne, babaanne, hala, kuzen) olacağından yatak odasındaki genişçe alanı seçtik. Ayaklı küveti oraya koyunca su doldurmak için banyo-yatak odası arası bayaaa bir mekik dokudu baba (niye doldurup getirmediniz demeyin, denedik de çok ağır oldu). Suya girip girip çıkan birkaç dirsekten sonra son ince ayarlar da yapıldı ve Deniz benim ellerimde suyla buluştu. Ama ne buluşma! Her kafadan bir ses çıkıyor olduğundan kızım benim onu sakinleştirme amaçlı güzel güzel konuşmamı duyamadı, etraftaki stresi de hissettiğinden midir nedir bas bas bağırarak ağlamaya başladı. Normalde yavaş yavaş ayaklarından başlayarak girdiği ılık suda, benim gözlerinin içine bakarak sakin sakin konuşmam ve sadece başını suyun dışında tutup vücudunu suda serbest bıraktığım "yüzdürme" yöntemiyle kendini anne karnında gibi hissetmesi ve ağlıyorsa bile sakinleşmesi gerekiyordu. Belki ilk suya girişi olduğundan, belki de bir ara küvette 6-7 tane müdahaleci el olduğundan kızım bu ilk banyodan pek keyif alamadı. Başından aşağı durulama suyu döktüğümde bir ara ağlamayı kesti, o zaman da anneannesi boğuluyor zannedip "Eyvah ağlamıyor! Ağlamıyor!" diye feryat etmeye başladı. Sonuçta en sakin olan bendim. Ama kızım da havluya sarılıp kurulanmaya başlayınca banyo sonrası rehavetine kapıldı ve herkes rahat bir nefes aldı. Elimizde tertemiz mis kokan ve sakin bir bebek, heyecanlı birer aneanne ve babaanne ve beli ağrıyan bir anne vardı. Deniz'i kurulayıp giydirdiken sonra ise sanki bir yetişkin yıkanacakmışcasına bir küvetin ve durulanma suyu adı altında bir kovanın ağzına kadar dolu olduğunu fark edip hep beraber kahkahalarla güldük. Suyu dolduran baba gülmemize biraz bozulsa da aslında bu gülüş büyük oranda, stresin bitmesiyle boşalan sinirlerin sonucuydu.

Sonuçta Deniz banyo sonrası beklendiği gibi çok uzun (2 saat) deliksiz uyudu. Yalnız ertesi sabah ben saçlarında bir gariplik fark ettim. Bir kirli, yağlı görüntü. Biraz önceki güne dönüp düşününce fark ettim ki kızcağızımın cildi kurumasın diye durulama suyuna bebek yağı katmış, sonra da bu yağlı suyla hızımı alamayıp kafasını da durulamıştım! İlk sefer için fena değil :)

Ertesi gün ve sonraki günlerde herkes bu işi bebeği suya düşürmeden, gözüne su kaçırmadan, hatta boğmadan cesaretle başardığımı görmüş ve bana güvenmişti. Dolayısıyla ortamda panik havası yoktu ve kızım da benim gözlerimin içine bakarak, adeta "bak ağladım ağlayacağım ama sana güveniyorum ha anne" diyerek sakin sakin yıkandı. Babanın cesaretini toplayıp bu işe kolları sıvaması da birkaç gün sürdü. O gün bu gündür Deniz bebek kah annesi kah babası tarafından her gün mutlaka yıkanıyor (hatta günde 2 kez yaptığımız bile oldu) ve her seferinde biraz da meme emip huzurlu, rahat, derin, uzun bir uykuya dalıyor. Yeter ki onu açken veya uykusu varken veya herhangi başka bir derdi varken suya sokmaya kalkışmayalım. Herkese de aynısını öneririm. Bebelerinizi yıkayın, elinizi korkak alıştırmayın! :)

Bu arada önemli noktalar:
-Banyo için göbek bağının düşmesini beklemek gereksiz. Biz beklemedik. Tam 7. günde göbek bağı gene bir banyo sırasında düşüverdi. Sadece düştükten sonraki 3 gün orası taze yara şeklinde olduğu için yıkanmalara ara verdik.
-Isı konusunda vücut sıcaklığında su iyidir dense de bizim kız biraz daha sıcak suda daha mutlu oluyor sanki.
- İçinde hiçbirşey olmayan bir küvet alıp ağ vs. kullanmadan bebeğin suyun içinde serbestçe ellerini ayaklarını hareket ettirebilmesi çok faydalı. Sadece iki yanından kafasını tutuyoruz, o kadar mutlu ki! Tavsiye edilir.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

3. Gün, Artık Evdeyiz


İlk iki gecemizi hastanede geçirdik. 9 Temmuzda evden getirdiğimiz kıyafetleri giyip, araba koltuğumuza oturup eve ilk adımımızı atma günü. İnsan daha karnındayken ne boyutta kıyafet götürmesi gerektiğini bilemiyor. Ben hastane çantasını ilk hazırladığımda en küçücük tulumlardan koymuştum. Sonra ultrason verileri 4 kiloya yaklaştıkça onların yerine daha büyüklerini koydum. Sonuçta Deniz 4170 gram, 53 cm doğmuş da olsa tulumların içinde yüzdü :) Ayrıca araba koltuğu-ana kucağı da kendisine çok büyük geldi, kafacığı sağa-sola düşüp durdu, bizi yol boyunca tedirgin etti. Bu arada önemli not: Bizim düştüğümüz hataya düşmeyin, hastaneden çıkmadan önce mutlaka sakin bir anda araba koltuğunu monte etmeyi deneyin. Biz kullanma talimatına bakıp "çok kolaymış canım" deyip sonra ağlayan bir yeni doğmuş bebekle panik halinde yanlış takmaya çalışmayın.
Deniz'in kendisi de rahat edememiş olacak ki koltuğunda sürekli ağladı ve babası arabada böyle bir hazine taşıyor olmaktan dolayı arabayı çok stresli kullandı. Nihayet kapıya geldiğimizde evde bizi babaanne ve hala kızı Cansu karşıladılar. Babaannenin gözlerinde yaşlar tabii :)
Eve girdik ki, bir de ne görelim! Bütün giriş balonlarla süslenmiş, heryerde hastaneye gelen birbirinden nefis çiçekler, eşten dosttan kartlar dolusu iyi dilek notları... Evde tam bir bayram havası esiyordu,çok hoş bir karşılama oldu gerçekten. Bu arada buradan çiçeklerini ve iyi dileklerini esirgemeyen, mutluluğumuzu paylaşan bütün dostlarımıza da çok teşekkürler ediyorum.

O ilk günler hava o kadar sıcaktı ki daha önce planladığımız bizim yatak odamızdaki uyuma, alt değiştirme düzenini olduğu gibi salona, yani evin tek klimalı odasına taşıdık. Zaten hastaneden çıkmadan ziyaretimize gelen çocuk doktoru bebeğin 20-24 derece civarı bir odada bulundurulmasını söylemişti ve bizi, odada yeni doğmuş bebek olmasına rağmen klimayı kapatmayımışımızdan dolayı tebrik etmişti. Genelde aileler bebek odaya gelir gelmez klimayı kapatıp hep beraber sıcaktan pişiyorlarmış ve bu bebek için üşümekten çok daha kötüymüş.
Böylece salondaki kanepe benim lohusa yatağım, yemek masası kızımın alt değiştirme ve bakım masası haline geldi, yatağı da baş köşeye yerleşti.
İlk gecemizde baba ve ben kızımızla birlikte salonda uyuduk. Fakat bıcırık yatağında yatmak istemedi. Benim göğsümde uyuyarak ve sık sık meme emerek geçirdi ilk geceyi. Tabii biz tedirgin. "Ya kucağımda bebekle uyuyakalırsam, ya üstüne yatıverirsem, ya kucağımdan düşerse" Her uykuya daldığım anda kızımla ilgili acayip gerçekçi kabuslar görüp durdum. Her uyandığımda da rüya olduğuna şükrettim. Gayet uykusuz ve huzursuz bir ilk gece geçirmiş olduk.

Gündüzleri durum daha iyiydi. Ufaklık beklediğimiz gibi kucak ve meme bağımlısıydı, ama neyse ki sürekli ağlayan bir bebek değildi. İlk andan itibaren meme emme konusunda sıkıntısı olmadı. Kendisine obur bile diyebilirim! Yatağına koyulmaktan pek hoşlandığı söylenemez ama "kucağa alıştı bu" yorumları bence olaya tersten bakmak oluyor. 3 günlük bir bebek kucağa alışmaz, tersine aylardır içinde bulunduğu ve tanıdığı tek varlık, tek huzur kaynağı olan anneden ayrı yaşamaya daha yeni yeni alışmaya başlar. Eh, kabul etmeli ki bu bebişler için hiç kolay olmasa gerek...

