19 Mayıs 2011 Perşembe

Bağlar Ve Dağlar

Bağlar ve dağlar
Evet, istiyorum. Karar verdim ki ben bağda veya dağda bir ev istiyorum. Daha da iyisi Manisa’daki üzüm bağları, hem bağ hem dağ havası. Haydi o kadarı olmasın, bir arsası içinde olsun meyveli sebzeli. Deniz meniz , manzara falan peşinde de değilim ha, ayağım toprağa bassın, kızım oyun hamuru yerine çamurlarla oynasın, ağaca tırmanıp meyve toplayayım, çimen ve toprak kokusu alsın burnum. İşte budur. Buraya gelmeden önce çok gözümde tütmüştü zaten doğa. Bana böyle olur zaman zaman. Şehir üstüme üstüme gelir. Sadece betonuyla binasıyla trafiğiyle değil, şıklığıyla, yapaylığıyla, gösterişiyle, para hesap kitabıyla alışkanlıklarıyla gelir. Aslında garip, duyan da beni doğanın kucağında yaşayıp şehre sonradan gelmiş de alışmakta zorlanıyor sanır! Alakası yok, ama öyleymiş gibi hissederim işte. Bu aralar en kafamı kurcalayan meseledir, Deniz’in bilgisayar-okul-ev-dersane-özel ders-tüketim çılgınlığı döngüsü içinde yaşayan bir çocuk olmamasını sağlamak isteğim. Kendim de bu döngünün benzerinin içinde kaybolmuş bir yetişkin olmak istemiyorum.
İstiyorum ki doğayı seven ve tanıyan bir çocuk yetiştireyim. Ama senede bir okulla “organik tarım” gezisine giderek veya havyaları hayvanat bahçesinde ziyaret ederek değil. Nasıl anlatayım, bunlar onun hayatının doğal bir parçası olmalı. Benim hayatımın da. Hayatımızın bir kısmını, ne bileyim belki birkaç ayımızı geçirebileceğimiz, hafta sonları gidebileceğimiz bir kır-bağ-dağ vs evi. Bir büyük bahçe. Belki de tekrar üniversite yıllarındaki gibi kampçılığa başlamalıyım? Maaile. Denizle beraber çadırı alıp her seferinde başka bir doğa parçasını bahçemiz yapsak..
Neyse, hayali bırakalım, daha küçük ve gerçekçi hedeflerle başlayalım. Mesela İstanbul’a yakın ama doğa ile iç içe bir kulübe edinmek. Aklımız estikçe kolayca gidip gelebileceğimiz, lüksten uzak. Sonra şu işler güçler bir düzene girsin, ne olacağımız belli olsun da belki İzmir’e yerleşiriz. Hem Ege’nin denizine, doğasına yakın, hem küçük şehir, hem büyük. Aman zaten bu İstanbul iyi hoş da eziyetinden ve zorluklarından başka nesini yaşıyoruz ki allasen?
Ama şimdilik, bu yolda en kolay hedefi koyayım önümüze. Evi bahçe içinde olan arkadaşlar, bekleyin, her hafta sonu birinizdeyiz!

17 Mayıs 2011 Salı

Konuşmaya Başlama Sürecinden Şirin Notlar

/14 Nisan'da aldığım bir not/
Deniz'le beraber kuzeni Ada'yı anaokulundan almaya gittik. Bizimki Ada ablasına bayılıyor, Ada'ya gideceğiz deyince hemen kendi ellerini tutup "el ele, el ele. Ada" demeye başladı. Giyinmeyi, araba koltuğuna oturmayı itirazsız kabul etti, bir de oturunca "oturdummm" dedi. Ama asıl matrak laf Ada ile anaokulunun bahçesinde oynarken Deniz'in ettiğiydi. Ada biraz oynayıp bize "terledim" dedi ve üzerindeki montu çıkardı. Deniz bu olayı ilgiyle izliyordu, anladım ki kaydediyor. 15 dakika sonra bizimki montunu çekiştirerek bana bakıp şöyle şeyler söylüyordu "teleli, tedil, tiden" Anlaşılan Ada'nın montu çıkarmasına izin vermemizi sağlayan kelime neydi, tam hatırlayamamış :) Gel de izin verme!