Evde ikinci günü halasının kucağında, kuzeninin kucağında birer ikişer saat, babaannenin yaptığı ince ve gevşek kundakta yatağında bir süre uyuyarak geçirdi. Bu sıralarda ben de sakin bir odaya çekilip hayatımın en derin uykularından birini uyudum. O kadar ki uyandığımda kim olduğumu, nerede olduğumu hatırlamam biraz zaman aldı!

Akşam üzeri, karnı iyice doysun, keyifli bir anını kollayıp ilk banyosunu yaptıracağız!

11 Ağustos 2009 Salı

1 Gün 3 Gün 5 Gün Derken 5 HAFTA OLDU!

Hayatımın en hızlı geçen 5 haftası oldu diyebilirim sanırım. Ve en güzel 5 haftası. Yepyeni bir hayatın ilk 5 haftası. Birkaç sağlık sorunu canımızı sıkmaya çalışsa da mutluluğumuzu bozamadılar ve hepsini atlatmış olarak yola devam ediyoruz.

Doğum, hayatımızın anlatılması aceleye getirilmeyecek kadar önemli bir dönüm noktası olduğu için onu yazmayı başka bir zamana bırakıyorum. Unutmamak için kalem kağıtla tuttuğum notlara dayanarak şu ilk haftaların bir özetini veriyorum...

11 Temmuz 2009 Cumartesi

MİNİK MELEĞİMİZE KAVUŞTUK !!


İşte sonunda mutlu kavuşma gerçekleşti arkadaşlar!

Kızımız Veronika Deniz 07.07 tarihinde akşam 19:25 saatlerinde aramıza katıldı.

Tahmin edileceği üzere bütün vaktimizi minik meleğimiz aldığından ondan ve kendi bakımımdan biraz vakit bulduğum şu sıralar tebriklere cvp vermek, ailenin yurtdışındaki fertleriine foto yollamak, maillere ve bloga göz atmak, açılamamış telefonlara cvp vermek gibi biçok işim var :) Daha sonra detay anlatmaya çalışacağım şimdilik kısaca bilgiler:

Yalancı doğum ağrılaı geçen cumartesi başladı, Dr ile konuştuk dikiş alma tarihini çarşambadan pazartesiye aldı. Dikişler alınır alınmaz sancılar sıklaştı. Pzrtesi akşam 5 dakkada bir oldu, Dr hastaneye gidin dedi. 22:00 civarı hastanede olduk. Açılma 3 cm'di fakat bebğin başı büyük olduğu için henüz kanala oturmamıştı. Odamıza yattık, bütün gece kasılmalar devam etti. Sabah açılma artmıştı ama baş hala kanala girmemişti. Öğleden sonrayı bekledik, gene değişiklik olmayınca suni sancı verildi ve su kesesi patlatıldı. Sonra baş hızla ilerledi, 18:00'de doğumhaneye girdik. Canım kocam da benimle elde foto makinesi geldi tabii.. Ikınma safhası 1,5 saat kadar sürdü ve sonunda biraz da Dr müdahalesi (minik bir el vakumu) ile Denizcik pespembe doğuverdi. Kucağıma verdiklerinde ilk şaşırdığım şey "me kadar pembe" ve "ne kadar ağır" oldu !! :)

Bebeğimizin doğum kilosu tam 4 KİLO 170 GRAM !!! Oysa doğumdan önceki gün ultrasonda 3750 civarı görünüyordu topacım benim! :)

İkimizin de sağlığı iyi. Ben çok zor bir doğum olduğu için biraz bitap düştüm. (Neyse ki epidural anestezi var yoksa hayal bile edemiyorum!) Kızımı doya doya sevmem, emzirebilmem ve kendime gelmem ancak gece geç saatlerde oldu..

şimdi ağlamaya başladı, dünyanın en keyifli görevi beni bekliyor! Bekletmeye gelmez...

5 Temmuz 2009 Pazar

Neden Blog Yazıyorum?

GÜNLÜK YAZMAK

Kitubi'nin çağrısı ve Özgür Anne'nin yazısı üzerine ben de kolları sıvayayım dedim.

Aslında gerçekten de blog yazmayan insanların, hele hele hiç birşey yazmayan insanların anlamakta zorluk çekebilecekleri birşey blog yazarlığı. Mesela benim annem, blog yazmaya başladığımı söyleyip nasıl birşey olduğunu anlattığımda olaya oldukça süpheli yaklaşmış ve "aman kızım, bu kadar özelini neden internette yazıyorsun? Kimler okuyacak bunu, herkese açık mı olacak yani?" diye tedirgin olmuştu.

Ama ben yazmaktan keyif alan biriyim. Belki pek çok kişi gibi ergenliğin biraz zor geçen isyankar günlerindeki tek dert ortağım günlüğümdü. Sonradan daha hareketli ve eğlenceli olan üniversite yılları başlayınca bu güzel alışkanlığa vakit ayıramaz oldum. İnceden bir keyifle "iyi kızlar günlük tutar, kötü kızların buna vakti yoktur" sözünü bana hatırlatan, hareketli yıllardı doğrusu bunlar... Fakat ne olursa olsun tatillerde yaptığım seyahatlerde günlükleri tutmaya özen gösterdim. (Çoğunda tatilin son günleri eksik olsa da! )
Asıl zevki bu yazdığım yarım yamalak günlükleri uzun zaman sonra geri dönüp okuduğum zaman yaşadığımı söylemeliyim. İnsanın hafızası kendisine bir sürü oyunlar oynuyor, o en güzel ve anlamlı anılar bile yıllar geçtikçe unutuluyor. Yazılanlar ise, bir çekmecede okunup hatırlanmayı bekliyor ve asla yok olmuyorlar.

İşte sanal değil normal hayatta yazmaya motive eden şey bu düşünceydi. Kapağı kilitli, güzel renkli özel defterlere ihtiyaç duymayıp, nerede boş zaman bulursam, yanımda ne kalem-kağıt varsa onunla yazmaya başlamam, iş hayatı sırasında bir yurtdışı seyahati için havaalanında beklerken oldu. Ondan sonra da kimi zaman daha sık, kimi zaman seyrek de yazsam hiç durmadım. Yazdıklarımın kamuya ilk açılması ise geçen yaz sonunda yaptığımız ilk yelkenli seyahatimizi anlattığım yazının Yelken Dünyası dergisinde yayınlanması oldu. Bir ara o yazıyı da buradaki "gezme tozma" etiketi altına koymayı düşünüyorum.

BLOGA GEÇİŞ

Bilgisayar başı çalışmama ve internetle oldukça içli dışlı olmama rağmen henüz blog dünyasından habersizdim. Hatta gazetenin haftasonu ekinde bloglarla ilgili bir haber okuduğumu ve konuyu pek de anlayamadığımı bile hatırlıyorum.

Derken hayatımın bir daha eskisi gibi olmayacağını gösteren o çok heyecanlı süreç başladı; hamile kaldım. Kendimi hep hayal ettiğim bir rüyanın içinde bulmuş gibi oldum, ama aynı zamanda hem hamilelik hem de bebeklerle ilgili bilgisizliğimden dehşete düştüm. Kendimi bu konudaki internet sitelerinin denizinde kaybetmiştim ki yolum ilk kez bir blogla kesişti: babaolmak.com Büyük bir zevkle takip etmeye başladım ve oradaki linklerle başka bloglara, onlardan da gene linklerle daha da başkalarına sıçramaya başladım. Okuduklarım, öğrendiklerim bana çok büyük zevk verip çok güzel bir tatmin duygusu uyandırdı. Başta aç bir kurt gibi kendimi kaybetmiş birinden öbürüne atlarken, yavaş yavaş ne aradığımı ve nasıl bir blogu okumaktan daha çok faydalandığımı gördüm, elemeler yaptım. Bu sırada kendi hamileliğimi eski usul, kalem kağıtla yazıyordum hala, ama "ben de blog yazabilir miyim ki acaba" fikri yavaş yavaş gönlüme düşmeye başladı.

Hamileliğimin 24. haftasında doktorumun Servikal Yetmezlik (Rahim yetmezliği) tanısı koyması ve kendi küçük, sonucu büyük bir operasyon geçirmemle hamileliğimin gidişatı 180 derece değişiverdi. Hiç hesapta yokken çıkan bu tatsız sürpriz üzerine de bloglarda çok araştırma yaptım, fakat maalesef hiçbir şey bulamadım. Bulduğum 1-2 bilimsel yazı beni doyurmadı, çünkü ben doktorumdan da dinlediğim bilimsel gerçekleri değil, bu mereti bire bir yaşamış, benim hissettiğim korkuyu hissetmiş, operasyona girip çıkmış, bebeğini rahminde dikişle son haftalarına getirmiş birinin tecrübelerine ihyitaç duyuyordum. Herkesin blogunda ağır veya hafif, ama sağlıklı geçen hamileliklerini okurken, benim yaşadıklarımı yaşamış ve beni anlayacak birini bulamamanın sıkıntısını yaşadım. Operasyon sonrası evde oturmam gerekip çoğu blog yazarı annenin aksine boool bool boş zamanım da olunca, bilgisayarın başına geçtim. Günlüğümün hamilelikle ilgili kısmını bloga aktararak bir nevi antreman yaptıktan sonra güncel yazılara geçtim.

VE MOTİVASYON!
Motivasyonum ise tam da bugün, bu yazıyı yazmaya başlamadan önce bana "iyi ki yazmaya başlamışım" dedirten bir yorum. Aslında baştan beri aldığım bütün yorumlar beni çok mutlu ediyor ve motivasyonumu arttırıyor. Fakat bugün gelen yorumda, benim gibi 24. haftasında servikal yetmezlikten dolayı operasyon geçirmiş bir hamile okuyucu benim blogumda teselli arıyor, bana sormak istediği soruları olduğunu söylüyor, endişelerini sanal ortamda da olsa benimle paylaşmaya çalışıyordu.

Fazla söze ne gerek var. Kendi zevk aldığım bir nevi hobim olan günlük yazma işinin burada hem kızıma kalacak güzel bir hatıraya, hem de başkalarıyla güzel bir paylaşıma ve belki de birilerine faydası dokunacak bir kaynağa dönüşmesini umuyorum.

2 Temmuz 2009 Perşembe

Doğumun yaklaştığının belirtileri - Ayşe Öner


Madem dört gözle doğurmayı bekler oldum, tabii ki Ayşe Öner'in kitabına "Doğumun yaklaştığını gösteren belirtiler" yazısını tekrar okuyup kendimde izler aramadan olmaz :) Özet bir alıntı:

- Gebeliğin son aylarında yukarı doğru büyüyerek göğüs kafesine baskı yapmaya başlayan rahim, bebeğin kafasını aşağı çevirmesi ve doğum kanalına yerleştirmesi ile 2-3 cm aşağı iner. Gebe kişi daha rahat nefes alıp verir, mide ve bağırsak sorunları azalır. Bunun yanısıra idrar torbasına basınç arttığından daha sık idrara çıkılır. (Nefes ve mide sorunlarım zaten hiç olmadı ve zaten 6.ayından beri kızımın kafası doğum kanalında )
- 28. haftadan itibaren olmaya başlayan antreman kasılmaları, rahimdeki sertleşmeler son haftalarda sıklaşır.(Bilmem ki sıklaştı mı?)
- Doğumdan 1-2 gün önce hormon düzeyindeki değişiklikler nedeniyle vücuttan su atılması ve iştah azalması meydana gelir. Bu nedenle 1-2 kg kilo kaybı görülür.(Nerdeeee? :)) )
- Doğumun gerçekleştiği gün, doğum sırasında kullanılmak üzere vücutta depolanan enerjinin bir kısmı doğuma yakın günlerde açığa çıkabilir. Kendini zinde hisseden anne adayının bu enerjiyi alışveriş, gezme, temizlik gibi işlere harcamayıp doğum için saklaması gerekir. (Tabii sezeryan olacak olanlarda çok önemli değil sanırım. Ben geçen hafta boyleydim şimdi azaldı tekrar enerjim!?))
- Vücudun bağırsakları temizlemesi için bazı hamilelerde son günlerde ishal görülür.(Bu da yok)
- Bu belirtiler her hamile kadında görülmeyebilir veya fark edilmeyebilir. Bu da normaldir.


Peki kimdir bu Ayşe Öner derseniz...
Ayşe Öner şuradaki kendi sitesinden de görebileceğiniz gibi hayatının ciddi bir bölümünü çocuk-bebek bakımı ile ilgili eğitimlere ve uygulamaya varmiş bir bebek hemşiresidir. International, Alman hastanesi gibi iyi hastanelerin yeni doğan bakım bölümlerinde, kendi işlettiği kreşte, bakıcılığını yaptığı bir sürü bebekte ve tabii aldığı eğitimlerde öğrenip tecrübe ettiklerini şimdi başka hamilelerle paylaşıyor. Hem de bir çok ünlü isme doğum koçluğu yapmış olmasına rağmen bunu hiç de yüksek rakamlar talep ederek yapmıyor! Kendisine başta bir kere ödediğiniz kurs ücretinden sonra
-doğum (doğum nedir, nasıl başlar, doğuma girecek kocalar işinizi nasıl kolaylaştırı nasıl masajlar yapabilirler, nasıl nefes alınıp verişir nasıl ıkınılır)
-bebek bakımı (yeni doğanın özellilkleri, banyo, alt temizliği, huzursuz bebelere bebek masajı, gazlı bebeklere gaz masajı)
-0-8 yaş arası bebek ve çocuklara ilk yardım (tıkandı, nasıl nefesi açılır, koma hali nedir ne yapılır, kalbi durmuş birkaç aylık bebeğe kalp masajı nasıl yapılır, zehirlenme yaralanma yanıklar)
- evde alınacak güvenlik önelmleri, lohusalık, bebeklere yapılması gereken aşılar, emzirme (meme ucu yaraları olmasın diye ne yapılabilir, bebek doyuyor mu nasıl anlarız, anne sütünün faydaları)
-ve hamilelik egzersizleri...

..gibi daha birrr çok konudaki 11 derse istediğiniz günlerde istediğiniz kadar katılabiliyorsunuz. İsterseniz annenizi, baba adayını veya bebeğe bakacak olan birini getirebiliyorsunuz. Ve bildiğinizi zannettiğiniz pek çok konuda ne kadar da çok püf noktası olduğunu, annelerden duyulan ve memleketimizde uygulanan pek çok şeyin ne kadar yanlış olduğunu öğrenip şaşırıyorsunuz. Yeni doğmuş küçücük bebeğinizi tutmak, evirip çevirmek ve yıkamakla ilgili endişeleriniz, normal doğum ile ilgili korkularınız varsa yeniyorsunuz.

Ve en önemlilierinden biri, Ayşe Hemşire gibi güler yüzlü, pozitif, ne yaptığını bilen tatlı biriyle, doğumdan sonra da bir derdiniz olduğunda koşup yardım isteyebileceğiniz güvenilir bir profesyonelle tanışmış oluyorsunuz...

Ulus'taki yerine gidemeseniz de kursta anlattıklarının büyük kısmını oldukça detaylı, resimli anlattığı kitabını almanızı bütün gebeşlere öneririm!

38. Hafta - Dikişlerim ve ben...


38. Haftamız da doldu ve dün (1 temmuz çarşamba) haftalık doktor kontrolümüzdeydik. Bu sefer artık dikişlerimin alınması umuduyla gittik. Haftalar öncesinden doktorumuz dikişleri 38. haftada alacağını söylemişti, hatta bebek 1 hafta-10 gün önden gittiği için belki 37 bile olabilir demişti. Fakat 37. hafta kontrolünde bize plasentayı gösterdi ve normalde doğumdan önce başlayan plasenta "kireçlenmesi" nin bizde daha hiç başlamadığını anlattı. Bu da demek oluyordu ki bebek iri olsa da, önden gitse de onun boyundan posundan başka plasentanın doğuma hazır olması da önemliymiş. Öyle olunca dikişi 38. haftada "bellkiiii" alırım, belki de 39. demeye başladı!
Gerçekten de dün gene avucumu yaladım, dikişlerimle beraber tıpış tıpış eve döndük...
Bu durum (çok anlamlı olmasa da) baya canımı sıktı. Artık eklemlerimin ağrımasından, oturup kalkma, yatma, uyuma eylemlerinin zorluğundan, biraz yürüyünce kızımın kafasını karnımın altında top gibi hissetmekten ve bilumum zorluklardan sıkıldım. Bu kadar zamandır tekmeciklerini yediğim kızımla tanışmak, bir sonraki aşamaya geçmek istiyoruım. Hiç görmemiş olsam da onu özlüyorum.
Bir de tabii asıl sebep, haftalar öncesinden bizde oluşan "bu kız çok aceleci, 40 haftayı hayatta beklemez, Haziran sonu dedin mi gelir" beklentisi. Doktor kontrollerinde de hep bir hafta 10 gün ilerde olunca, 37 de diKiş alınır, en çok bir hafta içinde de doğar diye bir plan yapmıştık kafamızda (ne haddimizeyse!) O yüzden doktor dün beni gene eli boş gönderince sanki normalden daha uzun bir hamilelik yaşıyormuşum gibi hissettim!