/21 Nisan'da aldığım bir not/
Mimikler ve vücut dili olmadan tam olmayacak ama Denizle diyalogumuz:

Anne, tata. (popoyu göstererek)
Kaka mı yapıyorsun? 
Tata. Bebek?
Bebek de mı kaka yapıyor? 
Yok. Tata Deniz. Bebek çiş.
Peki kaka bitti mi? 
Yok. Daha.
Deniz tatayı nereye yapıyor?
Beze.  
Evet aferim . (Zorlandığını görünce) iiiihhhhh yap hadi !
İiihhhhhjj.  Oldu! 
Bitti mi?
Bitti. Anne miyu miyu. (lehçe bici bici nin karşılığı) 

Yani kızım artik derdini anlatıyor ve sorulara kısa cevaplar veriyor. Çok eğlenceli zamanlar yakın!

/17 mayıs, bugün/
Şimdi ise tarih 17 Mayıs ve deniz artık daha komplike cümleler kuruyor, güzel güzel konuşuyor. Mesela "anne elimi tut" "anne başka etek giydi" "emin bey geldi" cümleleri son günlerde onun ağzından duyup "vay kızıma bak" dediklerim. Bir de "pardon"u ve "ben de"yi çok doğru sekilde kullanıyor, ona bayiliyorum. :)     

6 Mayıs 2011 Cuma

Manisa'da Olmak

Bir haftadır Manisa'dayız. Normalde yaz tatillerinde Çeşme'ye gitmeden önce bir,en fazla iki günlüğüne uğradığımız baba memleketine bu sefer sadece babaanneyi ziyarete, rahat rahat kalmaya geldik. Hem de çok sıcak olan yaz mevsiminde değil her yerin yemyeşil olduğu, sıcacık havada yaz yağmurlarının tıpır tıpır camlara vurduğu, dağdan mis gibi orman havası yüklü hafif rüzgarların estiği bir bahar mevsiminde.

Bilmeyenler için belirteyim: Manisa Spil Dağı'nın eteklerinde kuruludur. Muhteşem Yüzyıl ile hayatımıza giren ve bu aralar çok gündemde olan Kanuni'nin ve bir sürü padişahın henüz şehzadeyken yaşadığı ve eğitim gördüğü "şehzadeler şehri" dir burası. Bir meşhur sakini de Manisa Tarzanı diye bilinen en eski çevre aktivistlerinden Ahmet Bedevi. Doğrusu ben Emin'le evlenip Manisa ile tanışmadan önce Manisa Tarzanı'nın gerçekten yaşamış biri olduğunu bilmiyordum. Bir film kahramanından başka birşey olmadığını sanıyordum. Meğer Ahmet Bedevi, hayatı boyunca üzerinde bir şort ile dağda yaşamış ve Manisa'yı ağaçlandırmak için çok çabalamış, 1963 te hayatını kaybetmiş bir çevreciymiş.

Küçük bir Ege şehri hayatını bir hafta hem turist gibi, hem de arabamla ilgili halletmem gereken bazı bürokratik işlemleri (ayrı bir yazı konusu) burada halletmem gerektiğinden bir Manisa'lı gibi yaşadım. İşte izlenimlerim:


- Banka, vergi dairesi, belediye gibi kurumlardaki işlerinin tamamını yürüyerek yarım günde halledip üzerine bir de çocuğunu parka götürüp akraba ziyareti yapabilirsiniz

-Mesafe yakınlığından başka bir avantaj her yerde bir tanıdık bulma ihtimalinizin yüksek olması. İşler daha çabuk hallediliyor tabii.

- Sağımız solumuz önümüz arkamız park. Çocuklar için şahane!

- Bir hastalık, bir problem mi oldu? Akrabalardan biri pazar alışverişini yapıp getiriverir, biri sabah ekmeğini alıverir, biri börek sarar getirir, biri doktora götürüverir... Yaşlılar için şahane!

- Burada parklardaki çocuklar çok daha kuduruk mu, bana mı öyle geldi? Sanki İstanbul parklarındaki çocuklar daha sakin oynuyor.

- Kesin olan bir şey var ki buradaki parklarda daha yaşı büyük çocuklar görmek mümkün. İstanbul'da 11-14 yaşlarındaki çocuklar ya bilgisayar ya ders başında olduğundan herhalde, parka falan gitmez. Gitmeyi "çocukça" görür sanırım. Burada o yaş grubu hala parkta.

- Sokakta köşeyi dönünce karşına yemyeşil dağ yamaçları çıkıvermesi harika bir manzara! Bazen yeşil bazen gri, başı bazen bulutlarda görünen dağ manzaraları şahane!

- Ara sokaklarda ciddi bir park problemi var, iki yana park etmiş arabalar yüzünden araba kullanmak çok zor geldi.

- Deniz burada aile sevgisi sağanağından sarhoşa döndü. Alabildiğine şımardı. Umarım dönüşte normal hayatımıza dönmekte zorlanmayız!