Neyse ki artık annem sürekli bende kalıyor, bana arkadaşlık ediyor, yemeklerimizi hazırlıyor bir de gerektiğinde bana şöförlük yapıp ordan oraya gezdiriyor. Bu gezmeler vaktin geçmesine birebir. Evlendiğimiz tarihten bugüne hala değiştirmeye fırsat bulamadığım nüfus cüzdanımı değiştirmeye çalışmak (ancak çalışmak diyebiliyorum çünkü hala işlemleri tamamlayabilmiş değilim!), boyacı çağırıp balkonu ne zamandır istediğim şekilde boyatmak gibi faydalı işlere de giriştik.

Ayrıca geçen hafta doğum yapan arkadaşım Ezgi'yi ve bebeği Defne'yi hastanede ziyaret etme fırsatım bile oldu! İyi ki doğdun, aramıza hoşgeldin tatlılar tatlısı Defne bebek! Kendisi 3,5 kilo kadardı, dolayısıyla karnımda bulunan Deniz'in o sırada ne boyutta birşey olduğunu birebir görmüş oldum :)

Kilo konusu açılmışken; dün itibariyle kızım 3800 gramdı. Haftaya 300 gram daha alacağını düşünürsek 4100 civarı bişey doğurmam bekleniyor. Normal doğum yapacağım düşünüşürse fazla büyümesi benim açımdan çok da iyi olmuyor! :)) Doktor beni her hafta gördüğünde kahkalarla gülmeye başlıyor, "Ooo Yunt Dağı gibi olmuş bu kız!" veya "Sen iyice Shrek'e benzemişsin" gibi espirilerine güleyim mi ağlayayım mı şaşırıyorum... "Biraz daha dursun, büyüsün, 39. hafta doğması için en ideal haftadır" dedikçe de "yaa tabii, siz doğurmayacaksınız 4 kilodan büyük bebeği, sizin için hava hoş! " diye isyan ediyorum. Ama yapacak bişey yok. Kitaplar, internet, araba gezmeleri vs ile bir hafta on gün daha geçireceğiz. Neyseki doktorumuzun dediğine göre dikişleri aldığı gün bile doğum başlayabilirmiş, çünkü bütün şartlar (bebeğin boyutu ve pozisyonu) doğuma hazırmış. Artık hastane çantamızı arabanın bagajına koyma vakti geldi yani. Hatta dün gece bir ara uyandığımda genelde olan kasılmalara bu sefer adet sancısı gibi bir sancı da eşlik ediyordu ilk defa...
Bir de kocamın ablası bu sabah telefon edip benim durumumdan haberdar olmayan bir tanıdığının kendisinin kahve falına bakıp "çok yakında doğuracak karnı burnuında biri var, çok yakında haberini alacaksın ama doğuma yetişemeyeceksin, çok az zaman kalmış" demesi de bizde "acaba haftaya çarşamba dikişlerin alınmasına kadar durmayacak mı" duygusu uyandırdı.... :)

Neyse, aldığımız dersi unutmayalım, kendimizi şu zaman doğar diye bir takım tarihlere alıştırmayalım. Zaten en kötü ihtimalle 15 temmuza kadar vakti var.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Hafta oldu 36 kızım mı ben mi, hangimiz daha çok büyüdük :)


Geçen haftaki doktor ziyaretimizi yazmadım çünkü artık haftada bir gitmeye başladığımız kontrollerde çok da büyük bir yenilikle karşılaşmıyoruz. Hep aynı şeyler aslına bakarsınız, sadece kızım bikaçyüz gram, ben ise bir kilo almış oluyoruz. O yüzden gene 2 kontrolde bir bilgi vermek yeter diye düşündüm. (sanki herkes her gün, sabah kalkar kalkmaz "Deniz bebek ve annesi kaç kilo oldular acabaaa" diye merakla bloga bakıyor da!)

Neyse, geçen hafta, 35 bitmişti ve kızım 2760 gram civarı görünüyordu. Kafa çapı, göbek çevresi ve bacak boyu, Dr. hangisini ölçse kimi 7 gün kimi 10, hatta 11 gün önde gidiyordu(devam etmeden önce tam burda hep beraber "MAAŞŞŞAALLAAHHH" çekiyoruz)
Ya 2 hafta sonra (24 Haziranda) ya da 3 hafta sonra (1 Temmuzda) dikişleri alacağını söyledi doktorumuz. Bebek nasıl olsa önden gidiyor diye kendisiyle 24 Haziranda alsın diye pazarlık yaptım biraz ama o temmuz başına daha sıcak bakıyordu.

Bugün 36.hafta kontrolümüzde kızımız gene 1 hafta-10 gün önde. 3100 gram dolaylarında! Artık prematüre bebek sayılmıyor. (Normalde prematürelikten çıkış 37. hafta kabul ediliyor ama bizimki iri olduğundan şimdiden sınırı geçti) Ben ise maalesef kızımdan da ileride gidiyorum, şimdiden 20 kilo aldım!!! Eğer kızıcığımın çıkmayacağı tutar da 40- 41. haftaları beklerse kilo almaya devam edip 3 basamaklı kiloları göreceğim diye korkuyorum!!! Gerçi kendileri kafa aşağıda, çıkışa dayalı şekilde duruyor (5,5 aylıktan beri olduğu gibi!) ama bu illa serklaj dikişlerini alır almaz fırlayacak anlamına gelmiyormuş. Doktorumuzun dediğine göre bazıları böyle çıktı çıkacak şekilde bekler bekler, dikişlerle falan içerde zor tutulur ama dikiş alınınca 2 hafta daha yerinden kıpırdamazmış! Eğer bizim Deniz de böyle yaparsa aramıza baya oyuncu, şakacı, haylaz bir kız geliyor diye düşüneceğim!! :)

(Tabii ki bütün bu "bebek gelmek istiyor, çıkıyor, çıkmıyor, fırlama olacak galiba" gibi konuşmaların aslında saçma olduğunu, çünkü erken veya geç doğmanın çocukcağızın değil annenin rahminin, yapısının vs. sonucu olduğunu hepimiz biliyoruz. Değil mi? Yani kızıma laf söylettirmeeeem )

Neyse doktorumuz ne yazık ki benim beklentimi boşa çıkardı ve dikişleri kesin 1 temmuzdan önce almayacağını bildirdi. "Hadi şimdi git bir hafta daha büyüt gel bakalım" diyerek beni yolladı. Benim bi hafta erken olsa ümidimin nedeni ise hayatın şu son haftalarda oldukça zorlaşmış olmlası. Özellikle el bileklerim, ayak tabanlarım, akşamları bütün parmaklarımın kemikleri, oturup kalkarken dizlerim acayip ağrı vermeye başladılar. Durum öyle ki...

Kavanoz açmak
Gazoz açacağı ile şişe açmak
Pimapen pencere-kapı kollarını çevirmek
Sertçe bir şey (bayat ekmek, eski kaşar) kesmek
Deodorant sıkmak
Salata kasesi gibi ağırca şetleri tek elle kaldırmak
Gece ve sabah kalkıp tuvalete gidiip gelmek
Çömelmek...

...benim için çok acı veren imkansız hareketler oldular. Biraz da yürürsem, veya eğil-kalk yaparsam kızımın koca kafasını rahim çıkışına yaptığı baskıyı hissetmeye başlıyorum. Eh yavrucağın da kafa çapı durmadan büyüyeceğine göre, kendisini doğurmak da git gide zorlaşacak tabii :)

Neyse, annelik işte bölye bişeymiş arkadaşlar. Bütün bunlara bir hafta daha bir hafta daha, ne kadar gerekirse o kadar daha katlanacağım kızım için. Ama doğup biraz aklı ermeye başladığında sık sık "aah ah ben seni ne zorluklarla 9 ay karnımda taşıdım" gibisinden çileden çıkarıcı başa kakmalar da yapacağım gibi görünüyor :))

7 Haziran 2009 Pazar

Komşuluk ne güzel!


Aslında blogumun yorumlarına, maillerime falan bir göz atıp bilgisayarı kapatmak niyetindeydim. Hafta sonlarını sanal alem yerine kocamla geçirmeyi tercih ettiğimden, internetteki okuma-yazmalarımı daha çok hafta içi onun yokluğuna saklamaya çalışıyorum.
Ama çalan kapınının ardındaki kişi beni duygulandırdı, mutlu etti ve bekleyen akşam yemeği hazırlıklarına rağmen hemen sıcak sıcak paylaşmak için bu yazının başına oturdum.

Yarım saat önce, evimizin sokak tarafına bakan küçük balkonundaki birkaç çiçeği suluyordum. Sokağın karşısındaki bahçeli evde oturan komşumuz bahçesinde asmaların altında mangal yakıyordu. Göz göze gelince el sallayıp selamlaştık, o da bana "buyrun gelin" dedi, tabii usulen. Teşekkür edip afiyet olsun dedim, içeri girdim. Daha önce biz balkona ekmek için kasa kasa çiçek yüklenmiş gelirken tanışmıştık çok bahçe meraklısı olan komşumuzla. O gün bu gündür geçerken iki sohbet eder, genelde çiçek ve bahçe konusunda laflarız.

O arada zemin kattaki hem komşumuz hem dostlarımız Engin ve Gökçe ile balkondan balkona (balkondan terasa desek daha doğru olur, zira biz 2. katta balkonda, onlar zeminde büyükçe bir terastalar) konuşup yemek planı yapıyorken çamaşır toplamaya çıkan bir alt komşumuza kendisini bulamadıkları için kargonun bize getirdiği bir paketlerinin olduğunu haber verdim. Yukarı gelip paketini aldı, böylece hafif kırık Türkçeli Azeri komşumuzla da ilk kez kısa da olsa muhabbet etme fırsatımız oldu.

Böyle onunla bununla sohbet ederken ve "komşuluk ne güzel şey canımmm" diye kendi kendime düşünürken kapı çaldı. Diyafondan "kim o" ma karşılık bir erkek sesinden "pardon, burada bir hamile bayan oturuyordu, o kaçıncı katta acaba" diye bir karşılık aldım. Dedim "tam isabet, 2. kattayım" Gelen, yakışıklı bir gençti. Karşıdaki bahçesinde mangal yakmış olan komşumuz bir tabak mangalda pişmiş tavuk ve mezeler göndermiş bana meğerse!

E ben daha ne diyeyim, "ev alma komşu al", "komşu komşunun külüne muhtaçtır" falan diyeyim. Haa ha hayyttt, yaşasın iyi komşuluk ilişkileri ve tabii yaşasın hamilelik !! O gökdelen gibi, balkonsuz, komşuluk ilişkisiz, mahallesiz dev sitelerin en lüksüne değişmem valla sokağında çocukların koşup oynadığı, büyük balkonunda domates bile yetiştirdiğimiz, mahalle kültürünün içindeki küçük evimi!

Neyse, kısa kesip gitmem lazım çünkü zemin kat komşularımız Engin'lerle onların terasında yiyeceğimiz yemeğin hazırlığına yardım etmem lazım... Bir de salata malzemelerini sepetle aşağı sarkıtayım ki onlar da salatayı hazır etsinler :))

Yarın da bir kek, börek falan yapıp karşı komşunun tabağını iade etmeye giderim! Ee, tabak boş geri verilmez di mi ama :)

4 Haziran 2009 Perşembe

Öylesine..

Yazılacak konular aklımda birbirini kovalıyor. Ayrıca git gide azalan zamanım, doğumdan önce yapıp bitirmek istediğim bazı şeyleri yetiştiremeyeceğim endişesi yaratmaya başladı. Çok önemli şeyler değil bunlar aslında. Kızımın yatağının başucuna asmak istediğim Nazım Hikmet'in Vera Uyandı şiiri için bir resim-illüstrasyon yapmak, bebekler ilk ayda ancak kırmızı, siyah beyazı net görebildikleri için Deniz'in yatağına asılacak bir el yapımı dönence benzeri oyuncak hazırlamak, salondaki kocaman boş duvara asmak üzere başladığım tabloyu bitirmek (bu en zoru! ) gibi şeyler. Biliyorum ki şu an hayatta bir daha kolay kolay yakalayamayacağım bir "boş zaman" yaşıyorum. Benden tek beklenen huzurlu, sağlıklı, mutlu olmam. Benim iyiliğimi çok istediklerinden değil haaa! İçimde büyüyen bebeğimizin de böyle olmasının tek yolu bu olduğu için :) Ben ne kadar iyi (sağlıklı) beslenip sol tarafıma yatıp dinlenirsem bebiş o kadar büyüyor, ben ne kadar mutlu huzurlu olursam o da o kadar iyi hissediyor. Dinlediğim güzel müzikleri o da iyice duyabilsin diye sesini iyice açarak dinliyorum artık. Göbeğimi bol bol okşayıp Deniz'ciğimile bol bol konuşuyorum. O da deli deli hareketleri ve tekmeleriyle karşılık veriyor. Bunu hissetmek ne müthiş birşey! Doğduktan sonra göbeğimdeki sürekli gerginlik hissi, eklemlerimdeki ağrılar, ağırlık taşıyor olma hissi gibi şikayetlerim bitiverecek diye seviniyorum ama bu içimdeki hareketleri özleyeceğimi de hissediyorum.
Kocam eve erkenden geliyor, kedi gibi yanımıza kıvrılıp kızımızla konuşuyor o da. Bir kucaklayışta hem beni hem kızını sarmalayabilmenin çok güzel ve babalara özel bir şey olduğunu söylüyor :) Bir de tabii o sıkıcı toplantılarda ter dökerken ben evde keyif yaptığım için "oohh, hamilelik ne kebap işmiş, ben de hamile olmak istiyorum yaa!" diyor arada bir :) Çocukluğumdan beri hamileliği ve anneliği seveceğimi biliyordum ve kendi kendime "iyi ki kız olarak doğdum, böylece büyüyünce hamileliği, doğumu, anneliği yaşayabileceğim" diye düşünürdüm. Erkekler alınmasın ama şimdi bunun için daha da çok şükrediyorum. Benzer duygularla doğumumu da normal olarak yapmak, hatta eğer mümkün olursa, çok ihtiyaç duymazsam uygun nefesler ve kocamın desteğiyle ağrı kesici bile almamak istiyorum. Anne annlerimiz, babannelerimiz, annelerimiz bizi nasıl doğurdularsa öyle. En doğal şekilde, her anını yaşayarak dünyaya getirmek isterim kızmı, eğer tıbbi bir engel olmazsa tabii...
İşte böyle, günlerimi yeni yeni keşfettiğim ve acayip zevk aldığım bloglar aleminde bir sürü ilgili-ilgisiz şey okuyarak, dinlenerek, kızımla iletişim kurmaya çalışarak geçiriyorum. Bu yalnızlık ve sükun hali ilginç bir şeklide kendi içime bir dönüş hali yaratıyor bende. Tarifi zor bir duygu, bir nevi "farkındalık" . Keşke herkes bu büyülü süreci yaşayabilse. Bu büyülü süreci de böyle benim gibi rahat, stressiz, minimum fiziksel sıkıntıyla, dünyevi koşuşturmadan ve dertlerden uzak geçirebilse.
Bütün hamilelere ve hamile olacak olanlara dileğim budur.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Çılgınca Puset Arayışım Sona Erdi (mi?) :)


Hikayeye en baştan başlayacak olursam, aslında biz abimlerin kızından kalma puseti ve anakucağını kullanmayı düşünüyorduk. O dönem sakin sakin "alırız puseti, kılıfını çıkarır yıkar, tekerlerini falan gerekiyorsa yağlam mağlar kullanırız nolcak" diye düşünüyorduk. Hatta böyle bir masrafımız olmayacak diye de kendimizi şanslı hissediyorduk. Herşey annem ve babamın (yani müstakbel anneanne ile dedenin) "ilk torunumuza almıştık, bu torunumuzun da bebek arabası bizden hediye!!" şeklindeki duyurusu ile başladı. Biz araştırıp istediğimiz modeli bulacaktık, onlara bildirecektik, gerisine karışmayacaktık. Eh, biz de tabii seve seve kabul ettik ve bundan sonra benim geceleri kabuslar gördüren araştırmalarım başladı :)


Öncelikle tasarımla alakalı bir iş yapmamın ve modern görünüşlü "tasarım" objelerini sevmemin sonucu şu 3 tekerlekli modeller dikkatimi çekti. Bunların arka tekerlekleri büyük, çoğunda dolgu değil şişme, ön tekerler daha küçük oluyor. Bazıları da 4 tekerlekli ama boyut vs olarak aynı mantık.


İlk olarak bunları mercek altına aldım, ve gördüm ki sürüş keyfi açısından gerçekten de klasik 4 küçük tekeri olanlara göre çok öndeler. Farkı bir alışveriş merkezinin zemininde bile hissedebiliyorsunuz, demek ki İstanbul'un yamuk yumuk parkeli kaldırımları, delikli engebeli yollarında bunlarda çok rahat edileceği kesin! Zaten tasarımcıların bu tipe yönelmesinin bir amacı da (artistik görüntüsünden başka:) kaldırımları kolay inip çıkmak.


Ne var ki bu tip modeller arasında yaptığım onnnnlarca açma-kapama denemesi sonucu gördüm ki bunların en büyük handikapı gerçekte çok pratik katlanmamaları ve katlandıklarında baya çokça yer kaplamaları, ayrıca bir de büyük tekerlek ölçülerinden dolayı ağır olmaları.


Çok popüler olan ve bu yüzden "bu kadar insanın bir bildiği vardır herhalde" mantığıyla baktığım Chicco 4 tekerlekli pusetlerde beni rahatsız eden tek şey ana kucağının puset iskeletinden sökümünün yeterince pratik olmayışıydı. Kullanımını gösteren mağaza çalışanları bile (genç erkekler olmalarına ve bu işlemi çok kez yapmış olmalarına rağmen) bu aşamada zorlanıyordu. Ana kucağının taşıma kolunun pozisyonunu değiştirmek için de komple iskeletten ayırmak için de iki elinizle birden yanlardaki düğmelere bastırmanız ve aynı anda büyük yuvarlakları kavrayıp bilekten bir çevirme hareketi yapmanız gerekiyor. Bu bana çok kullanışsız geldi, çünkü sonuçta ilk 6 ay (satıcılara sorarsak ilk 9-12 ay, tecrübeli annelere sorarsak 4-5 ay) kullanacağımız ana kucağı ile gezmelerde en az 2 kere bu işlemi yapmamız gerekecek. (Biri arabadan inince puset iskeletinin üzerine oturtma, bir de dönüşte iskeletten sökme ve iskeleti katlayıp bagaja koyma).


Demek ki ana kucağının çok pratik şekilde takılıp sökülmesi ve iskeletin kolay katlanması benim için ilk bakılacak özellik olacaktı.


Araba bagajımızın büyük olacağını düşündüğüm için (bir yandan kızımıza araba seçerken bir yandan da kendimize uygun bir SUV arıyoruz da!) katlanınca yer kaplama; güçlü bi kadın olduğum, evimiz de çok yüksek katta olmadığı için ağırlık problemlerini önemsemedim.
Bir önemli noktanın da pusetin ittirme kolunun tek parça olmasıymış anladım. Çünkü bu özellik puseti tam orta noktadan tek elle ittirmenizi ve tek elle rahatça idare etmenizi sağlıyor. Düşünsenize, bir elinizle cep telefonuyla konuşarak yürümek, bir elinizle büyümüş olan ilk çocuğunuzun elini tutup ikinciyi pusette ittirmek başta olmak üzere tek elle sürmek isteyeceğiniz pek çok durum olacaktır!


Bu düşüncelerle geçtiğimiz ilk etap sonucu Concord Neo adlı model bizi kalbimizden vurdu. Hem tasarımı, renkleri ve büyük arka tekerlekleri ile çok güzeldi, hem sürüş keyfi mükemmeldi, hem tek elle kontrol edilebiliyordu, en güzeli de ana kucağının kolunun pozisyonunu değiştirmek ve komple yerinden sökmek tek elle , hatta tek parmakla yapılabiliyordu! Ana kucağı
ile kullanımı diğer bütün modellere göre o kadar kolaydı ki hemen "işte budur" dedik. Daha büyük çocuklarla kullanılan oturma ünitesi de kolayca çıkartılabiliyor ve iki yönlü kullanılabiliyordu (arkaya veya öne bakar şekilde). Mağazadan içimiz rahat çıktık, "kararımızı annemlere bildirelim, oh oh ne kadar da kolay aradığımızı bulduk" diyorduk.
Fakat hikaye daha bitmemişti. Gittiğimiz yerlerde özellikle de alışveriş merkezlerinde ne kadar çok bebek arabası olduğunu daha önce fark etmemiş olan ben, geleni gideni, genelde bebek arbalarını nasıl kullandıklarını, ne boyutta çocukların ana kucağında ne boyuttakilerin pusette oturduklarını falan incelemeye koyuldum. Gördük ki pazar araştırması gerçekten de çok önemliymiş :) Mesela benim hiç önemsemediğim içine çok şey alan alt file konsu önem kazandı. Gördüm ki insanlar bebeğin yedek battaniyesi vs yanında kendi ellerindeki ceket, paket vs. yi de oraya tıkıyorlar. Sonra gördüm ki bebekler biraz büyüyünce insanlar genellikle McLaren marka, çok küçük ve hafif baston pusetlere geçiş yapıyorlar. Demek ki baştan kolay katlanır, hafif, hantal olmayan bir puset alıp sonradan hemen ikinci bir "hafif baston puset" daha almaya gerek kalmamasını sağlayabiliriz.


"Oturduğum yerden izleme" aşamasını hızlı geçmem, ilgimi çeken pusetlerin sahiplerini peşlerinden koşmak pahasına yakalayıp bütün şirinliğimle "pusetinizden memnun musunuz" şeklinde sorgulamaya başlamam çok sürmedi. Doğrusu çok faydalı olduğunu söyleyemeyeceğim, çünkü kimse kullandığı (bi sürü de para verdiği) ürünü kötülemek istemez. Herkes memnun, herkes memnun! Ama insanların baston pusete "diğerinin ağırlığından ve zor açılıp kapanmasından bıktıkları için" geçiş yaptıklarını, ve bunların 4 küçük tekerleğiyle de gayet rahat her tür İstanbul kaldırımında gezdiklerini öğrendim.


Yavaş yavaş arka tekerleği büyük 4 veya 3 tekerlilerden daha kolay katlanan, daha hafif, daha pratik bişeylere doğru kaymaya başladım.
Bir gün bir Joker mağazasında karşıma Bebe Confort diye duymadığım (aslında iyi bir Fransız markasıymış) bir markanın Loola-up modeli çıkıverdi. 4 küçük tekerlekli olmakla birlikte avantajları ve kolaylıkları say say bitmez:

Her modelde ön tekerlerin yönünü sabitlemek için o tekerlerin hemen üzerindeki düğmeye basmak için yere eğilmek gerekiyor, Loola-up'ta iskeletin üzerinde hiç eğilmeden ulaşılan düğmelere basmak yeterli.
Ana kucağını tek elle çok kolay takıp çıkarabiliyorsunuz.
Baston pusetler gibi küçücük olacak şekilde katlanıyor, üstelik müthiş kolay bir şekilde.
İtme kolu tek parça, yani tek elle kullanıma uygun.
Altında kocaman rahat kullanılan bir filesi var.
Ana kucağını arabaya sabitlemek için de her seferinde emniyet kemerini etrafından dolamanıza gerek yok, arabaya bir kez monte ettiğiniz bir bazası var, ana kucağı üzerine pıt diye tek hareketle oturuyor.

Yani bütün ihtiyaçları karşılayan tek bir tasarım. Üstelik pusette bebeğin oturduğu kısım yazlık veya kışlık olarak çift taraflı kullanılıyor, hem mevsime uygun kumaş, hem de iki farklı renk olmuş oluyor. Genişçe olması da bebeğin büyüse de kilolu da olsa rahatça içine sığmasına ve yatıp uyumasına uygun.

Ben tabii bütün bu pratikliğe rağmen ilk başlarda görüp etkilendiğim, tasarımı daha çok hoşuma giden ve sürüş keyfi çok daha yüksek olan Neo Concord alternatifini de aklımdan atmamıştım. Bir süre daha bu ikisi arasında gidip geldim, internette konuyla ilgili yabancı forum sitelerini okudum, demo videolarını izledim, konuyla ilgili bi sürü rüyalar gördüm ve sonunda kocamın ve anne babamın da oylarının baskınlığı ile Bebe Confort Loola-Up'a karar verdim!

Kocamın "ben kendimize araba bakarken bile bu kadar araştırma yapıp bu kadar kafaya takmadım, deli misin" diye dalga konusu oldum ! (Hatta bir ara kendisiyle bebek arabası seçmenin normal araba seçmekten daha zor olduğu konusunda fikir tartışması bile yaptım:)



Şimdi sadece rengini seçmem gerekiyor ki o artık sorun değil (mi acaba? ) :)

SONUÇTA BEBEK ARABASI SEÇMENİN PÜF NOKTALARI:

- Tekerlek boyutu konusunda hayat tarzınıza göre karar verin.
Yani doğaya sık sık giden, patikalarda kumda çakılda sık sık arabayı ittirecek olan bir aile misiniz yoksa daha çok şehirde mi gezeceksiniz? (gerçekçi oluuunnnnn)

- Eviniz üst katlarda ve asansörsüz mü? Haififliğe önem verin.

- Arabanızın bagajına tek başına değil, yaklaşık 2 valiz ve bir çantayla beraber sığmasına dikkat edin.

- Ana kucağının iskelete ve araba koltuğuna bağlanma-sökülmesi pratik olsun

- Boyunuz uzunsa dikkat edin, bazı pusetlerin ana kucağıyla kullanımı çok alçak. Mesela gayet güzel bi araba gibi görünen TFK Buggster benim diz hizzamda kaldı!! (boyum 175 cm)

- Nasıl bir hayat tarzınız olursa olsun pusetin alt filesi büyük ve kullanışlı olsun.

- Bence tek elle sürülebilen (yani itme kolları tek parça olarak birleşen) birşey olsun.

- Tabii ki bebeğin rahatı ve güvenliği ön planda olmalı! Bazı modellerde 2 yaşında irice bir çocuk nasıl rahat eder hayal bile edemiyorum!

- Ve sonuçta siz bunu biraz da kendinize alıyorsunuz. Tipini, görünüşünü rengini beğenmeniz ve içinizin ısınması da önemli : )

Not. Bu arada 2000 dolarları falan bulan Orbit veya Bugaboo gibi çok pahalı (bize göre) modelleri araştırmama hiç dahil etmedim. Ama onların da gerrrçekten bütün ihtiyaçlara cvp verir rahatlık ve pratiklikte olduklarını duydum, Orbitin öyle olduğunu kendi gözümle deneyerek de gördüm. Ayrıca bu Orbit denen ABD tasarımı arabanın ABD'den bütün aksesuarları dahil 800 dolara alınabildiğini öğrendim. Böyle bir imkanı olanlar değerlendirsin derim!

Araştırma yaparken faydasını gördüğüm yabancı forum ve tanıtım videosu siteleri için buraya veya buraya tıklayın. Burada da Kiddicare diye bir sitenin nefis tanıtıcı videolarını bulabilirsiniz (tabii You Tube yasağını delebilenlere! )


Loola Up'ı 3 ay kullandıktan sonra izlenimlerim:

Artıları:
- Katlanma açılma kolaylığından ve az yer kaplamasından çok memnunum.
- Tek parça tutma kolu olduğu için tek elle kolayca ittirilme özelliği gerçekten işe yarıyor.
- Kolunun iki yanında poşet vs asma yerleri var. Çok kullanışlı, alışvarişimi yapıp poşetleri oralara dengeli olarak asıp gezmeye devam edebiliyorum.
- Ana kucağının tek elle takılıp çıkarılması, taşıma kolunun tek elle hareket ettirilmesi çok kullanışlı oldu.
- Alt sepeti oldukça geniş, yedek battaniyeler, benim uzun kollum vs çok şey sığıyor, ellerim boş kalıyor.

Eksileri:
- Joker'de satılıyor ve Jokerin servisinden hiç memnun değilim. Ana kucağının taşıma kolunda bir arıza oldu, tek elle hareket ettirmeyi sağlayan sistem çalışmıyor, iki taraftaki düğmeye aynı anda basmak gerekiyor. Joker mağazasına gittim, anakucağını alıp teknik servise gönderebileceklerini söylediler. Yaklaşık 1 hafta sürermiş geri gelmesi. Eee dedim bir hafta boyunca ben bebeğimi arabaya nasıl bindireceğim, dışarı nasıl çıkaracağım. Cevap yok. Bana bir haftalığına temin edebilecekleri bir ana kucağı yokmuş, yani "bize ne ne yaparsan yap" şeklinde bir tutum!
- Arnavut kaldırımlarında ve çok bozuk asfaltlarda (ki bunlar İstanbul'da ne kadar çokmuş, daha önce insan dikkat etmiyormuş) biraz sarsılıyor. BU da küçük tekerlerin dezavantajı. Bazen bütün dezavantajlarına rağmen büyük şişme tekerlilerden mi alsaydım diye düşündüğüm oluyor.

AMA GENEL OLARAK BAKTIĞIMDA ÇOK MEMNUNUM DİYEBİLİRİM :)


Loola Up'ı 2 YIL kullandıktan sonra izlenimlerim
Evet şimdi 2 yılı doldurduk seçtiğimiz puset ile.. Hala memnun musunuz sorusunun cevabı genel anlamda "evet". Ama artıları ve eksileri var tabii. Mesela: Evet anne kucağı kullanırken ve arabaya da bu anakucağını bağladığımız dönemde gerçekten rahat ettim, anakucağı montaj-demontaj çok rahat, anakucaksız şskletşn katlanması rahat ve az ye kaplıyor. Ama normal pusete geçtikten sonra katlanma işlemi biraz daha zorlaşıyor.
Bana son zamanlarda çok ağır ve hantal gelmeye başladı. Yani bu puseti katlamak arabanın bagajına kaldırıp koymak veya merd. indirip çıkarmak çok zor gelmeye başladı. "eskiden nasıl da rahat indirip kaldırıyordum, ben mi yaşlanıyorum" dedimse de sanırım baston pusete alim alıştığı için :) Sonradan abimin kızının kullanmadığı baston pusetine geçtik (yaklaşık 1 bucuk yaşta) - McLaren marka. İncecik, hafif, şamsiye gibi as omuzuna gez. En önemli dezavantajı, arkası yatmıyor. ikincisi o kadar hafif ki Deniz içinde yokken arkasına çantanızı asarsanız puset geriye devriliyor! Bir de şu gerçek var ki yere yakın ve daha az rahat bastondansa Deniz hala büyük kırmızı pusette oturmayı tercih ediyor! Ona hak vermemek zor çünkü kendi puseti daha geniş, daha yüksek, daha yumuşak.
Teknik olaraksa pek sorunu yok pusetimizin, ama bazen freni takılmaya başladı. Fren yaptıktan sonra fren kilidini açamıyorum, baya uğraştırıyor. Onun dışında merdiven inip çıkarken (içinde Denizle beraber) iskelet yaylanıyor, gıcırdıyor falan ama sanki bu yaylanma hareketi ona bir esneklik ve sağlamlık veriyor gibi. Kırılmıyor,bükülmüyor sadece esniyor. :) Yani ağır ve hantal olduğunu düşünmek dışında bir problem yaşadığımı söyleyemem. Hala tavsşye ederim, eğer daha hafif bir adayınız yoksa :)

2 Haziran 2009 Salı

Son durum, hafta 33


Gene günü geldi, gittik doktorumuzu görmeye. Daha da doğrusu kızımızı görmeye :) Hanfendi hızlı büyümesine aynen devam ediyor, 2 haftada nerdeyse 500-600 gram almış, 1900 lerden 2400-2600 arası bi yere gelmiş! Eh, 2,5 kilo doğan normal bebekler bile var. Yani kızım çıkış gününe git gide daha da hazır oluyor. O kendini fiziksel olarak hazırlarken ben de kendimi psikolojik olarak hazırlamaya çalışıyorum. :) Programa göre temmuz başında doktor rahmimdeki dikişleri alacak, sonra da artık kırmızı alarmda olacağız. Bir iki gün içinde de olabilir doğum, 2 hafta içinde de... Doğrusu o heyecanlı bekleyiş günlerinin bir an önce gelmesini istiyorum. Hem artık ağırlaşan yüküm, ısınan havalar, şişen ve ağrıyan eller-ayaklar-bilekler-dizler günlük hayatımı zorlaştırıyor, hem de o tekmeleyip duran ayacıkları artık tutup tutup öpebilmek istiyorum! Ama tabii öncelik bebeğimizin gelişimini tamamlaması ve sağlıklı olması. O yüzden ne kadar gerekiyorsa beklenecek!
Bu son kontrolde doktor ultrasonla bizimkinin yüzünü buldu, önden güzel görüntüler alıp bize o minik suratı göstermeye çalıştı. Kordonu tam yüzünün önünde olduğu için tam net bir görüntü alamsak da dudaklarını ve burnunu çok net görebildik. Ağzını açıp açıp kapatıyordu, doktorun dediğine göre emme refleksi gelişmiş olduğundan emme hareketi yapıyormuş :) Burnu da minicik delikleri olan minicik bi tümsek olarak çok şirin görünüyordu. Yalnız gözleri değil göz çukurları koyu koyu göründüğü için o kısım biraz korku filmi gibiydi :)


Çok da önemli değil, nasıl olsa çok yakında kendisiyle bizzat tanışacağız :)

28 Mayıs 2009 Perşembe

Buena Vista Social Club ve koca göbek

31. haftamızda doktor yasakları hafiften ortadan kaldırır kaldırmaz, hem de hemen o akşam, aylar öncesinden bilet aldığımız Buena Vista Social Club konserine koştuk! Konser İstanbul Santral'de olaacaktı. Hani şu Bilgi Üniversitesi'nin en ünlüsünden birkaç mimarımıza tasarlattığı eski elekrik santralinden bozma konser-sergi vs salonları. Daha çnce sadece bir kez gece vakti bahçesindeki barda arkadaşmın doğum gününü kutlamıştım, eşim ise hiç gitmemişti dolayısıyla oranın şartlarıonı falan tam bilmiyorduk giderken. İnternet adresinden baktığımız krokiye ve "otoparkımız mevcuttur" ibaresine güvenerek arabamıza binip gittik. Hakkten yeri kolayca bulduk, fakat içeri ulaşmamız hiö de kolay olmadı! Giriş kapısına uzanan yaklaşık 200 metrelik yol, daha girişinden itibaren arabalarla doluydu ve çook yavaş ilerliyordu. Aıl kapıya yaklaşıp önümüzde 4-5 araç kalınca ilerleyiş tamamen durdu. Eli telsizli iri kıyım, öfkeli bir görevli bizim gibi bekleyenlere "otoparkımız doldu, içeri alamıyoruz" diye bağırıyordu. Aman ne güzel.. En yakın nerelerde park yeri bulabileceğimizi sorduk ki 3-4 km ilerdeki yerlerden bahsetti.. E iyi de, ben ordan yürüyemezdim ki! Biz en öndeki arabalar olarak güçlerimizi birleştirip biraz dır dır etmek süretiyle kendimizi içeri aldırdık. Bir de baktık ki içerideki gepgeniş yolların kenarlarına bi sıra araba alsalar hem kapıda bekleyenlerin hepsi içeri sığar, hem de içerdeki yollar tıkanmaz.. Neden bunu o kadar zaman düşünemediler de kapıda bi sürü insanın sinirini gerdiler ve yarım saat beklettiler anlamadık! Neyse, sonuçta aracımızı terk edip konser alanına doğru yürüdük.

Tabii bir küçük şaşkınlığı da konserin açık hava olduğunu görünce yaşadık . Bizim gibi orada ilk kez konsere gelen bir kısım insanın daha üşümekten şikayet ettiklerini duyduk ve gördük. EEh, tarih de doğrusu henüz açık hava akşam konseri dinlemeye çok müsait havaların olduğu bir tarih değildi. Gene de "müzik bizi ısıtır şimdi" diyerek yerimizi bulup oturduk..

Buena Vista Social Club'dan geriye sadece kırış kırış 4 amca kalmış. Onlar da ekibin izmen tanınan as elemanlarından değil. Ama gene genç-yaşlı yeni ekiple 12-13 kişiye tamamlanmışlardı. Müzik gerçekten de iç ısıtıcı ve kanımızı kaynatıcıydı. 2-3 parça sonra sağda solda dans eden çiftler de belirmeye başladı. Müziğin bütün güzelliğine rağmen arkası dik plastik sandalyelerin rahatsızlığına ve üşümeye ancak bir saat kadar dayanabildik.

Zaten kalkıp iki salsa yapamayınca bu müziğin tadı da çıkmıyor be arkadaş!

Yükümden sağ salim kurtulayım, yaz bitmeden bir tekrarını yapmak şart!
Bu sefer bol salsalı olarak!

12 Mayıs 2009 Salı

31. Hafta Kontrolü - Detaylı Ultrason

Yiihhuuuuuuu!!! Bugün gene kızımızla randevumuz vardı. Ve daha da iyisi detaylı ultrasonu yapıldı, bitin iç dış organları kontrol edildiii, ve herşey gayet yolunda görünüyooorrrrrrr!! Hanfendi 2 hafta önce 1500 gram civarıydı, bugün 1920 gram civarı çıktı. Kemik boyu ve kilosu bir hafta önden gidiyor, pek mutluyuz, gururluyuz. Herhalde benim bi süre yatalak olmamın ve bol istirahatin en iyi yanı bu oldu. Bol bol göbeği sola devirip yatmam sayesinde kız hızlıca gürbüzleşti. Ben de ilk 2 haftada çok gürbüzleşmiştim ama neyse ki hız kesti benimki :)
Bu arada dünden beri yeni yeni hissettiğim göbek altına, sol kasığıma doğru hissettiğim tekmelerin yumruk olduğunu anladık, elleri ordaymış onlarla itekliyormuş beni!

Bu aralar gene çok duygusallaştım. Bir duygusal film izlemeye kalkışmayayım, veya bir fotoğraf, reklam filmi, yavru hayvanları ve annelerini gösteren belgesel bile yeter... Ağlarım da ağlarım :) Sevgilim artık alıştı, eskisi gibi panik olup 'ne oldu' diye sormuyor bile, hiçbir neden olmasının şart olmadığını biliyor :))

Hay allah, geçen kontrolden sonra izin çıkınca nereye gittiğimizi yazacaktım sonraki postta ama araya anneler günü ve kontrol girince kaynadı... Bi dahakine vallahi anlatacağım!

10 Mayıs 2009 Pazar

Bu Da Ben Yazarken Yanımda Horlayan Kocama :)

Baba oluyorsun, baba!
Yan yatıp horlamaya benzemez!
Seni de sabaha karşı ayağa dikecek kızın.
Beni şimdiden dikiyor, o ayrı..
Sen de tutacaksın o minicik elleri,
Benim ellerimi tutmaya benzemez!
O güldü mü gülecek, ağladı mı ağlayacaksın sen de,
O gülüş başka hiçbir gülüşe benzemez!

Sevgilim, kocam,hayat arkadaşım, bir tanem!
Herşeyi paylaştık, sıra geldi en güzeline!
Bir elinden sen tutacaksın, bir elinden ben,
Kız babası oluyorsun hem de!
Başka hiçbir şeye benzemez!!!

20 Yıl Sonraya...

Doğacaksın (ne kadar da az kaldı!)
Seninle yeniden doğacağım.

Büyüyeceksin
Eski ölçülerime döneceğim.

Konuşacaksın (ilk anne mi diyeceksin?)
Dinlemeye doyamayacağım

Yürüyeceksin (bana doğru mu?)
Bekliyor olacağım

Düşeceksin (çok acımasa canın !)
Elinden tutup kaldıracağım

Gerçekten büyüyeceksin (çok acıtmasalar canını!)
Elimden çok birşey gelmeyecek.

Yuvadan uçacaksın (çok uzağa olmasa!)
Ah ah, ben ne yapacağım?

Sen Doğunca...

Sen doğunca ne yapıcam?
Herhalde salya sümük ağlıycam!
Öyle diğer anneler gibi 2 şık gözyaşı değil hem de,
Kendimi tutamıycam,
Rezil olucam! Rezil olucam!

O ayacıkları artık içimde hissetmiycem!
Ama tutup tutup öpebilcem,
Pembe bezelyelerin her birini tek tek hem de!

Çişinle kakanla da uğraşıcam,
Biliyorum, uykumdan da olucam,
Ama sen benden bir parça olcaksın, BİZDEN hem de!

Bundan öte mucize olabilir mi?
İnsan daha çok değişebilir mi?
Başka bir canı daha çok sevebilir mi?
Sevdim bile, daha da çok sevicem,
Anne olucam! Anne olucam!

İlk Anneler Günüm :)

Tam olmasa da içimde taşıdığım ve doğmasına az kalmış olan bebeğimle ben de artık anne sayılıyorum!
Telefonlar ilk kez benim için çalıyor bugün.
Çok özel bir gün yaşıyorum.

Bütün annelerin ve anne adaylarının Anneler Günü kutlu olsun. Hepsiyle harika bir duyguyu paylaşıyoruz biz. Umarım bu duyguyu tatmak bütün kadınlara kısmet olur.

Bu sabah çok sık olmayan birşey oldu.
Sabahın 6 buçuğunda tuvalete kalkmışken bu pijamanın da belinin daralmaya başladığını hissettim. Hemen ardından 2-3 gün sonra 32. haftaya girecek olduğumu fark ettim. Ve birden bir heyecan yükseldi içimde.
Yattım yatağa ama uyumak ne kelime, bir duygu selidir başladı sabaha sabah.
Duygular rahat vermeyince, çok sık yapmadığım birşey yaptım.
Kağıda kaleme sarılıp hepsini şiire döktüm.


Kızım ve ben büyüyoruz,
Bir de içimdeki heyecan.

İçimdeki Deniz, deniz değil bir okyanus,
Hayatımızı kaplayacak.

O tertemiz, boş bir sayfa,
Beni anne, bizi aile yapacak.
Biz yarı yazılı iki kitap,
Bundan sonra her sayfamızda onun izi olacak...

Denizin tuzu gibi,
Suyun huzuru gibi,
İçimize işleyip sarıp sarmalayacak...

Deniz gibi derin, engin ve zengin olsun!
Renkse renk,
Dalgaysa dalga,
Gizemse gizem,
Herşeyin en güzeli benim kızımda olsun!

Tomurcuğum, miniciğim, gonca gülüm büyüyor,
Bir de ah, o içimdeki heyecan!!